İslâm’ın siyasete bakış açısı

İslâm’ın siyasete bakış açısını anlayabilmek için öncelikle “İslâm” kelimesinin çok iyi bilinmesi gerekir. İslâm kelimesi anlaşılmadan siyasete bakış açısı tam kavranamaz. Öncelikle, "İslâm" kelimesinin kökünün hangi anlamlarda kullanıldığını bilmekte fayda vardır. “İslâm'ın sadece bir inanma olmadığı, batılıların kullandığı ‘religion’ kavramının İslâm kavramını karşılamakta yetersiz kaldığı böylece daha iyi anlaşılır. ‘İslâm’ kelimesi, inanmanın da ötesinde teslimiyeti, barış ve güvenliği de beraberinde getiren son derece kapsamlı bir kelimedir. Şimdi ‘İslâm’ kelimesinin anlamlarına bakalım. İslâm kelimesinin türediği ‘eşleme’ fiili şu manalara gelir[1]:

  • Barışa girmek, barış yapmak,
  • Boyun eğmek, itaat etmek, kabullenmek,
  • İslâm'ı din olarak seçmek, İslâm'a girmek,
  • Allah’a teslim olmak, Allah’a bağlanmak,
  • İhlâslı ve samimi olmak,
  • Selam alışverişi yapmak, parayı peşin verip veresiye mal almak”

İslâm’ın bu tanımına göre siyaset olgusu, devleti idare etme sanatı olmakla birlikte milleti ve insanları da dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturmak için istimal edilen bir araçtır. Bu aracı, sadece dünyevi açıdan ele alıp değerlendirirseniz eninde sonunda zulüm aracı haline gelir. Bu bağlamda İslam’ın temel direği olan Kur’an-ı Kerim, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, siyasetin ve devlet yönetme sanatının inceliklerini anlatırken “adalet” kavramına vurgu yapmışlar ve idarecilerin adaleti esas almalarını tavsiye etmişlerdir. Yani dinimizde siyâset ve devlet yönetimi, adâlet temeline dayanır. El-Mâide Suresi’nin 5/8. Ayetlerinde yönetici konumundakilere ve hâkimlere, kendi hevâ ve heveslerine, sevgi veya nefretleriyle değil, adâletle hareket etmeleri emredilmiştir. Bu da demek oluyor ki, kendi keyifleriyle ve zulümle hüküm verenler, devleti tahakkümle yönetenler büyük cezalarla tehdit edilmişlerdir ki, bunun karşılığı da cehennemdir.

On Hazrecli ve iki Evsli verilen söz üzerine Mekke'ye gelip Akabe'de Hz. Peygamber'le (SAV) buluştular. "Hiçbir şeyi Allah'a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına" dair Hz. Peygamber'e söz verdiler ve ona biat ettiler. Bu görüşme sonunda şu hususlarda Resûlullaha bîat ettiler:

  • Allah'a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak,
  • Hırsızlık yapmamak,
  • Zina etmemek,
  • Çocuklarını öldürmemek,
  • Kimseye iftira etmemek,
  • Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak.

Bu bîattan sonra Peygamber Efendimiz, kendilerine hitaben şöyle konuştu[2]:

"Sizden, verdiği sözde duranın ücret ve mükâfatını Allah, tekeffül etmiş, onlara Cenneti hazırlamıştır. Kim insanlık gereği, bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya uğratılırsa, bu ona kefaret olur. Kim de yine bunlardan, insanlık haliyle birini irtikâp eder de işlediği o şeyi Allah gizler, açığa vurmazsa, onun işi de Allah'a kalır. Dilerse onu bağışlar, dilerse azaba uğratır."

Siyasete talip olup, ülkenin idaresini uhdesine almak isteyenlerin sağlam karakterli ve asalet sahibi olmaları gerekir. Karakter ve asalet unsurları insanların cüzi iradelerini haktan yana kullanmalarıyla doğrudan ilişkilidir. Yoksa gayri iradi bir durum değildir. Dinimiz tedbir/takdir ilişkisini; “Tedbir takdire mani değildir,” ifadesiyle belirlemiştir. Yani sen her konuda üzerine düşeni hakkıyla yaparsan, tedbirini almış olursun, geriye takdir kalıyor ki o da Allah’ın tasarrufudur. İster verir; istemez vermez. Her ikisinde de hikmet vardır. İbrahim Hakkı Hazretlerinin dediği gibi “Deme niçin bu böyle, yerincedir o öyle; bak sonunu seyreyle; Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.”

Karakter ve asalet ırk üstünlüğün veya cinsiyet üstünlüğüyle ölçülemez. Nitekim Rabbimiz Hucurât Suresi’nde "Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi birbirinizle tanışasınız diye, milletlere, kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, sizin Allah nezdinde en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır..." (el-Hucurât, 49/13), buyurarak ırk ve cinsiyet gibi özelliklerin üstünlük unsurları olmadığı asıl üstünlüğün ise takva olduğu vurgulanmaktadır. Takva ehli olan insanlar ise sağlam karakterli insanlardır. İşte sağlam karakterli insanların siyaset yapmasıyla, devlet yönetimi adil bir kadronun eline geçer. Adil bir kadronun ise aşağıdaki politikaları uygulaması gerekir[3]:

  • Dine ve millete hizmet gayesi, ön planda olmalıdır,
  • Her ne pahasına olursa olsun, yalana tenezzül edilmemelidir.
  • Bir cemaat namına çıkıp daha sonra kendi cemaati ile kötü olmamaya gayret etmek. Yani cemaat namına değil kendi namına bir fert olarak girilmelidir. Onu sevenler de ona taraftar olmalıdır. Yoksa “Madem bu cemaate veya tarikata mensubum, öyleyse herkes bana oy vermek zorundadır.” dese, o zaman tatsızlığa meydan verilecektir. Bu gibi şeylere tenezzül edilmemelidir.
  • Daima haklının yanında bulunulmalıdır.
  • Başka partiye mensup olan insanları, gıybet ve tenkit veya iftira etmemektir.

Sonuç olarak pozitif siyaset “Hak için halka hizmet,” anlayışıyla yapılması gereken faaliyetler zinciridir ki, bu anlayışa en uygun zemin İslami anlayıştır. Batılı bir anlayışta bu slogana yer yoktur. Zira onların sloganında “Hedefe ulaşmak için her yol mubahtır,” mefkuresi hâkimdir ki, bu da “Ez ezmezsen ezilirsin,” düşüncesini beraberinde getirir.

Diğer taraftan İslâm Medeniyetinde siyasetin hakkaniyet ölçülerine göre etkin bir şekilde yürütülmesini, Ebu Mansur es-Seâlibî, Âdâbu’l Mulûk[4] (Hükümdarlık Adabı veya Sanatı) isimli eserinde siyasetin temeli, mülkün dayanağı ve saltanatın kıvamını aşağıdaki ifadelerle izah eder:

  • Heybetin her tarafta hissedilmeli,
  • Sevgi ve muhabbet cömertçe dağıtılmalı,
  • Halk rahat ettirilmeli,
  • Ordu cesur ve mert olmalı,
  • Güzel ahlâk ve iyi kalplilik hâkim unsur olmalı,
  • Zorba, haydut, yolkesen ve başıbozuk olan taifeler ıslah edilmeli ya da hezimete uğratılmalıdır.
  • Gelirler devletin hazinesine aktarılmalı; bütçede açık verilmemeli ve bu gelirler halkın faydasına kullanılmalı,
  • İç ve dış ilişkiler canlılık kazanmalı (İçte huzur ve barış; dışta sulh ve salah sağlanmalı).
  • Komşu ülkelere elçiler gönderilerek ve dıştan gelen elçilerle iyi ilişkiler kurularak optimal bir dış siyaset anlayışı olmalı.
  • Sanayi ve üretime önem verilerek sekteye uğramaması sağlanmalı (Devlet ekonomik açıdan güçlendirilmeli).
  • Mimariden edebiyata kadar, tüm üretilen eserlerde estetiğe ve sağlamlığa önem verilmelidir.

Yukarıda sayılan maddeler irdelendiğinde, İslâm kültürüyle yoğrulan devlet ve siyaset anlayışıyla hüküm sürenler “homoeconomicus” yani kendi menfaatini ön planda tutan bencil bir siyaset anlayışına yer verilmediği ve diğergâm bir siyaset anlayışıyla halkın menfaati ön planda tutulduğu anlaşılır. Bu bağlamda “Seyyidül kavmi hadimühüm: Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir." Hadis-i Şerif’i İslâm ahlâkıyla tezyin edilmiş siyasetçilerde temel esas olarak telâkki edilmiş ve siyasi uygulamalarını bu esasa göre icra etmişlerdir.

Ayrıca İslâmî siyaset anlayışında şahıslardan ziyade “şahs-ı manevî” yani kurumsal yapı önemlidir. Elbette şahıslar önemli; ancak şahıslar fani; kurumsal yapı bakidir. Bu yüzden şahısları ön planda tutarken tek bir kişi üzerinde yoğunlaşmamak gerekir. Aksi takdirde o şahıs öldüğünde veya başka bir göreve atandığında o kurumsal çöküş sürecine girer. Tıpkı Adnan Menderes ile özdeşleşen Demokrat Parti ve Turgut Özal ile özdeşleşen Anavatan Partisi gibi.

Bir atasözü der ki: “Küçük zekâlar insanları, orta zekâlar olayları, büyük zekâlar kavramları (mefhumları) konuşur.” Bu bağlamda konuşulması gereken “şahs-ı manevî” yani kurumsal yapıdır. O halde kurumsal yapının çok güçlü olması ve giden elemanın yerine daha güçlü elemanın yetiştirilmesi esas alınmalıdır.

Millî bir proje oluşturmak için bir siyasî parti kurmak, bir ideal için birleşmek de mücerred; yani soyut kavramlardır. Halbuki bir liderin etrafında toplanmak müşahhas; yani somuttur. “Bir lider çıkacak bizi kurtaracak” çok yakından bilinen zavallı bir düşüncedir ama ortalama IQ oranı 90’a ulaşan bir ülkede bu görüş oldukça yaygındır[5]. Yani sadece bir lidere bel bağlayıp, ona iyi halefler ve veliahtlar yetiştirmemek, o liderden sonra tufan olacağı kaçınılmaz olur.

Yukarıda tahlil ettiğimiz şekliyle, siyaset insanlığa hizmeti esas almalı ve İslâm ile barışık olmalı. Şefkat, merhamet, empati, dayanışma, yardımlaşma, dezavantajlılara hizmet esaslı bir siyaset ülkenin faydasına olur. Ancak Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi, siyaset menfaat üzerine dönen bir çark haline gelirse o zaman “canavar” gibi gayrın imkânlarını kendi menfaati için kullanan pragmatist ve muhalif olanları tekfir derecesine indirgeyen bir siyaset haline döner ki, Üstad Bediüzzaman bu tür siyaseti Şeytan ile bir tutarak “Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım,” duasını terennüm etmiştir.

[1] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 308-309/ http://www.ihya.org/kavram/kavramlar-ansiklopedisi/dt-3773.html, Erişim Tarihi: 09.11.2017

[2] https://sorularlaislamiyet.com, Erişim Tarihi: 09.11.2017

[3] https://sorularlaislamiyet.com, Erişim Tarihi: 09.11.2017          

[4] Ebu Mansur es-Seâlibî, Âdâbu’l Mulûk  (Hükümdarlık Adabı veya Sanatı), Çeviri: Said Aykut, İnsan Yayınları, İstunbul, 1997, s. 89-90

[5] Öksüz, İskender, Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler, Panama Yayınları, Ankara, 2017, s. 296

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum