Mücahit BİLİCİ

Mücahit BİLİCİ

İslamcılığın Yakın Tarihi

İslamcılığın Yakın Tarihi: Müslüman Milliyetçiliğinden, Milliyetçi Müslümanlığa

‘Muhalif ve mağdur’luktan muktedir ve muzafferliğe geçen İslamcılıktan yarına acaba elimizde ne kalacak? Tam karşılığı Müslüman-cılık olan İslamcılık esas itibariyle bir tarafgirlikten başka birşey değildi: İslam ve hatta Müslüman tarafgirliği. İslamcılık bir Müslüman milliyetçiliği idi ve her devleti ele geçiren kurtuluş savaşçısı (üçüncü dünya milliyetçiliği) gibi şimdi devlete sahiplik imtihanı ile yüzyüze gelmiş bulunuyor. Hakedilmiş ve çok intizar edilmiş zaferin coşku ve heyecan bulutu, yerini egolarla yüzleşme açıkhavasına bırakınca acaba aynada ne tür bir yüz göreceğiz? Henüz tam olarak temayüz etmemiş bu yüzün eşkalini konuşmak erken gelebilir, ama yarını beklemek de çok geç olabilir.

Evet, İslamcılık, basit bir müslüman milliyetçiliği, bir İslam partizanlığıydı. Zahiren aynı yerde dursalar bile aslında İslam tarafgirliğinin ayrıştırmadığı ama birbirine çok uzak iki hareket noktası var: Milliyetçilik ve Adalet. Başka bir deyişle, “sen İslam doğru olduğu için mi tarafındasın yoksa senin tarafın olduğu için mi İslam doğrudur? Müslüman olarak kendini mi savunuyorsun yoksa hak din olarak İslamı mı?” Belli ki, önümüzdeki dönemde bir ayrışma yaşanacak: ‘Doğru’ya doğru olduğu için taraf olanlar ile ‘Doğru’ya “bizim doğrumuz” olduğu için taraf olanlar.

Her tarafgir ve her milliyetçi düşmanıyla kaimdir. Düşmanın kaybolması ile birlikte derin bir varoluş krizine girer. Komünizm sonrası Türk milliyetçileri gibi. Bugün iktidar sonrası İslam tarafgirleri bir kimlik krizine girmiş bulunuyorlar. (İslamcılık etiketini şu veya bu sebeple benimsemiş iyi niyetli İslamcılar “medeniyet” gibi  kavramlarla bu krizi atlatmaya çalışıyorlar ve diğer eskinin İslamcılarının ganimetçilik sarhoşluğundan dehşete düşüyorlar. Böyle bir kaç isim var ve onlar bu eleştirinin muhatabı değiller.) Fakat kriz üstü kapatılamayacak ölçekte büyümektedir. Zira İslamcılık, dünyevi hedefine ulaşmış ve düşmanını kaybetmiştir. Muhalif İslamcılık bugün itibariyle devletlenmiş bulunuyor.

Karikatür halini sokak milliyetçiliğinde gördüğümüz ve kendisini “mabed bekçiliği” ifadesinde bulan bir tarz-ı siyaset vardı. Mabedden içeri girmediği halde “bizim mabedimiz” olduğu için onu sözde savunan; kendi oruç tutmadığı halde, oruç tutmayanları sağda solda döven lümpen eşhasta şemalini gördüğümüz bir yaklaşım. Bunu milliyetçilik olarak tanıyor ve kabih sayıyorduk.

İslamcılığın serüveni yeni bir episoda girerken cilalar dökülmeye başlıyor. Nasıl ki çağdaşlaşma, batılılaşma masallarıyla soygun ve tahakküm düzeni kuran Kemalist diktatörlük, içerden kabaran hürriyet uyanışı ve hariçten hissedilen küreselleşme ve Avrupa Birliği gibi bağlamların katkısıyla bir anda ofsaytta kaldı. Kemalizmin yalandan bir tahakküm çiftliği kurmak isteyenlerin kendilerine sürdükleri bir modernleştiricilik cilası olduğu ortaya çıktı. Ve Kemalizm çöplüğe atıldı.

Aynı şekilde İslamcılığın da bugün cilası dökülüyor. Mahrumiyet ve mağduriyet şartları izale olup yerine iktidar ve hakimiyet imkanları gelince eski İslamcıların çoğunun üzerindeki cila akmaya başladı. Eski solcular gibi, İslamcılar da şimdi reklamcı, danışman, uzman, medyacı, stratejist ve hepsinden kötüsü yalaka oldular. Amerika’ya karşı takdir ettikleri El Cezire’nin “tarafsız” üslubunu kendileri sözkonusu olunca reddediyorlar. Başkasına haram gördükleri aleme nizam verme hakkını kendilerine ait sanıyorlar. Apaçık zulümlere karşı vicdani itiraz seslerini, devletin kendilerince bile meçhul âli menfaatleri uğruna susturmaya çalışıyorlar.

İslamcılığın gideceği yeri, bir tür Sultan Abdülhamid’in (İslamı, devletin bekasını temin için araçsallaştıran ve bu uğurda şeriat ve adaleti feda etmekten çekinmeyen) tarzı olduğunu söyleyebiliriz. Bugunku iktidar bir özgürlük dalgasının, bir halk ve hak hareketinin siyasi yansımasıydı. Bir cemaatin, bir toplumun başarısını karizmatik olan liderinin şahsına indirgeme eğilimleri zihinlere Abdülhamid’i davet etse de sultanın düşüşünde ortaya çıkacağı üzere sözkonusu olan güç bir çeşit İttihat Terakki’dir.

Çünkü, ulus-devlet’ten ümmet-millete geçiyoruz. Devletin ulusundan şimdi milletin ümmetine geçiyoruz. Devletin ulusuna uymayanlara eskiden Kemalist mollalar bölücü ve gerici derlerdi. Şimdi milletin ümmetine uymayanlara İttihatçı mukaddesat başsavcıları kundakçı ve bölücü diyor.

Bu gidişatın varacağı mahal, herkesten önce oraya giden bir şairin yeridir: İstiklal Marşı Derneği. Zira, Kuvayı-Milliyetçilik’ten İstiklal-Marşçılığı’na geçiyoruz. Daha da önemlisi ‘biz İslam için varız’dan, ‘İslam bizimle var’a doğru dümen kırmışa benziyoruz. Türkiye’de dinin hukuk ve izzetini devletin siyaset ve menfaat manevralarına karşı vikaye edecek bir teyakkuza ihtiyaç her geçen gün artıyor.

Maalesef, eskinin Müslüman milliyetçileri bugün devlet cihazına hükmetmenin verdiği cevaz ile milliyetçi bir Müslümanlığa doğru evriliyor. Eskiden devletin dindarları ehlileştirmek için istimal ettiği ve büyük ölçüde başarılı olduğu “milliyetçi-mukaddesatçı” (yahut Türk-İslam sentezci) anlayış bugün yeniden hortlayabilir. Bu sefer, dindarlar devleti ehlileştirmek için bir mukaddesatçı milliyetçilik icat etmeye çalışıyorlar. İktidara müdahanecilikte birbirleriyle yarışan sütunların yükseldiği gazete sayfalarında dindar bir ittihatçılığın ayak izleri var. Tarih tekerrür ediyor. Abdülhamit’ten Kemalizme varan yolculuktan şimdi film geriye sarılıyor sanki. Kemalizm sonrasında Abdülhamit’e dönüş. Ve dini parti siyasetine alet etme görünür tehlikesinden, dini devlete alet etme görünmez tehlikesine savruluş. Bakalım bu sınavı nasıl vereceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
12 Yorum