Fatma Mebrure ŞENLER

Fatma Mebrure ŞENLER

İndirim paradoksu

“Tek fiyata ikisi bedava! Yüzde 50’ye varan ucuzluk!  Kapatıyoruz! Tahliye İndirimi! Zararına Satışlar! Anneler günü! Babalar Günü! Sevgililer günü!”

Sürekli indirim yazıları vitrinlerde. İnternet alışveriş sayfalarında da bolca karşılaşıyoruz sonu gelmeyen reklamlara. Hatta o kadar reklam yapılıyor ki, gına geliyor izlemekten. İndirimlerin önemli bir kısmı gerçek indirim olmayabiliyor. İndirim zamanı gelince ürünlere daha yüksek fiyat konulup, üzeri çiziliyor, altına indirimli fiyatı yazılıyor. Halbuki o indirimli fiyat, indirim olmadan önce de aynı olduğu çok kişilerce gözlemlenmiştir. Örneğin vitrinde bir kazak dikkatimizi çekiyor. Fiyatı aslında 80 lira. Fakat kazağın üzerindeki etikette 79,90 lira. Bu psikolojik fiyatlandırmadır. Bunu gören kişi ürünün sanki daha da ucuzmuş gibi algılamasına neden oluyor. Aslında bu tür fiyatlandırmalar pek de ahlaki değil.

Farklı nedenlerle de olsa mağazalarda sık sık indirimler yapılıyor. İnsanların indirime olan zaaflarını iyi bilen firmalar, gerçekte indirim yapmasalar bile, indirim yapılıyor gibi görülüyorlar. Belki birçok kişi bunun farkına bile varmıyor ve indirimli ürün aldığını zannederek mutlu oluyor. Diğer yandan firmaların toplam karlılığı pek de değişmiyor. İndirim yokken kâr marjını yüksek tutan satıcı, kâr marjını düşürdüğünde sürümden kazanacaktır.

Eğer alıcılar indirimli alımlarda kendilerini frenleyebilirse bu alışverişten kazançlı çıkarlar. Fiyatların cazibesi nedeniyle harcamalara sınır getiremeyen alıcılar için, bütçeyi aşma tehlikesi vardır.

İndirimli satışlar, alıcıların zararına yol açabilir. Örneğin yüzde 50 indirim olduğu zaman bir adet yerine iki adet alma şansı doğacaktır. O yıl da ihtiyacı olmadığı halde, gelecek yıllar için alışveriş yapıla biliniyor. İhtiyacınız olan, beğendiğiniz bir malı indirimden önce belirleyin ve fiyatını aklınızda tutun. İndirimler başladığında aynı ürünün fiyatlarının gerçekten indirilip indirilmediğini tekrar kontrol edin. Sergilenen bir ürünün etiketinde eski ve yeni fiyatın yazılması gerekir. Buna dikkat edilmelidir. Bir şeyler alma düşüncesini sürekli zihninin bir köşesinde canlı tutanlar, vitrinlerdeki “indirim” yazılarının dayanılmaz gücüne kaptırıveriyorlar kendilerini. Şu vitrin senin bu vitrin benim derken, sonunda bir mağazanın içine dalıyorlar ve bir süre sonra elleri dolu, cüzdanları ise hayli hafiflemiş olarak çıkıyorlar.

Bir vitrin ne kadar güzel ve etkileyici düzenlenirse o kadar “şiddetli ihtiyaç” uyandırıyor. Bu ihtiyaçların çoğu ise “gerçek” değil. Asıl amaç sergilenen ürünü, yaygın tabirle “kışkırtıcı” bir şekilde sunmak ve satmak. Bu kışkırtıcılığın en göze çarpan etkileri ise insanların cüzdanlarında ne kadar paralarının olduğuna bakmamaları veya kredi kartı limitlerini ne kadar zorlayacaklarını düşünmeden alışveriş yapmalarıdır.

Müşterinin ilgisini çekecek, gözlerini boyayacak, dakikalarca baktıracak bir vitrin hazırlanması için mağaza sahipleri ve yöneticileri tarafından çok büyük yatırımlar yapılıyor. Mağaza içi sunum, satışlar üzerinde tüm medya ve reklamlardan daha güçlü bir etkiye sahiptir. Bu yüzden etkili vitrin dizaynları ile müşteri yönlendiriliyor. Müşteri sizin durmasını istediğiniz yerde durmalı, ürüne bakmalı ve dokunmalıdır. İşte o noktada potansiyel bir alıcıya sahipsiniz. Vitrin düzenlemelerine neden bu derece önem verilmesi gerektiğini soran bir gazeteciye, Joseph Weishar’ın verdiği cevap şu olmuştu: “Mağaza içi sunum, satışlar üzerinde çevremizdeki tüm medyadan daha güçlü bir etkiye sahiptir. Eğer satış yapmak istiyorsanız, müşteriyi yönlendirmelisiniz.”

Yazılı ve görsel medya insanları indirimlerden haberdar etmede öylesine mahirdirler ki, sadece alışveriş indirimlerini değil, tatile gidilecek otellerin, turizm işletmelerinin, eğlence yerlerinin indirimlerini dahi aksatmadan aktarıyorlar. Bir gazetenin veya internet sayfalarında medyanın maharetini gösterir mahiyette, “Balayı indirimi bile var!” gibi reklamlar dahi görüyoruz.

 Son zamanlarda pek çok firma ve büyük marketlerin çıkardığı kartlar insanları yine indirim yanıltısına ve sonuçta tüketimin tuzağına düşürüyor. Taksit kartları, özel indirim kartları, bazı bankaların anlaştıkları firmalardan indirimli alışveriş imkanları sunmaları kontrollü alışveriş yapmada kararlı insanları bile taviz vermeye zorluyor.

Örneğin bu furyadan nasibini almaya çalışan yüksek tirajlı bir gazetenin çıkardığı “sanal kart” okuyuculara şu sloganla tanıtılıyor: “Daha az parayla, daha çok yaşama keyfi”. Çünkü bu karta sahip olmakla pek çok sinemaya veya tiyatroya yüzde 50’ye varan indirimler vaat ediyor. Hemen ardından da anlaşmalı oldukları kafe ve restoranlarda yüzde 20’ye varan indirimlerden yararlanma imkanından bahsediliyor.

Her şey vatandaşın yararına gözüküyor, ama burada da asıl gaye, harcamayı kamçılayıp, daha fazla kar edebilmektir. Öncelikle mevsimlik satışlar sezon sonlarında, elde kalan ürünlerin fazla stokları eritmek için yapılır. Çünkü piyasanın satın alma eğilimi, bu dönemlerde çok artıyor. Böyle olunca da dolaplarımız da kıyafet koyacak yer bulamıyoruz!

ÖZEL GÜNLERDEKİ HEDİYELEŞMELER

Anneler günü, Babalar günü, Doğum günleri, Sevgililer günü, Evlilik yıldönümü, Kadınlar günü vb…. Son zamanlarda medya reklamları ve mağaza vitrinleri bu konuya aşırı odaklandı. Hatta bankalar bu günler için kredi bile verebiliyor. Annenize, babanıza, eşinize şu hediyeleri alabilirsiniz. Televizyon, internet, sosyal medya, gazeteler çeşitli ürünlerin reklamlarını yapıyor. Ama bazı hediye diye sundukları ürünleri almak için iş adamı olmak lazım! Her sene tekrarlanacak bu günler için çılgınca alışveriş yapmaya bu kadar gerek var mı?  Hediyeleşmek çok güzel bir şey. Ama firmaların medyaya aşırı reklam verip, gündem oluşturup, halkı buna mecbur etmesi normal mi? Herkesin bu hediyeleri almaya gücü var mı diye düşünülmeden tahrik dolu reklamlar yapılıyor. Bir sevdiğiniz varsa ve ona o ölçüde bir hediye alamıyorsanız, ilişkiniz bozulma derecesine ulaşabilir.

Hediye olarak alınan şeyler gerçekten ihtiyaç mı? Yoksa birçoğu kullanılmadan bir tarafa atılacak türden mi? Bazı kişiler o kadar şeye sahip ki, hediye alırken ne almamız gerektiğini düşünüp, duruyoruz. Ne kadar hediyeleşmek güzelse de eğer sevdiğiniz kişiye güzel sözler söyleyip, onu mutlu etmiyorsanız, aldığınız hediyenin ne anlamı var? Yoksa bu bir sus payımı? Annenizi, babanızı normal günlerde arayıp, gönüllerini hoş etmeyip, senede bir gün onu yemeğe çıkarıp, güzel bir hediye almanın ne ehemmiyeti var. Önemli olan sevdiklerinizi her zaman hatırlayıp gönülleri hoş etmektir. Şimdi ise kişiler arasındaki soğukluk maddi hediyeler ile kapatılmak isteniyor. O kadar ısrarla sürekli reklamlar yapılıyor ki; siz hala hediye almadınız mı? dercesine. Bunun sonu kırgınlıklara, küsmelere kadar gidebiliyor. Sırf tüketim tuzağına düşmemiz için, gereken ne varsa yapılıyor. Maddi durumumuz müsait ise hediye alacağımız kişinin işine yarayacaksa hediye almak çok cömertçe bir harekettir. Demek istediğimiz sadece o günlerde hediye alma yerine sevdiklerimize anlayışlı, sevgi ve saygı ile iletişim kurmaktır.          

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum