Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

İnanç ilme dönüştürülebilir mi?

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

Prof. Nihat Hatipoğlu'nun 13 Aralık 2009 Hürriyet gazetesindeki yazısından:

"Ben Yüce Allah’ın varlığını yüz delille ispat edeceğim” diyen bir felsefeciye İmam Gazali, "Allah’ın varlığının en büyük delili ortadadır. Kâinattır, evrendir. Her bir zerresi O’nun varlığına işarettir. Sen hangi delilin peşindesin” diyerek yüz delili azımsatarak, genelgeçer bir cevap verdiğini yazmıştır.

Yine rahmetli Necip Fazıl'ın bir eserinde yazan çok meşhur bir temsil:

-Yaşlı bir kadın yolda yürürken bir cemaate denk gelir. Nerden geldiklerini sorar, biri:

-"İmam Azam binbir delille Allah'ı ispat ediyor. Onu dinlemekten geliyoruz" deyince kadın;

-"Demek ki Allah'tan binbir şüpheniz varmış ki dinlemeye gidiyorsunuz" demiş.

Oysa hem İmam Azam hem İmam Gazali; İslam'ın ilim, ispat ve istidlal yıldızlarıdır.

Taa çocukluklarından itibaren taklit ve geleneğini sorgulayarak çağımızda bile önder ve imamlıklarını korurlarken, bu İslam güneşlerinin İman ve İslam'ı delillendirme ve ispat yöntemlerini, 10 ve 12 yüzyıl sonra,  bir temsille küçültüp etkisizleştirmek, 20. yüzyıldan, İmam Azam Ebu Hanife'nin yaşadığı yüzyılın gerisine düşme sefaletidir.

Bugün, bu gibi yaldızlı adamların sözlerinin, müslümanlarca can kulağıyla dinlenilip üstad sayılması ise; Türkiye müslümanının yaşadığı kaosun apaçık ve acı bir resmidir.

refetabi2.jpg

Mehum Refet Kavukçu'nun Vahdaniyet üzerine bir kompozisyonu

Üstad Said Nursi ise bu meselede şunu yazdı:

"Halbuki Allah'ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz'î ve küllî herşey O'nun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat'î iman etmek ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve Lâ ilâhe illallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur.

Yoksa, "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek—hâşâ—hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hâzır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah'a iman hakikati onda yoktur.

Belki, küfr-ü mutlaktaki mânevî Cehennemin dünyevî tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler. Evet, (Allah'ı) inkâr etmemek başkadır, (Allah'a iman etmek) iman etmek bütün bütün başkadır.

Kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Hâlik-ı Zülcelâl'i inkâr edemez... Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır.

Fakat O'na iman etmek, Kur'ân-ı Azîmüşşânın ders verdiği gibi, O Hâlıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kâinatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. Her neyse..." (Emirdağ Lahikası)

***

Allah'ı inkar etmeme ve hakkıyla da kabul etmeme düşüncesinin sayısız şekillerinden 6'sını kısaca tanıtacağız.

Bu inanç ve felsefelerin hepsi; gurur, kibir, ülfet, cerbeze, mugalata gibi, menfi düşünce ve hislerden oluşan bir terkip, bir macundur diyebiliriz.

Bu inançlar ve felsefeler;

2022012820371863287f5421ddfa04.jpg

1-Allah'a iman konusunda şüphe ve tereddüt içinde olanlar

“Arkadaş! İslâmiyet, bütün insanlara bir nur, bir rahmettir. Kâfirler bile onun rahmetinden istifade etmişlerdir.

Çünkü, İslâmiyetin telkinatiyle küfr-ü mutlak, inkâr-ı mutlak, şek ve tereddüde inkılâp etmiştir. O telkinatın kâfirlerde de yaptığı in’ikâs ve tesirat sayesinde, kâfirlerin, hayat-ı ebediye hakkında ümitleri vardır. Bu sayede, dünya lezzetleri ve saadeti onlarca tamamıyla zehirlenmez. Bütün bütün o lezzetler elemlere inkılâp etmez. Yalnız tereddütleri vardır. Tereddüt ise, her iki tarafa baktırır. Devekuşu gibi, tam mânâsıyla ne kuş olur ve ne de deve olur. Ortada kalarak her iki tarafın zahmetinden kurtulur.” (Mesnevî-i Nuriye)

2-Deizm, dinsizlik, evrenin ulu mimarı inancı

-Din, peygamber veya vahiy aracı olmaksızın bireyin akıl ve gözlem yoluyla Tanrı'ya olan inancını esas alan bir felsefi görüştür.

Kısaca; bir tanrı/ Allah var veya varsa, biz onu rededetmiyoruz, o da  bize karışmasın demektir. Bu anlamda Allah ile bir iman bütünlüğü oluşturan, vahyi, resulü ve tebliğ ettiklerini kabul etmez veya etmez görünürler.

Masonların meşhur tanrı inancı, evrenin kutsal mimarı şeklinde şöhret bulmuştur.

2022012820373763287f5421ddfa04.jpg

3-Gınostisizm/Sezgicilik Felsefesi

Gınostizim eski Yunanca'da “sezgi ve hissetme yoluyla edinilen bilgi” anlamındadır.

Marifet ve irfan, İslami ve hakiki bir temelden çıkmayıp, çerçevesi iyi çizilmezse; bir yerden sonra; sezgicilik/ gınostizimle örtüşebilir.

Bugün bazı tarikat ve tasavvuf tarzlarında, hatta delil ve şerhi küçümseyen bazı nurcularda, bu etkileşim bariz şekilde görülebilir.

Bunlara göre insan bilgiye ancak sezgi ve maneviyat ile ulaşabilir. Duyularla sadece somut ve dünyevi bilgilere erişilebilir. Esas bilgi, sezgi ve hissetme yoluyla olandır.

Gınostik/sezgici felsefede; tek Tanrı, kainatın tamamına nüfuz etmiştir. Bunun içinde doğa da vardır. Bu yönüyle panteizm ile benzer özellikler taşır ve doğadaki her şeyin canlı olduğuna inanırlar.

Sezgici/ Gnostik felsefeciler vermek istedikleri mesajları, sadece kıssa ve mesellerle anlatırlar.

Mesela; yukarda verilen iki örnekte Allah'a iman, marifetullah, muhabetullah, huzur-u daimi gibi en temel meseleler, İmam Azam ve İmam Gazali'ye isnad edildiği gibi temsil ve kıssayla geçiştirilir, itiraz edenler anlayışsızlık ve şüphecilikle suçlanıverir.

4-Panteizm/tanrı kainattır felsefesi

-Pantesitler Tanrı'nın kainata nufuz ettiğini, kainatın tanrı olduğuna inanırlar. Bu yüzden kainatın her parçası molekül ve atomlar tanrının bir parçasıdır. "Kainat içindeki insan daima tanrıyla içiçe beraber ve kaynaşmıştır" derler.

Vahdet-i vücutçular ise; insanı kamil, evrenin tüm sırlarına vakıf olur ve sınırlı alemden sınırsız aleme geçiş yapar derler. Vahdet-i Vücutçuların şiarı ise; "la mevcuda illa hu" kelamıdır. Yani, yalnız Allah vardır ve başka hiçbir şey yoktur manasındadır.

Yaratılan her şeyin özü Allah olduğu için, insan onun aynası olduğundan, Tanrı, insan simasında tecelli ve tezahür etmiştir derler.

Bu inancın doğrusu ise 32. Söz'deki gibidir:

"Hakikî hakaik-i eşya, esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise, o hakaikin gölgeleridir."

Eşyanın gerçek hakikatları Allah'ın isimleridir. Nesneleri/ şeyleri açıklayan bilimler ise esma hakikatlarının gölgeleridir.

Her şeyin Allah'tan geldiğini amma Allah olmadığını söyleyen sufiler ise ''Vahdet-i Şuhud"culardır.

Şiarları ise "la meşhude illahu" kelamıdır. Yani gördüğüm hiçbir şey yoktur, yalnız Allah vardır.

Üstad Nursi; "la mevcude illahu" diyenleri; hakikat dışı ve yanlış bulurken; "la meşhude illa hu" diyenleri ise; hidayet ve hakikat üzere görür.

La mevcude illa hu düşüncesinde olan sufiler, bir noktadadan sonra panteistlerle yani tanrı kainattan ibarettir diyenlerle, kesişir ve örtüşürler.

2022012820424363287f5421ddfa04.png5-Agnostizizm/ laedrilik, Allah var ama bilinemez diyenler

"Cenâb-ı Hakk'a malûm ve ma’ruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur.”

Yani Allah'a bilinir ve tarife gerek yok dersen, bilinmez, meçhul (agnost) olur ve inkar edilmiş olunur.

“Cenâb-ı Hakk'a mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, ma’rufiyet şuâları bir derece tebârüz eder.” (Mesnevi Nuriye)

6-Vesileyi kalınlaştırıp, vasıtaya çevirenler

"Ey iman edenler! Allah'a karşı takvalı olun ve O'na yakınlaşmak için vesile arayın. O'nun yolunda gayret gösterin ki Kurtuluşa eresiniz. " (Maide Suresi 35. ayeti kerime.)

Ayette beirtilen vesile Sözler'de; ince bir tel, bir elif, bir kıl şeklinde tarif edilir.

Bu gerçeğin kalın bir ipe, bir urgana, vazgeçilmez bir araca döndürmenin ise şirk, esbapperestlik olacağı ihtar edilir.

Ama günümüzde; çoğu insan bu vesileyi vasıtaya, bir halata hatta bir arabaya çevirmiş durumdadır.

Üstad Mesnevi Nuriye'de "La şerike lehü" kavramını şöyle izah eder:

"Ezel ve ebed sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde de; muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Doğrudan doğruya herkes, O'na müracaat edebilir. Şeriki ve muini/ yardımcısı olmadığından, o müracaatçı adama, yasaktır, O'nun huzuruna giremezsin denilmez" demektedir.

***

İnanç ve İman Ne Zaman İlim ve Marifetullah Olur?

Geçen 20 Ocak 2022 Perşembe/ Cuma akşamı, rahmetli Şaban T. Duralı hoca, TRT 2'de Eflatun'dan aktardığı muazzam ve müthiş şu hipotezin altını çizdi: 

"İnanç ispat edilmez ve akıl ile anlaşılmaz. Ancaak inanç ve iman eşyaya, nesnelere nüfuz eder, eşyaya/ fizik dünyaya açılabilirse iman ispat edilir, delil ve kanıtla bilim olarak sunulabilir."

İşte üstad Nursi 1910/1911'de Van'da Muhakemat'ta oluşum halindeki bu tefekkürünü, 1920-1921'de Yeni Said'e dönüşüm sürecinde, Sarıyer'deki halvethanesinde Mesnevi Nuriye'de yazıp billurlaştırdı ve kesin bir netliğe kavuşturdu.

Risale-i Nur'da geçen ve zihnin gayesi olan marifetullah, Allah bilgisi ve Allah irfanı, insan, kainat, Kur'an ve Latife-i Rabbani denen vicdan dörtgeninde gerçekleşir, ilim ve marifetullah seviyesine çıkar.

Üstad 1910/11 yılında Muhakemat'ta bu konuda şunu yazmış:

"Her şeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise maneviyatta kördür."

"Zira akıl her bir şeyi derk edemez. Aklın şe'ni (gereği), bürhan (delil ve destek) üzere gitmektir.

Evet akıl her şeyi tartamaz, fakat maddiyatı (maddi şeyleri) ve en küçük hadimi (hizmetçisi) olan, basarın (gözün) kabzasından (kavramasından) kurtulmuyan bir emri (bir işi-oluşu) tartar...

**

Muhekemat'tan yaklaşık 10 yıl sonra 1920/21'de Mesnevi Nuriye'de rahmetli Şaban T. Duralı hocanın, İslam düşünce ve kelamcılarının Eflatun'u dediği Platon'dan aktardığı şu iddianın hakikatıyla izah ve ispatlanmasıdır.

-Nedir o eski felsefi tez?

-İnanç ispat edilemez ve akıl ile anlaşılmaz.

-Ancaak inanç şeylere, nesnelere nüfuz eder, eşyaya yani fiziki dünyaya açılabilirse; iman ispat edilip, delilli ve kanıtlı ilim olarak sunulabilir!

İşte bu uzun ilim ve ispat sürecinin sonunda Marifetullaha ulaşılır.

İşte Risale-i Nurun, Kur'an ve sünnetten sonra yaptığı iman inkılabı budur. Bu kelami icat ve inşayı, nurcuların havas ve önde gelenleri bile, fehmedip, çözümleyerek insanlığa sunabilmiş değildir.

Onuncu Söz, Mesnevi Nuriye gibi pekçok yerdeki Allah ilmi ve irfanı olan Marifetullah'ı, Mesnevi Nuriye'deki  10 ve 11. Hüccet-i İmaniyeyi, teemmül ve tefekkür edersek; imanın saf düşüncesi olan tefeküre ve yüksek  ilim-irfan seviyesi olan marifetullah makamına ulaşabiliriz.

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ

Yirminci Mektup' tan:
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ - وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ

لاۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ وَاِلَيْهِ الْمَصِيرُ

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.“Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.”
(İsrâ Sûresi, 44.ayeti kerime.)

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla;

“Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; Onun hiçbir şeriki yoktur. Mülk Ona ait, hamd Ona mahsustur. Hayatı veren de Odur, ölümü veren de Odur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan Hayy-ı Ezelîdir. Bütün hayır Onun elindedir. O herşeye hakkıyla kàdirdir. Herşeyin ve herkesin dönüşü de Onadır.” (Buharî; Müslim; Tirmizî Nesâî,  İbni Mâce,  Ebû Dâvud, Müsned.)

**

Sabah ve akşam namazından sonra tekrarı pek çok fazileti bulunan ve bir rivâyet-i sahîhada İsm-i Âzam mertebesini taşıyan şu cümle-i tevhidiyenin on bir kelimesi var. Herbir kelimesinde, hem birer müjde ve beşaret, hem birer mertebe-i tevhîd-i rubûbiyet, hem bir İsm-i Âzam noktasında bir kibriyâ-i vahdet ve bir kemâl-i vahdâniyet vardır. Bu büyük ve ulvî hakikatlerin izahını sair Sözlere havale edip, bir vaade binaen, şimdilik mücmel bir hülâsa suretinde iki makam, bir mukaddime ile ona bir fihriste yapacağız şeklinde devam etmektedir.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا إِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum