İmam Gazaliyi okurken...

İmam-ı Gazali’nin el-Münkız Mine’d-Dalal kitabını ikinci kez okuyorum. Daha önceleri Rıdvaniye’de camiinde rutubetli bir hücrenin içinde önümde rahle, başımda sarık ve takke sabahlara kadar huşu içinde onunla birlikte İhya’yı ve Kimya-yı Saadet’i okuduğumu hatırlıyorum. Ne güzel günlerdi o günler! Kimya-yı Saadet’i Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sine benzetirdim çoğunlukla. İkisi de çok leziz kitaplardı.

Hayatımda çok az alimi Gazali kadar sevdim. İmam-ı Rabbani bir nebze ama Mektubatı Gazali ile kıyasa bile gelmezdi. Said Nursi sevgisini söylemiyorum çünkü onun sevgisi iradi olmaktan çok kültürel ve gelenekseldi. Ve bu yönüyle belki Gazali’den önceydi. El-Münkız Mine’d-Dalal bir itirafname, bir hasbihal, hummalı bir hakikat arayışının serüveni. Bu manada İslam Tarihi’nde bir ilk belki de. Batıda St. Augustinus’un İtiraflar’ı var ama ciddiyet bakımından Gazali’nin eline su bile dökemez.

Gazali hakikat arayışına her şeyden şüphe ederek başladığını, öyle ki bir müddet sofist gibi olduğunu, felsefe, mantık, kelam ve tasavvuf talim ettikten sonra nihayet beklediği huzuru sufilerin yolunda bulduğunu söyler. Bu sözler onun: Kesin olarak anladım ki Allah’a giden yolda yürüyenler özellikle sufilerdir. Yaşantıları en güzel, yolları en doğru, ahlakları en temiz olan onlardır. Sufiler öyle bir topluluktur ki, onlarla içli dışlı olanlar asla bedbaht olmaz. Onlarla arkadaşlık etme nimetinden mahrum kalanlar ise her türlü kalbi hastalığa maruz kalır…

Calib-i dikkattir, günümüzde “şirk yuvası” olarak tezyif edilen tasavvuf ve sufilik, Gazali gibi büyük bir dehanın kurtuluşuna vesile oluyor. Başka bir deyişle, Gazali gibi bir dehayı teskin eden bir pınar modern insanlarca, daha doğrusu teologlarca kaçınılması gereken hurafeler diyarı olarak görülür. Neden acaba? Gazali çok büyük bir zeka. İslam Tarihi’ndeki terkipçi zekanın belki de tek örneği. Filozofları eleştirmek için onların fikirlerini onlardan daha çok iyi anladığını ve böylece onları rezil rüsvay ettiğini söylüyor.

Tehafüt-ü Felasife’de Müslüman filozoflara üç meselede verdiği cevapta Kuran’ın lafzi cephesine göre belki çok haklıydı ama hakikatte haklı mıydı, bilmiyorum. Bildiğim tek şey mûktesebat açısından Gazali’nin İbn-i Sina’ya çok şey borçlu olduğu ve Müslüman filozofların bu denli okkalı bir tekfiri haketmedikleri. Belki Gazali’nin tenkitleri ilmi seviyede kaldı ama takipçilerinin tutumu linçlere, özgür düşünmeyi ve düşüneni İslam topraklarından kovulmasına kadar gitti. Gazali ne kadar büyük ise takipçileri o kadar küçük.

Kitabı kapattıktan sonra biraz Dücane Cündioğlu dinledim. Hazret ezber bozmaya yeminli gibi. İbadetlerin amacı insanların düşünmelerini engellemektir diyor ve “daima işittik ve itaat ettik deniliyor, işittik ama biraz düşünelim demeye hakkımız yok mu?” diye soruyor. Düşünme ile inanma arasında kesin ve keskin zıt bir ayrım yapmak ne kadar doğru, emin değilim. Kuran’ın “hiç düşünmez misiniz, hiç akletmez misiniz?” çağrılarını “artık iman etmez misiniz?” şeklinde anlamak Kuran sistematiği ile ne kadar uyumlu, ondan da emin değilim.

İbadetler düşünmenin önündeki engeller değil de Müslümanca düşünmenin bir formatı, ete kemiğe bürünmüş hali olamazlar mı? Düşünce ile inanç arasında bu kabil net bir yarılma ve uçurum var mı acaba? İnanç dediğimiz istihale bütün bütün düşünceyi dışlıyor mu sahiden? İbni Rüşt Faslu’l Makal’de düşünce ile inancı ayırıyor ama bu kadar keskin ve tenakuzlu şekilde değil. Cündioğlu bir yerlere doğru gidiyor ama bakalım nerde duracak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum