İki nesil de kaybetti: Asım’ın nesli de, Haluk’un nesli de

İki nesil de imtihanı kaybetti. Asım’ın nesli de, Haluk’un nesli de. Asım’ın nesli ‘Kur'an Şairi’ merhum Akif’in rüyasıydı, Haluk’un nesli bahtsız şair Fikret’in. İki düşman kardeş, iki düşman nesil, iki düşman rüya… Yüzyıldır devam eden bir kavga son demlerini yaşıyor ve bitmek üzere. Kazanan iki taraf da değil. Kazanan realite. Yüzyıldır süren bir diyalektik de diyebiliriz buna. Sentezi olmayan bir diyalektik.       

İki nesil de dünyayı kazandı. Dünyayı, yani makamı, mevkiyi, parayı, malı, serveti, devleti, şöhreti… İki nesil de davayı kaybetti. Davayı, yani ihlası, sadakati, liyakati, ehliyeti, dirayeti, ciddiyeti… Yüzyıldır süren bir rüyanın tabiri maalesef bundan ibaret.

Asım’ın nesli yarım asırlık bir Fetret Devri’nden sonra yaklaşık çeyrek asırdır meydanlarda. Ama sonuç: sade ve sadece dünya. Dava ayaklar altında can çekişiyor. Asım’ın neslini yıllarca dilinden düşürmeyen fena, fani ve cani birisi bu neslin ‘mukaddes emanet’ini herkesten çok ve herkesten önce ayakları altına alıp tepeledi. Asım’ın neslini hafif bir değişiklikle ‘Altın Nesil’ olarak tercüme etti. Sonuç: ihanet, montaj, dublaj, takiyye…

Haluk’un neslini cebren ve hile ile tahakkuk etmeye çalıştı birileri. Ama Fikret’in rüyasına ihanet ederek. Zavallı Fikret, Haluk’u bülent serviler getirmek için göndermişti diyar-ı küfre. Bir parça medeniyet, bir parça aydınlık. Haluk üç tanrılı bir dine din adamı olarak cevap vermişti pederinin ‘kutsal’ bu rüyasına. “İnan Haluk aldanmak ezeli bir şifadır” sözüyle inkisarını dile getirmişti bahtsız şair.

Hayır, merhum Akif de kazandı, bahtsız Fikret de. Kaybeden nesilleri, idealleri, rüyaları oldu. Önemli olan bir rüya görebilmektir, tabiri her ne olursa olsun. Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet nesli her şeye rağmen bahtiyar bir nesildi, rüya görebiliyorlardı, bir rüyaları vardı, bir rüya sahibi idiler çünkü. Bizim şimdi görecek bir rüyamız bile kalmadı, bir rüya sahibi bile değiliz. İstikbalimiz sisli, bulanık ve karanlık…

Bir rüya görebilseydik, bir yüzyıl idare ederdi bizi belki. Rüyanın tabirinin doğru çıkıp çıkmadığına aldırmadan. Yeryüzünde en büyük talihsizlik bir rüya görmekten mahrum kalmaktır. Yazık ki biz şimdilerde bir rüyadan bile mahrumuz. Rüya sahiplerinin en büyük kıymeti hasbilik iken nesillerin en büyük kıymeti hesabilik oldu. Hasbilik bitti, hesabilik bütün meraret ve şeraretiyle devam ediyor.

Yoksulluk ile imtihan kolay ama varsıllık ile imtihan o kadar zor ki! Zoru başaramadı iki nesil de, ama kolayı çoktan başardı. Zorluğu hafifletmek ve bazen de görünmezleştirmek için kolayın efsanesini canlı tuttu daima. Zihinler efsane ile gark oldukça hakikat bir müddet daha ötelenebiliyordu. Hakikat ötelenebilir ama sürekli değil, bir zamandan sonra öteleyenleri kendisi öteler ve bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar.

Hakikat ifşa eder kendini ve efsane biter. Çıplak hakikatle yüzleşmeyi göze alamayan nesillerin yapacağı tek şey: te’vil etmek, tabir etmek, tefsir etmek. Yani kaçmak. Ama ne çare!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
8 Yorum