İbrahim KAYGUSUZ

İbrahim KAYGUSUZ

İçtihat farkı

Hayreddin Karaman Hoca İslamcılık tartışmalarına ortalık durulduktan sonra girdi.
İhvan hareketi ile Nurculuk arasındaki yöntem farkının içtihada ve farklı şartlara göre tabiî olduğunu dile getiren Hayreddin Hoca şu tespiti yaparken çok haklı: “Seninki, benimki demeden, 'hepsi bizimki' diyerek hayırda ve hizmette yarışmamız gerekir.”

Bu tavır, tartışmaya çalakalem dalmaktan daha evladır.
Kendi namıma tebrik ediyorum.

Cümlenin içinden üç kavramı sondan başa çekerek alıyorum:
1-Şartlar
2-İçtihat
3-Yöntem farkı.

Zira bu üç kavram tartışmalarımızın ruhunu iyi tanımlamaktadır.

Şartlar içtihadın beşiğidir. Her farklı şart (mekân, zaman, ihtiyaç, vs) farklı bir içtihadı netice verebilir.

İçtihat farkı, hareket farklılığına zemberek olur ve bu durum pratikteki yöntem farkını doğurur.
Fakat bazı zaman olur ki şartlar aynı olduğu halde içtihatlar farklı olabilmektedir.

Allah’ın Resulünün (asm) sahabeleri zaman, mekân ve konu “bir” olduğu halde farklı içtihatlar ortaya çıkardılar!
Hatta bunun için savaştılar.
Cemel Vak’ası ve Sıffin muharebesi bu cümledendir.

İhvan hareketi ile Nurculuk hareketi kısa zaman farkı ile aslında aynı dönemin ve hemen hemen aynı şartların ürünüdür.
Fakat hareketlerde farklı içtihatlar ve yöntemler egemen oldu.

Bu bağlamda tartışmamıza konu olan İslamcılık kavramı ise yerli değil, ithaldir.
Bu iki içtihadın sonuçları bu kavramda somutlaştı, o kadar.
Yoksa içtihat farklılıklarının sebebi ve temeli bu arızi kavram değildir.

Kavram, fikir dünyamıza girdiği tarih ile bugünü arasında da hayli evrilme yaşadı.
Dolayısıyla bu iki hareketin içtihat farkını bu kavram üzerine inşa etmek yerine daha doğru bir üretici zemin bulmamız gerekiyor.

Daha önce söylediğim gibi, Hilafet/Saltanat ile Adalet-i mahza/Adalet-i izafiye kavramları bu anlamda daha şer’i ve içeriden kavramlardır.

Cihadını manevi bir ruh ve iman üzerine inşa edenler ile cihadını maddi ve siyasi bir aksiyon üzerine inşa edenler muhakkak kardeştir.
Fakat bu kardeşlik aradaki yapısal farkları ortadan kaldırmıyor.

Peki, farklılıklar çatışmayı gerektirir mi?
Elbette hayır!
Öyle ise, farklılığa rağmen karşılıklı davranışlarımız nasıl olmalı?

Soruyu duayen hocamız şu şekilde cevaplamaktadır:
“Kur'an-ı Kerim’in bize öğrettiği kural/hikmet şudur: Bizden öncekiler günahları ve sevapları, yanlışları ve doğruları, başarıları ve başarısızlıklarıyla gelip geçtiler; bizim vazifemiz onların izlerine basarak, yaptıklarını taklit ederek yürümek değildir, bizim vazifemiz, geçmişten örnek ve ibret alarak (istifade ederek) kendi zamanımızın gerektirdiği yol ve yöntemi –hepimizin ortak kaynak ve değerlerinden– bulup çıkarıp uygulamaktır.”

Eyvallah!
Bediüzzaman hep böyle yaptı.

O hayatının hiçbir anında dışlayıcı olmadı. Hatasıyla, sevabıyla iman sahibi her insanı şefkat kanatları altında barındırdı.

İnsanları siyasetçi, tarikatçı, mektepçi ve medreseci diye ayırmadan muhteşem halkasına dâhil etti.

O âlim-i muhakkik olarak bürhan ile ikna etti, beliğ-i hakîm olarak, mukteza-i hale mutabık, ilcaat-ı zamana muvafık ve teşhis-i illete münasip söz söyledi.

Ondan dolayı sözü çok güçlü çıktı ve her sözü manevi bir atom bombası tesiri yaptı.
El’an yapmaya devam ediyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum