Hutbe-i Şamiye’nin hatırlattıkları

Osmanlı sağlam temellere dayanan büyük bir imparatorluktu, büyük bir çınar ağacı idi. Tarihteki görevini tamamladı, sağlam temelleri oluşturan değerlerden uzaklaşınca kurt gövdeye girdi ve içeriden çürüye çürüye dış güçlerin de vurduğu büyük darbelerle yıkıldı.

Biz genç Türkiye idik. Lakin Osmanlıdan irsen geçen, dış güçlerin de sürekli şırınga ederek bulaştırdığı ırkçılık, mezhepçilik, dinden soyutlanma, istibdat gibi ayrıştırıcı, bölücü ve düşmanlaştırıcı virüsler, genç Türkiye’nin bünyesini sürekli zayıf düşürdü.

Aç gözlükle ve sömürme sevdasıyla yanıp tutuşan Batı medeniyetinin emelleri henüz son bulmuş değildir. Kıyamete kadar da son bulmayacaktır. “Böl, parçala ve yut” felsefeleri hâlâ bütün hızıyla devam ediyor. Büyük Ortadoğu projesini hazırlayarak, bütün İslam coğrafyasını ihtilaflarla, sınır ve iktidar kavgaları ile sömürge sofrası haline getirmiş durumdadır. Buna daha ne kadar müsaade edeceğiz? Bıçak kemiğe çoktan dayanmış görünüyor. Artık ayılmamız lazım gelmez mi?

Batı, Oratadoğu’daki siyasi, sosyal ve dini her hareketi takip ediyor. Topladığı bilgileri askeri, siyasi, dini, sosyolojik ve psikolojik silaha dönüştürerek aleyhimizde kullanıyor.

Said Nursi, 1911’de Şam Emeviye camiinde İslam dünyasının içine düştüğü hali ortaya koyar ve toplum hayatını altüst eden, içten içe çürüten altı hastalıktan ve çarelerinden bahseder. Biz biraz okuma, değerlendirme, analiz etme, tamir ya da tedavi etme özürlü olduğumuz için görmezden geliyoruz. Sıkıntılarını da sırtımızda taşımaya devam ediyoruz.

Düzelmemiz için, her şeyden önce bize doğruluk, yalan söylememek, sadakat, ihlas, sebat ve tesanüd/dayanışma lazım. Eğer işlerimizde eğrilik varsa, yalan karıştırıyorsak, ihlas ve sebat yoksa, dayanışmak yerine parça parça olmuşsak işimiz çok zor. Yalan ve dolambaçlı işlerin mahiyeti küfürdür. Allah korusun küfür derelerinde mi yüzüyoruz? İmanın mahiyeti doğruluktur, sıdktır. Bir an önce asıl çizgimize gelmemiz ve kendimizi doğru yerde konumlandırmamız gerekmektedir. Yoksa halimiz daha da vahim olacaktır.

Gelelim altı hastalığa… Hayat aslında okumasını bilene iyi bir okuldur. Said Nursi, beşerin sosyal hayat okulundan ders alarak bizi ciddi anlamda ortaçağa mahkûm eden altı hastalığı şöyle sayar:

Ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi, sıdkın (doğruluğun) siyasi ve sosyal hayatımızda ölmüş olması, düşmanlığın tutku haline gelmesi, iman ehlini birbirine bağlayan nuranî bağların unutulması, ailede, mahallede, toplumun genelinde, ilimde, fende, siyasette bulaşıcı bir hastalık gibi istibdadın yaygınlaşması ve şahsi menfaatlerin toplumun önünde tutulmasıdır. 

Said Nursi, bu altı dehşetli hastalığın ilâcını da, bir tıp fakültesi hükmündeki Kur'ân eczanesinden üretir: Allah’ın rahmetine tam bir itimat ve teslimiyetle ümit beslemek, sosyal ve siyasi hayatta doğruluğun ikamesi, sevgi toplumu oluşturulması, iman ehlini birbirine bağlayan nuranî bağların ilmek ilmek işlenmesi ve kopmaz hale getirilmesi, istibdadı/baskıyı içeren her türlü tutumun ve davranışın dezenfekte edilmesi ve şahsi menfaatlerin toplumun önünde tutacak vatanını ve milletini seven akıllı, doğru, sadık, ihlaslı ve fedakar fertlerin yetiştirilmesidir.

Batı bizim düşmanımız ama asıl savaş, medeniyetler arasında yapılmaktadır. Batı medeniyeti ne olursa olsun daima gücün ve menfaatin yanında yer alarak İslam medeniyetine savaş açmıştır. İslam medeniyetinin değerlerini tahrip etme yolunda birçok plan ve projeler gerçekleştirmektedir. Bizim menfaatimizeymiş gibi gösterilen bu faaliyetleri ağzına bir parmak bal çalınan çocuklar gibi sevinçle seyrediyoruz.

Kendi değerlerimize dönmezsek aymazlığımız sürüp gidecek ve iş işten geçince de ayıksak bile feryadımız ancak düşmanın iştahını kabartacaktır.

Bizi uyandıracak olan nedir? Önce düşmanı fark etmek, onu tanımak ve ona göre tedbirler almaktır. Bizim asıl düşmanımız: Cehalet, fakirlik ve ihtilaftır. Bunlara karşı ancak sanat, marifet ve ittifakla cihad edilebilir. Bizi içten içe fakirlik, cehalet ve ihtilaflar bitirmektedir. Yeniden kendimize gelmek ve şahlanışa geçmek istiyorsak önce cehaleti ortadan kaldırmaya mecburuz. Cehaletle ne marifet sahibi olabiliriz, ne de diğer Müslüman kardeşlerimizle ittifak edebiliriz. Zira cehaletten bir ittifak çıkmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum