Hüsrev ve Tahiri'nin üçüncüsü, Atıf Egemen

Hüsrev ve Tahiri'nin üçüncüsü, Atıf Egemen

Yazar Ömer Özcan, vefat yıldönümü münasebetiyle, Bediüzzaman'ın talebelerinden Hasan Atıf Egemen'i RisaleHaber okurları için yazdı...

RisaleHaber-Haber Merkezi

Yazar Ömer Özcan, vefat yıldönümü münasebetiyle, Bediüzzaman'ın talebelerinden Hasan Atıf Egemen'i RisaleHaber okurları için yazdı...

İşte Ömer Özcan'ın yazısı

Hasan Atıf Egemen, 1900 senesinde Sinop’ta doğmuş olmasına rağmen, hizmet hayatı daha çok ‘Aydın’ taraflarında geçmiştir. Bu sebeple Risale-i Nur’un bir kaç yerinde, ‘Aydınlı Hasan’ olarak anılır. Sadece bir yerde, Kastamonu Lâhikası’nda, ‘Kürt Atıf’ (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Söz Bas. Yay., s. 326) diye de geçer adı. Bunun sebebi, Çivril Kaymakam’ının, Bediüzzaman’ı kastederek “Başımızda bir Kürt varken bir Kürt daha çıktı” şeklinde üst makamlara telgraf çekmesidir.

Atıf Ağabey’in babası ilkokul öğretmenidir. O günkü şartlarda Adana Lisesi Müdürlüğü de yapar. Bu nedenle Atıf Ağabey, liseye Adana’da başlar, Sinop’ta tamamlar. Birinci Cihan Harbi sırasında Sinop’ta önce tahrirat kâtipliğinde mübeyyiz (resmi dairede büro memuru, yazıcı) olarak, sonra telgrafçı olarak görev yapar. Birinci Harb-i Umumî’de askerliği telgrafçılıkla biter.

1930’lu yılların ilk yarısında sağlık sebebiyle Ege Bölgesi tarafına yerleşen Hasan Atıf, bu tarihlerde Risale-i Nur’u ilk defa Nazilli’de duyar; kendisine Yakup Cemal isminde bir trenci tarafından eserlerden verilir. 1941 senesinde Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ne ilk ziyaretini Kastamonu’da gerçekleştiren Atıf Ağabey’in bu ziyaretleri, yıllar boyunca devam eder... İlk döneminde, Bediüzzaman Hazretleri yazdığı bir mektupta “Hüsrev’in ve kahraman Tâhirî’nin bir üçüncüsü oluyor” (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Söz Bas. Yay., s. 162) diyerek onu taltif, teşvik ve teşci eder...

1943 Denizli Hapishanesi’ne aynı sebeple giren Hasan Atıf ve Homalı Mehmet Ali Çakıcı’nın orada yakın dostlukları olur ve Hasan Atıf sonradan, Homalıların tavassutu ile Mehmet Ali Çakıcı’nın hemşiresiyle evlenir. Kayınbiraderi Mehmet Ali Çakıcı’nın ismi Şuâlar’da geçmektedir.

Atıf Ağabey, 1949’da Aydın’ın Nazilli ilçesine bağlı Sultanhisar bucağına yerleşir. Sultanhisar 1958’de ilçe olmuştur. Burada Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltmaya devam eder ve Osmanlıca hususunda çok sayıda talebe yetiştirir. Yakın çevreyi de devamlı gezmeye başlar. 1952’de yakın talebesi Sabri Karagöz ve Konyalı Halıcı Sabri ile beraber Nazilli’de çok ağır şartlar altında bir hapis hayatı daha yaşar.

Hasan Atıf Egemen, Ege’de geçimini sepet, çuval, süpürge satarak temin eder. Daha sonra Cevşenü’l-Kebir, Delaili’n-Nur, Hülasatü’l-Hülasa yazarak İzmir’de tabettirir. Osmanlıca hattı çok mükemmel ve okunaklıdır.

cevsen_hasan_atif_egemen.jpg

Atıf Ağabeyi yakından tanıyanlardan kendileriyle görüştüğüm bütün ağabeyler onun velayet, keramet ve takva sahibi bir zat olduğunu; az konuşup huzurlu, sessiz, sakin, sükûnet içerisinde bir hayat geçirdiğini ittifakla belirtmişlerdir.

Risale-i Nur’da Hasan Atıf Ağabey’in ismi çok geçmektedir. Sadece Kastamonu Lâhikası’nda 36 yerde geçmektedir. Emirdağ Lâhikası’nda da Üstad Bediüzzaman’ın “Başta Hüsrev ve Tâhirî olarak 12 kahraman” dediği varisleri arasında da ismi sayılmaktadır. (Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, Söz Bas. Yay., s. 179.
Bu vasiyetin aslı Said Özdemir’de olup bu serinin 3. kitabında yayınlanmıştır. İlgili vasiyette adı geçen kişinin ‘Atıf Ural’ mı, yoksa ‘Hasan Atıf’ mı olduğunu Said Özdemir ağabeye hassaten sordum. Said ağabey; Vasiyetin yazıldığı tarihte, henüz Atıf Ural’ın olmadığını dolayısıyla vasiyette işaret edilen kişinin kat’i olarak ‘Hasan Atıf Egemen’ olduğunu söylemiştir, ses kaydı vardır.)

Vefatına birkaç sene kala, sevenleri, Atıf Ağabey’i İzmir’e götürürler ve Yeşilyurt semtinde bir eve yerleştirirler. Aynı evde 1988 senesinde, 88 yaşında iken vefat eder. Mezarı Çamlık’ta, Ahmet Feyzi Kul Ağabey’le yan yana bulunmaktadır.

Denizli’de hazırlanan tertip:

Hasan Atıf, bir sağlık sebebiyle Ege Bölgesine geçer… 1930’lu yıllarda Risale-i Nur ve Bediüzzaman’la tanışır… Afyon-Sandıklı’da iken bazı sıkıntıları olur. Bu husus Lâhikalarda şu şekilde anlatılmaktadır:

“Sandıklı tarafından, kemal-i şevkle ve ciddiyetle faaliyette bulunan Hasan Atıf Kardeş’imizin bir mektubundan anladım ki, orada, perde altında faaliyetini durdurmak için bazı hocalar, bir kısım tarikata mensup adamları vasıta edip fütur veriyorlar...” ( Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Söz Bas. Yay., s. 298)

Hasan Atıf, daha sonra memleketi Sinop’a dönerse de kardeşleri ve bazı menfi insanlar sebebiyle orada da hizmet edemeyeceğini anlar ve 1942’de Kastamonu’ya Üstad’ına gider, durumu anlatır. Bediüzzaman Hazretleri onu Isparta’ya gönderir ve sekiz ay kadar bin kalemli Sav Köyünde risale yazar. Orada 90 yaşındaki Hasan Can’ın evinde kalmıştır.

1943 senesinde Sav’dan, Denizli’nin Çivril ilçesinin Homa nahiyesine gider. (Homa’nın adı 1961 yılında, bol ve gür sularına izafeten Gümüşsu olarak değiştirilmiştir.) Homa’da bir başçavuş, ahir zaman hadiselerinden bahseden mahrem 5. Şua’yı “Ben de okuyayım” diye, adeta yalvararak Âtıf ağabeyi yumuşatır, alır ve doğruca karakola gidip şikâyette bulunur. Olay, karakoldan Çivril kaymakamına, sonra Denizli valisine ve savcısına intikal eder. Bediüzzaman’ın 13. Şuâ’da ‘hoca bozması’ dediği vaiz ve müftü de olaya alet edilerek iş iyice büyütülür. O sırada, hadise, Bediüzzaman’ın bulunduğu Kastamonu şehrinin Valisi de dâhil, bütün illerin valilerine telgrafla bildirilir. Bu şekilde hazırlanan bir tertibin düğmesine Homa’dan basılarak, fitne ateşi yakılmış ve kader çarkları dönmeye başlamıştır…

Kastamonu’da hadiseyi takip eden Bediüzzaman Hazretleri’nin bu şehirdeki son sözleri, “Görelim Mevla neyler. Neylerse güzel eyler” olur ve talebelerine “Fütur getirmeyiniz” diye moral verir. (Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, Söz Bas. Yay., s. 329) Sonuçta, Bediüzzaman Said Nursî ve 126 talebesi baskınlarla toplanarak Denizli Mahkemesi’ne sevk edilir... Sene 1943…

NOT: Hasan Atıf Egemen ağabeyle alakalı kapsamlı hatıraların devamı ve tamamı, yakınlarda neşredilecek olan “Ağabeyler Anlatıyor-4” kitabından okunabilir. Ömer Özcan