Hür Adam filmi

Hürriyet âşığı Üstadımın sembol haline gelmiş olan “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözleriyle ifade ettiği hayat felsefesi, bu defa “Hür Adam” filmi ile yoğun bir şekilde gündemimize taşınmış oldu. Filmin yapımcısı ve yönetmeni pek muhterem Mehmet Tanrısever’e, başrolü oynayan Mürşit Ağa Bağ’a ve emeği geçen herkese çok teşekkür ederiz. Bize güzel bir hürriyet ve iman mücadelesi yaşattılar.

Her şeyin bir ilki vardır, ilk olanın da kıymeti çoktur. Bunu “ilk göz ağrımız” diye ifade ederiz. Şüphesiz bunun eksiği, gediği, kusuru, fazlası, beğenilen veya beğenilmeyen tarafları olur, her şeyi ile kabulümüzdür. Fakat bu aynı şekilde kalacak anlamına gelmez. Elbette eksiğimizi, gediğimizi göreceğiz ve mükemmelleştirmenin yollarını arayacağız.

Bir asra yakındır bastırılmaya ve yok edilmeye çalışılan hakikatler, bu gün artık gizlenemez hale gelmiştir. Memleketimizi ahtapot gibi sarmış olan ucu dışarıda gizli düşman komitelerinin ve dâhildeki münafıkların foyaları bir bir ortaya döküldükçe asırlık azaptan kurtuluşun lezzetini, ferahlı ve mutlu günlerin zevkini yaşıyoruz.

Bediüzzaman ve Risale-i Nurlar, “Hür Adam” filmi ile birlikte medyanın, bürokrasinin ve halkın gündemine yoğun bir şekilde oturmuştur. Meselenin ne olup, ne olmadığının ciddi bir şekilde aklıselim insanlarca tartışılması ve kabullenilmesi güzel bir olay. Çoğunlukla yargısız infazların, söz hakkı bile tanınmadan hissi olarak yapılan zulümlerin yerini artık hakkaniyet ve öğrenme merakı almıştır. İnsanların birbirlerini dinlemeleri ve anlamaya çalışmaları kalitenin arttığını gösterir.

Genel olarak güçlü, başarılı ve duygulandıran mesajların verildiği Hür Adam filminin bazı sahnelerinde, beklediğim canlılık ve heyecanı bulamadığımı belirtmek isterim.  Bu belki müzikle de desteklenmek suretiyle daha heyecan verici ve aksiyoner bir hale getirilebilirdi. Yer yer görülen acemilik ve dialog kopuklukları daha profesyonelce çekilebilirdi. Mesela Rusya’daki sahneler, daha canlı, daha kapsamlı ve daha güzel olabilirdi. Tabi bu biraz da imkân meselesi.

Filmin başında Üstadın; “Evet, lâfza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla. Ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat meâlin iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsait olmak şartıyla. Ve teşbihe revnak (alımlılık) vermeli, fakat matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla. Ve hayale cevelân ve şâşaa vermeli, fakat hakikati incitmemek ve ağır gelmemek ve hakikate misal olmak ve hakikatten istimdat etmek şartıyla gerektir.” (Muhakemat 79) sözlerine yer verilmesi, Tarihçe-i Hayat’a sadık kalınacağının işaretini vermiştir. Bu nedenle film yarı belgesel özelliği taşıyor.

Mürşit Ağa Bağ’ın rolünü iyi oynadığını, özellikle Üstadın sert bakışlarını yansıtmayı iyi başardığını söyleyebilirim. Ancak bazı yerlerde durgunluklar yaşamasını, sadece başını sallamakla yetinmesini bir zayıflık olarak gördüğümü de belirtmeliyim. Şapka kanununun uygulamaya konmasıyla birlikte sarığının çıkarılması istendiğinde; “Bu sarık bu başla çıkar” diye çok sert tepki veren Üstadın yakın talebelerinin giydikleri fötr veya kasket şapkalara hiç tepki vermemesi, duyarsız kalması veya hiçbir uyarıda bulunmaması, fıkhi ölçüleri söylememesi biraz garip geldi bana.

Bir başka husus da yapımcı ve yönetmen Mehmet Tanrısever’in kendisini filmin içine dâhil etmesidir. Barla’ya dönüşünde Üstadla kucaklaşmasını ya Üstada talebe olmayı çok arzulamasına ya da bir televizyon kanalında, rüyasında Üstadı gördüğünü ve tasvibini aldığını beyan etmesinden anladığım kadarıyla yine rüyasında “Barla’da buluşalım kardaşım” davetini almış olmasına yoruyorum. Böyle mana vermemden dolayıdır ki, beni çok duygulandıran sahnelerden birisi olmuştur.

Eksiklik ve zayıflıklarına rağmen başta da dediğimiz gibi bu film bizim ilk göz ağrımız. Daha güzelleri için ilk adımımız ve hareket noktamız. Mademki bu filmden açılım noktasında çok şeyler bekleniyor, o halde ikinci hamle için bir an önce hazırlıklara başlanması lazım. Mesela çoğu kimsenin aklına Birinci Söz gelebilir ama açılımın devamı olması bakımından benim aklıma Uhuvvet Risalesinin filminin çekilmesi geliyor. Bu hususta senaryo yarışması düzenlenebilir. Birinci gelenin de filmi çekilebilir.

1911’de Üstadın Hutbe-i Şamiye’de İslam âleminin kurtuluşu için vermiş olduğu reçetenin tatbikine, gönüllerde büyük fütuhata ve; “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sakitane (sessizce) Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî (görünmeyen gizli bakışlar) ile bizi temaşa eden (seyreden) Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tahir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" (doğru söyledin) deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.” (Tarihçe-i Hayat, 75) sözlerinin gerçekleşmesine vesile olmasını beklediğimiz, ayrıca bizleri duygulandıran gerek dışa dönük ve gerekse içe dönük güçlü mesajlar veren bu filmde emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Dualarımız onlarla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.