Hizmet erleri

Büyük bir davadır imana hizmet. Bu uğurda tarih boyunca çok fedakarlıklar yapılmıştır. Serden ve yardan geçilmiş, maddi manevi menfaatler ayak altına alınarak hedefe gidilmiştir.

Başta peygamberler olmak üzere, bu yola gönül veren, canını severek feda eden kahramanlar  sayesinde insanlar imanlarını kurtarmışlar.
Bu hizmetler bazen coşmuş, çağlayanlar gibi şahlanmıştır. Bazen da sessiz, sedasız gönüllere yol bulup akmıştır.
Hedefe giderken, tesirli hizmet yapmaya gayret eden işin erbabı; tevazu, mahviyet içinde, enaniyetlerine gem vurarak işe başlamışlar. Etrafında fedakar ve feragat  sahibi insanlardan halkalar meydana getirmişler. Buna şahs-ı manevi de denebilir.
Kur’an’ın Hz. Peygambere emrettiği, “etrafındakilere yumuşak davranma” hakikatini esas alarak yola çıkanlar muvaffak olmuşlar. Hiçbir zaman, sert, kırıcı ve haşin olmamışlardır.

Dava adamı olan büyük insanlar, halktan biri gibi yaşamışlar. Debdebe içinde, farklı mevki-makamlarda keyf ve zevk içinde olmamışlar. Hele insanların sırtından geçinmeyi hiç düşünmemişler.
Meşverete hakkıyla riayet etmişler. Sözde değil özde buna uymuşlar. Peygamber dahi meşverette fikrine aykırı alınan karara, İslamın mukedderatı söz konusu olsa bile uymuştur.

Bozguna uğrayan, küçülüp daralanlar ise, kendi fikirleri veya emirleri doğrultusunda alınan kararlar hak ve doğru, ancak farklı düşünce, fikir ve kararları yanlış bulmuşlar. Farklı düşünen insanları çeşitli bahane ve sebeplerle bertaraf etmiş, canlarına okumuşlar. Hatta bazen daha ileri gidip hain ilan etmişler.

Hizmet erleri; dost, cemaat ve kardeşleri arasında sulhkarane muamele içinde olmuşlar. Daireyi geniş tutup, herkesi kucaklamaya çalışmışlar. Kusurlara, yanlışlara müsamaha ile bakmışlar. İtici değil, çekici olmuşlar.

Düşmanlarına karşı da sulhkarane davranmışlar. Başkalarının yanlışı üzerine bina edilen bir hizmeti hiç düşünmemişler. Hep kendi hizmetleri ile uğraşmış, doğru bildikleri hizmetin halkalarını genişletmeye çalışmışlar.

Kur’an hizmeti ile uğraşan insanlar, kabiliyetli, çalışkan, üretken ve fedakar insanlara sahip çıkmışlar. Arkalarına dest-i teşviki vurup hizmete koşturmuşlar. Bunları tehlikeli, zararlı görmek yanlışlığına düşmemişler. “Kimse beni geçmesin, bütün dizginler elimde olsun, az olsun benim olsun” yanlışına hiç tevessül etmemişler.

Dava adamı, hizmet erbabı, Allah için gayret edenler; dedikodu, gıybet ve yalan konuşmamaya dikkat etmişler.
Hak, hukuk, adalet ve haysiyet hakikatlerinin korunmasını olmazsa olmaz kabul eden Kur’an hizmetkarları, çevrelerine iftira etmemişler. Yavrusunu yiyen, çevresine zarar veren, dava ve hizmet arkadaşlarını hep harcayan, kıran, döken ve sonra da masumiyet rolünü oynayanların durumuna hiç düşmemişler.

Büyük dava adamları, insanları sınıflara ayırmamış, ırkına göre muamele etmemiş, harcamak için de masum, samimi ve halis yakınlarını ırkçılık ve benzeri yanlışlarla, kötü sıfatlarla vasıflandırmamışlar.

Davalarını, hizmetlerini daha haklı, daha doğru; başka hizmetleri de doğru olabilir kabul etmişler. Yoksa doğru, hak yalnız benimdir, diğerleri hep yanlıştır nakaratları ile etrafını kandırmaya çalışmak hakka hizmet edenlerin metodu olmamıştır.

Hiçbir fikri ayrılık yokken, sırf hissiyatlarını tatmin, mevki ve makamlarını korumak uğruna insanları boğuşturmak, gruplara ayırmak, bizdendir, sizdendir dedirtip kavga ettirmek, hizmet iddia edenlerin ve hatta hiçbir insaflı insanın yapmayacağı yanlışı yapmazlar.

Hz. Peygamber (asm) ve daha sonra gelen rehber insanlar; beraber yola çıkan insanlar ile sonuna kadar devam etmişler. Vefa, hamiyet, fedakarlık, ahde vefa bunu gerektirir.

Etrafındakileri hep harcayarak yeni halkalar oluşturmak, bunu devamlı yapmak insanı ne kadar güvenli yapar? Bunu yapan insanlar nasıl muvaffak olurlar?

Hedefi olan hizmet elemanları aralarında plan-proje yaparlar. Vazife taksimatı, yani taksim’l-a’mal ile her ferdi hizmete koştururlar. Her insana görev vererek hizmete katarlar. Her şeyin dizginini elinde tutmak, kimseye inanmamak veya görünmesini istememek… Her hizmeti ancak kendisi yapabilir, kendisinden başkaları bunu başaramaz psikozu içinde olanlar hep sermayeden yer bitirirler.

Geniş ufuklu, katılımcı ve hedefe emin adımlarla yürüyenler; hizmetin sahibini Allah olarak bilirler. Koruma ve kollamaya vazifeli oldukları tevehhümü içine girmezler. “Ben olmazsam, bu hizmeti yanlış yere götürürler” zehabına kapılmazlar.

Büyükler, kendilerini diğer hizmet ehliyle ders arkadaşı olarak görürler. Hizmette önde, ücrette ve mükafatta hep geride dururlar. Şahs-ı manevi havuzunda erimeye çalışırlar. Farklı muamele beklentisi içinde olmazlar.

Zamanımızda Risale-i Nur gibi bir Kur’an tefsiri ile, onu okuyup hazm eden, eli kalem tutup fikir üretebilen yüzlerce mütefekkir, akademisyen, eğitimci ve tüccarı bir araya getirip asgari ölçülerde ittifak ettirerek büyük hizmetler yapılabilir. Her sınıf kendi sahasında çalışmaya konulur. Paslaşarak, yardımlaşarak, konuşup istişare ederek insanlığa daha mükemmel hizmetler sunabilme imkanı ortaya çıkar.

İttihad-ı İslamın yolu, Kur’an hizmetkarlarının ittihadıyla mümkün olur.
Allah bu yolda çalışan, hizmet edenleri, bilhassa isimsiz kahramanları muvafak etsin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.