Alaaddin BAŞAR

Alaaddin BAŞAR

Herşey kaydediliyor

İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin. “Levh-i Mahfuzun birer defteri.” “İlâhî ilmin birer ünvanı” İmam-ı Mübîn, Kitab-ı Mübîn ve Levh-i Mahfuz. Her üçü de Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle “ilmi-i İlâhînin ünvanları”. Ve bunlar arasındaki ince farkı Nurları dikkatlice okumakla bir derece hissedebiliyoruz.

Mektubatta “ilm-i ezelînin ünvanları olan İmam-ı Mübîn, Kitab-ı Mübîn, Levh-i Mahfuz gibi vücud-u ilmî daireleri”nden söz edilir. Şualarda ise, “Levh-i Mahfuz'un defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn'de bütün mevcudatın bütün sergüzeştlerini kaydedip yazan” şeklinde bir ifade yer alır. Bu ifadeler birlikte değerlendirildiğinde, her üçünün de birer kayıt levhası oldukları anlaşılır. Üçü de İlâhî ilme ünvan olmuşlar. Onlardan söz edildiğinde akla hemen İlâhî ilim gelir; yoksa onlar bu ilmin kendisi değildirler.
Bediüzzaman Hazretleri, tefsir âlimlerinin İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn hakkında değişik görüşler ileri sürdüklerini, bir kısmının bunları aynı kabul ettiğini beyandan sonra kendi kanaatini şu şekilde ortaya koyar: “İmam-ı Mübîn'', ilim ve emr-i İlahînin bir nev'ine bir ünvandır ki; âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani zaman-ı hâlden ziyade, mazi ve müstakbele nazar eder. “Kitab-ı Mübîn'' ise, âlem-i gaybdan ziyade, âlem-i şehadete bakar. Yani, mazi ve müstakbelden ziyade, zaman-ı hazıra nazar eder ve ilim ve emirden ziyade, kudret ve irade-i İlâhîyenin bir ünvanı, bir defteri, bir kitabıdır.
İmam-ı Mübîn, kader defteri ise; Kitab-ı Mübîn, kudret defteridir.” (Sözler) İmam-ı Mübîn de Kitab-ı Mübîn de Levh-i Mahfuz’un defterleri, ama aralarında fark var. Bu ince farkı, şu ifadelerde bir derece hissedebiliyoruz: “Evet bir çekirdekte, hem bedihî olarak, irade ve evamir-i tekviniyenin ünvanı olan ''Kitab-ı Mübîn''den haber veren ve işaret eden, hem nazarî olarak emir ve ilm-i İlahînin bir ünvanı olan İmam-ı Mübîn’den haber veren ve remzeden iki kader tecellisi var: Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın, maddî keyfiyat ve vaziyetleri ve heyetleridir ki, sonra göz ile görünecek. Nazarî ise, o çekirdekte, ondan halk olunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihatlardır ki, tarihçe-i hayat namıyla tabir edilen vakit-bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller; o ağacın dalları, yaprakları gibi intizamlı birer kaderî mikdarı vardır.” (Sözler)

Kitab-ı Mübîn şu varlık âleminde boy gösteren her şeyin yaratılış plânını ve programını ifade ediyor. Meyvelerin çekirdeklerinde, canlıların yumurtalarında yahut nutfelerinde kendilerinden çıkacak varlıkların bütün özellikleri yazılı. Demek ki tabiattaki her varlığın bir plân ve programa göre vücut bulduğunu insanoğlu anlamış, ama bir kısmı bu programı o varlığın kendi tabiatına vererek İlâhî ilmi ve onun bir levhası olan Kitab-ı Mübîn’i düşünememişler. Çekirdekler parçalanıyor, filizleniyor, fidan haline geliyor, bir süre uzuyor, sonra değişik yönlerden dallar çıkmaya başlıyor. Daha sonra çiçekler ve yapraklar boy gösteriyor. Bütün bunlar “genetik şifre” denilen o ilk programda yer alıyorlar. Kısacası ağacın her şeyi o çekirdekte yazılı. Ve bu kayıt kitab-ı Mübînden haber veriyor.

Öte yandan, bir çekirdek hangi bahçeye ekilecek ve orada ağaç olacak, ne zaman bir haylaz çocuk bir dalını koparacak, nasıl bir fırtınaya hangi tarihte maruz kalacak, ne gibi zararlar görecek, sonu ne olacak, kesildikten sonra nereye götürülecek ve ne yapılacak? Bütün bunları o genetik şifrede bulmak mümkün değil. Bunlar da yine İlâhî ilim dairesinde meydana geldiğine göre, bütün bu safhalar da yine bir ilme ve onun mazharı olan bir kitaba göre vücut bulmalı. İşte bu kitap, İmam-ı Mübîn’dir. Bir insan da böyle değil mi? Nutfe denilen tohumunda bütün fizikî özellikleri yazılmamış mı? İki gözü olması ve bunların yüzde simetrik olarak yerleşmeleri, başının üstte ayaklarının altta bulunması, parmaklarının sayısı ve dizilişi, al ve akyuvarlarının özellikleri, ciğerinin, böbreğinin, kalbinin, beyninin şekilleri, vazifeleri, büyüklükleri kısacası her şeyi o nutfede şifre olarak yazılı.

Genlerdeki bazların muhtelif dizilişlerinden değişik özellikler ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, hangi ilk okula gideceği, ne zaman mezun olacağı, lise ve üniversite tahsillerini nerelerde yapacağı, kimlerle arkadaş olacağı, onlarla nerelere gideceği, neler yapacağı, hayat imtihanında nelerle karşılaşacağı, ne zaman hangi hastalığa tutulacağı ve yine nerede ve ne zaman öleceği, kabir âleminde nasıl bir muamele göreceği ve ötesi... Bütün bunlar her insan için ayrı bir kitap, ayrı bir eser gibi... Bu kitabın nutfedeki programla alâkası yok. Nutfe ile başlayan rahim yolculuğunun bütün safhaları Kitab-ı Mübîn’de yazıldığı gibi, bedeni ve ruhuyla insanoğlunun hayat yolculuğunun tamamının kaydedildiği bir ezelî defterin bulunmasını akıl zarurî görüyor.

İşte Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu defterin İmam-ı Mübîn olduğunu beyan ediyor. Şu noktanın gözden uzak tutulmaması gerek: “Yazma” denilince harf harf kaleme almayı anlamak eksik olur. Genlerin dizilişi yazı yazmadan çok farklı. Hafızanın bir şeyi kaydetmesi de daktiloyla yazmaya benzemiyor. Bir teyp bandında yahut video kasetinde de sözler ve olaylar kalemle kaydedilmiyorlar. İşte her şeyin ve her hadisenin, Levh-i Mahfuz’un defterleri olan İmam-ı Mübîn ve Kitab-ı Mübîn’de yazılması bunların çok ötesinde bir keyfiyetledir. Bu kaydın da harflerle, kelimelerle alâkası yoktur.

Son olarak Kitab-ı Mübîn’in bir başka mânâsı üzerinde de kısaca duralım. Birçok müfessirlerimiz Kitab-ı Mübîn’in Kur’an-ı Kerim olduğunu beyan ederler. Özellikle, En’am Suresinde ki, “Yaş ve kuru her ne varsa hepsi Kitab-ı Mübîn’dedir (apaçık bir kitaptadır)” âyetini, Kur’an olarak izah ederler. Bediüzzaman Hazretleri de, Sözler adlı eserinde, “Bir kavle göre Kitab-ı Mübîn, Kur'an’dan ibarettir. Yaş ve kuru, her şey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime beyan ediyor” cümlesiyle bu mânâya iştirak eder. Ve şu açıklamayı getirir: “Evet, her şey içinde bulunur. Fakat herkes her şeyi içinde göremez. Zira muhtelif derecelerde bulunur. Bazan çekirdekleri, bazan nüveleri, bazan icmâlleri, bazan düsturları, bazan alâmetleri; ya sarahaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar.”

Bir örnek verelim: Kur’an’da peygamberlerden bahsedilir ama sayıları yüz yirmi dört bin kadar olan bu kutlu zevattan sadece yirmi dokuz tanesinin ismi geçer. Burada bir “icmâl” söz konusu. Yine Kur’an’da Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasındaki mücadeleye yer verilir. İnsanlık tarihi boyunca hakkı tebliğ edenlerle onlara karşı çıkanların tümü bu kıssa da “işareten” bulunuyor. Değil bütün Kur’an’da, bir tek âyette bile bu mânâyı yakalamak mümkün. “Rabbü’l-âlemîn”, yaş ve kuru her şeyi Allah’ın terbiye ettiğini ders verir bize. Varlık âleminde ve insanlık tarihinde cereyan eden bütün olayların Kur’an-ı Kerim’de aynen ve bütün teferruatıyla yer alması elbette düşünülemez. Duymuşsunuzdur: Adamın biri bir hoca efendiyi yakalar ve “Madem ki her şey Kur’an’da var, öyleyse çorbanın nasıl yapıldığının da Kur’an’da yer alması gerekmiyor mu?” diye sorar. Hoca efendi bu saçma soruya önce bir gülümsemeyle karşılık verir. Sonra, “Evet evlâdım Kur’an’da o da var” diyerek; “Bilmiyorsanız, bilenlere sorun” meâlindeki âyeti okur. Ve sözünü şöyle noktalar: “Onu da annene soracaksın.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.