Her nefis, kıyâmet günü için ne hazırladığına baksın!

Her nefis, kıyâmet günü için ne hazırladığına baksın!

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Haşir Suresi 18-20. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

18 . Ey îmân edenler! Allah’dan sakının! Ve her nefis, yarın (kıyâmet günü) için ne takdîm ettiğine (ne hazırladığına) baksın! Ve Allah’dan sakının! Çünki Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdâr olandır.

19 . Allah’ı unutan; bu yüzden (Allah’ın da) onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın! (*) İşte onlar, fâsıkların ta kendileridir!

20 . Cehennem ehli, Cennet ehli ile bir olmaz! Cennet ehli, gerçekten kurtuluşa eren kimselerdir!

(*) “Şu dünyadan her birimize birer dünya var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı, hayâtımızdır. Belki o husûsî dünyamız ve âlemimiz, bir sahîfedir. Hayâtımız bir kalem, onunla sahîfe-i a‘mâlimize (amel defterimize) geçecek çok şeyler yazılıyor. Eğer dünyamızı sevdik ise, sonra gördük ki: Dünyamız hayâtımız üstünde binâ edildiği için, hayâtımız gibi zâil (geçici), fânî, kararsızdır, hissedip bildik. Ona âid muhabbetimiz, o husûsî dünyamız âyine olduğu ve temsîl ettiği güzel nukūş-ı esmâ-i İlâhiyeye muhabbetimiz döner; ondan, cilve-i esmâya (isimlerin parıltılarına) intikāl eder. Hem o husûsî dünyamız, âhiret ve Cennetin muvakkat bir fidanlığı olduğunu derk edip (anlayıp), ona karşı şedid (şiddetli) hırs ve taleb ve muhabbet gibi hissiyâtımızı (hislerimizi) onun netîcesi ve semeresi (meyvesi) ve sünbülü olan uhrevî fevâidine (âhirete âid faydalarına) çevirsek, o vakit o mecâzî (hakîkî olmayan) aşk, hakîkî aşka inkılâb eder. Yoksa نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ اُولٰٓئِكَ هُمُ الْفَسِقُونَ [Allah’ı unuttular; bu yüzden (Allah da) onlara kendilerini unutturdu. İşte onlar fâsıkların ta kendileridir!] sırrına mazhar olup, nefsini unutup, hayâtın zevâlini düşünmeyerek, husûsî kararsız dünyasını, aynı umûmî dünya gibi sâbit bilip, kendini lâyemût (ölümsüz) farzederek dünyaya saplansa, şedid hissiyât ile ona sarılsa, onda boğulur gider.” (Mektûbât, 1. Mektûb, 8)