Hayırlısı…

İman; ‘dil ile zikr, kalp ile tekrirdir’ derdi hocam. Dilimizle rahatça söylediğimiz (Allah birdir, Peygamber haktır, Namaz dinin direğidir, Hayırlısı olsun, İnşallah gibi…) ifadeleri  ruhumuzla yaşayıp, kalbimizle onaylamamızı ve gönül dünyamızda titreşimler meydana getirip, dil ile dışarı çıkarmamızı söylerdi. Bir volkan gibi... İçindeki hararet hat safhaya ulaşınca (ihtiyaç halinde), lavın dışarı püskürtülmesidir derdi…

Doğrusunu söylemek gerekirse bunları ilk duyduğumda biraz garipsemiş, biraz da anlamamıştım. Yaşım büyük olsa da aklım küçüktü, ufkum dardı. Karanlık dünyama güneş doğunca işler değişti… Şems ile tanışınca muhabbet ne demek, sohbet ne demek, iman ne demek, mertebe ne demek hepsini öğrendim. Esas mesele frekansların uyuşması ve rabıtanın oluşabilmesiydi.

Şemsle tanışmadan önce kavramlara çok takılıyordum,  anlamlarını hemen öğreniyordum ama onu mana dehlizlerimden geçirip doğru yorumlayamıyordum. Metafizik gerilime geçemiyordum. Şems bana dil ile söylediklerin, kalbinde yankı yapmıyorsa, sana geri dönmüyorsa, susmak en hayırlısıdır diyordu. Ben çocukça yöntemler deniyordum, kalbimde seslerin yankılanması için. Hani çocuklar kulakları(hava basıncından) tıkanınca yüksek sesle konuşurlar, anlamsız sesler çıkarıp yankılarını dinlerler ya, bende ona benzer şeyler deneyip, dolaylı olarak kendi sesimi duymak istiyordum. Kendi içimde yankı uyandırmak ve kalbimi doyasıya çarptırmak istiyordum.  Ama çocuklar kadar başarılı olamadım. Çünkü ben o sesin gönül dünyamda yankı yapmadığını biliyordum…

Şems dünyama teşrif buyurduktan sonra anladım ki; bu iş böyle olmayacak. İşin ehline müracaat ettim. Şems, önce dua etmemi, söyledi. Dua kapısı her zaman açıktır...
Bana şu ayetleri hatırlattı:
“Deki; Eğer duanız olmazsa, Rabbimin katında ne ehemmiyetiniz var.” (Furkan suresi/77)
Rabbimiz buyurdu ki; “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min suresi/60)
-Nasıl dua edeceğim, diye sordum?
-Cevabı: ihlâsla… Samimiyetle… Tevekkülle oldu.

Hemen kolları sıvadım.Sadece namazdan sonra dua edilir diye bildiğim için!!! Önce namazlarıma bir çekidüzen verdim. Biraz baştan savma, biraz eksik, birazda noksandı… En kötüsü de çok çabuk unutabiliyordum. Yine soluğu Şemsin yanında aldım. Ve yine o benim kurtarılmama sebep oldu. Eğer kırk gün hiç aksatmadan namazlarını kılarsan, dua edersen, ilk günkü gibi aşkını taze tutabilirsen inşallah bir daha unutmazsın dedi. AŞK kelimesi bir anda beni alıp götürdü.  Dediğini aynen yaptım.(Sağ olsun o da hep benimle beraberdi.) Ve hiç bırakmamacasına sarıldım Rabbimin ipine… Çok kolay olmadı tabi. Şeytanla çok cebelleştim. Nefsimle çok yaka-paça oldum. Sağdan yaklaştılar, soldan yaklaştılar, sen bu işi yapamazsın dediler, nasıl olsa bırakacaksın boşuna uğraşma dediler. Daha neler neler… Sıktım dişimi vermedim namazımı… En sonunda anladım ki şeytan da, nefis te bütün engeller benim içimde. Dışarılarda bir zerre bile yok ki beni alıkoysun.

Allaha çok şükür şimdi hiç geçirmiyorum. Şeytan vaz mı geçti? HAYIR. Şimdide beş dakika sonra kıl, bugün de sünneti kılma, önce şu işini hallet sonra namazını kıl diyor. Ama ‘çoğu zaman’ kandıramıyor. O zaman anladım, gerçekten namaz dinin direğiymiş. Namaz; mü’minin miracı, fakirin haccıymış… Namaz sadece insanın uhrevi hayatını değil, dünya hayatını da kurtarıyor. Yaşamına bir düzen getiriyor, yaşayışını değiştiriyor. Hatta kılık-kıyafetini bile etkiliyor… Namaz benim hem beden sağlığımı, hem de ruh sağlığımı düzeltti. Artık huşu içinde ibadet edebiliyor, dua edebiliyordum. Bazen duama karşılık verildiğini bile duyuyorum, hissediyorum…
Bu ilk aşamaydı… Her şey daha yeni başlıyordu. Esas mesele kendi mi bulabilmekti. Kendi benliğimi, kendi ruhumu tanıyabilmekti.

Namazımı düzeltmem manevi âlemimi de çok etkilemişti. Doğal olarak dualarımda düzene girmişti. Namazın kerameti sayesinde nafile ibadetlerle tanıştım, hayır-hasenatla tanıştım. Söylediklerimin kalbimdeki yankılarını duyar oldum. İnanarak âmin demeyi öğrendim, tam bir güvenle Bismillah demeyi öğrendim, hissederek hayırlısı demeyi öğrendim…  En özel olan ise bütün bu kelimelerin esas manasını öğrendim… bu kelimelerin ruhumu harekete geçirdiğini ve beni tetiklediğini öğrendim. Öğrendiğim bu güzel şeyler beni şerlerden ve şerlilerden korumaya başladı. Toplumumuzdaki ‘namaz yolda koymaz’ darb-ı meselini de yaşayarak öğrenmiş oldum… Sonra baktım ki; kalbimde yapmış olduğum manevi temizlik her yerime sirayet etmeye başladı. Vicdanım kendi kendine virüslerini temizledi. Ana belleğe güzel bir format attı…

Artık duamı sadece başım sıkışınca ve namazlardan sonra yapmıyorum… Her anımda; bana verilenlerin bünyemde meydana getirdiği sorumluluk duygusu ve o verilenlerin şükrünü eda edememenin ezikliği içinde yapıyorum… Artık her el açtığımda; önce bana bu fırsatı verdiği için sonrada bu idraki verdiği için şükrederek başlıyorum duama… Artık dualarımın yarısını şükre diğer yarısını istemeye ayırdım… Artık hem herkes için istiyorum hem hayırlısını istiyorum… 
Ve en önemlisi artık ŞEMS benim içime doğuyor. Hiç batmamacasına bana yol gösteriyor. Kalbimin atışında, nefes alıp verişimde ŞEMS’i duyuyorum.
ŞEMS ben oluyorum, ŞEMS de ben oluyor…

Şöyle bir kıssadan hisse anlatayım;
Bir gün padişah veziri, birkaç komutanıyla beraber ava çıkmışlar. Padişah karşısında seke seke kaçan ceylanı görünce asılmış yayına… Ok nasıl olduysa padişahın parmağını koparmış. Padişah hem elinin acısıyla hem de ceylanı vuramamanın siniriyle söylenmeye başlamış… Tabi padişahı yatıştırmak vezire düşmüş…
-Padişahım vardır bunda da bir hayır demiş…
-Padişahın cevabı ise çok sert ve düşüncesizce olmuş. Alın götürün şunu başımdan, benim parmağım koptu adam hayırlısı olsun diyor, demiş. Ve veziri zindana attırmış. Padişahtan kurtulan ceylan yeni doğan yavrularının yanına, vezirde zindana varmış… Aradan uzunca bir zaman geçmiş. Padişahın canı yine ava çıkmak istemiş. Ama bu sefer komutanlarına başka bir ormana gidilmesini emretmiş… Geçen seferki ormanın uğursuz olduğunu düşünen padişahı burada bir sürpriz karşılamış. Ormanda yaşayan yerli kabile padişahı ve adamlarını kıskıvrak yakalamış ve bağlamışlar. Yamyamlar sırayla herkesi yemişler sıra padişaha gelince; padişahı serbest bırakmışlar. Şaşıran padişah sebebini sorduğunda, daha da ilginç bir cevapla karşılaşmış…
-Bu yerli kabile yarım adam yemiyormuş… Bu cümle padişahı biraz incitse de kurtulduğuna çok sevinmiş. Hemen vezirin yanına gelmiş.Haklıymışsın, her işte bir hayır var demiş ve boynuna sarılmış..Af dilemiş…Duruma vakıf olan vezir,padişahı affetmiş.Hayırlısı buymuş demiş.Eğer siz beni zindana atmasaydınız şimdi yaşamıyor olacaktım demiş…

Evet, her şey de bir hayır vardır. Her şer görülenin arkasında bir hayır vardır. Hayır olan HAKK’ tan gelendir.  Bizde o yüzden olaylar karşısındaki tutumumuz bu yönde olmalı ve hayırlısı diyebilmeliyiz… İsterken de hayırlısını istemeliyiz…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum