Hasta adam ve diriliş

1850’lerden itibaren Osmanlı imparatorluğu iki cenahı heveslendirmiş. Biri Avrupa, özellikle İngiltere ve Rusya’dır. Onu hasta ilan etmişler, bir an önce öldürmek ve paylaşmak hevesine düşmüşler. İlk defa Rus çarı Nikola hasta adam tabirini kullanmış, akabinde İngilizlerle onu nasıl öldürüp pay etmeyi tasarlamıştır. Ama ikisinin arasında gizliden gizliye “büyük parça bana mı yoksa sana mı” çekişmesi sürmüş. Bu da bir yerde devlet-i aliyenin ömrünü uzatmıştır. Devlet aliyedir, devlet aliye Osmanlıda bir efsanedir, bir büyük muazzam değerdir çünkü bütün toplumun babasıdır. Onur, haysiyet, mülkiyet, namus daha neler neler devletin şemsiyesi altında tenebbüt eder. Tiryaki Hasan Paşa Kanije muhasarasında çok az bir kuvvetle kaleyi korumuş. Sultan Hamid Hazretlerinin dikkatini celbetmiş ve benim “ne kullarım varmış“ diye Paşa’ya iltifat-ı azimle hitap etmiştir.

Bediüzzaman 1870’li yıllardan sonra dünyaya gözünü açar. O helaket ve felaket asrının adamıdır. Ondokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren gelen devlet adamları ve üdeba-yı siyasiler hasta adamı diriltmek ve yeni bir ruhla devleti müceddeden inşa etmek istemişler. Cevdet Paşa, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Ziya Paşa, Ali Suavi sair erkanı üdeba ve siyasi hep yeni reçetelerle devleti ihya etmeyi güçleri yettiğince düşünmüş ve ortaya fikirler koymuşlardır. Cevdet Paşa siyasetten katı alaka etmiş sebatkar, sınırlarını bilen bir devlet adamı gibi devleti hukuken ve ilmen yenilemeye gayret etmiş büyük eserler vermiştir. Ama onun dışında Ahmet Mithat Efendi de siyasetten kaçmış, okuyan, düşünen, mülahaza eden, batının gelişmişliği karşısında makul bir duruş sergilemeye çalışan bir entelektüel gurup ortaya çıkarmıştır. Tercüman-ı Hakikat gazetesi onun bu gayret-i mücessemesi ile hakikati neşretmiş, birçok üdebaya mekteplik etmiştir.

Bediüzzaman, bu hasta adamı diriltmek için herkesten çok gayret etmiştir. Çünkü hastanın neden olduğu konusunda kimse onunla aynı teşhisi koymamıştır ve koyamamıştır. Bediüzzaman hasta kelimesine çok büyük bir genişlik getirmiş onu çok anlamlı kelime olarak almış ve ona göre hareket etmiştir. Osmanlı siyaseten hastadır, büyük devletlerin hırsı ve aydınların maceraperestliği karşısında devleti korumak büyük bir siyasi deha gerektirir.

Osmanlı toplumu hastadır, din batının yeni düşünce tarzı karşısında duramayacak kadar geleneksel ve klasik kalmıştır. Onu da bu hastalıktan kurtarmak gerekir. Daha aşağıda toplumun bir kısmını bedensel ve ruhsal olarak telakki tarzı ile hasta olanlar vardır. Bediüzzaman onu da Hastalar Risalesi isimli boyutları ihata edilemeyen bir hasta kelimesinin muhiti içinde değerlendirmiş ve psikanalist gibi, psikolog gibi, sosyal bir psikolog gibi, analitik psikolog gibi bütün hastalık türlerini ve tabibanı içine alan bir genişlikte kelimenin tam anlamıyla bir kutsi deha gibi çareler düşünmüştür.

Asıl büyük hastalık muammayı müşkülküşa olan alemi ilahi boyutta anlamak ve ona göre hareket etmektir. Eski Yunandan beri en çok düşünülen konu budur. Eseri bu zor açılan muammayı çözmek ve anlatmak, ona göre hareket etmeye insanları hazırlamaktır. Muammayı müşkülküşa bir kaç boyutludur. Uluhiyet, rububiyet, melekler, ahiret, neden ibadet ve taat, bütün bunlar muammanın meseleleridir. Hepsi onun dilinde çözüm çarelerini bulmuş ve dar bir telakkiye hapsolmuş bu meseleler semavi genişlik kazanmışlardır.

Bu muammayı müşkülküşanın şubeleri tamamen hasta telakkilerle maraza uğramış toplumun ve insanların bu şubelere makul bakış açıları ile yaklaşması Bediüzzaman‘ın bu çok yönlü hastalıklara yaklaşım tarzı ile olmuştur.

Bütün Risale-i Nur bir Hastalar Risalesi’dir. Hasta ve çoğul eki almış “lar”, yani hastalar. En son şubesini de bedensel ve psikolojik hastalar alıyor ama asıl hastalık ona gelinceye kadar ki Kur’an’ın maksadı esasisi olan mesail konusundaki hastalıklı fikirleri çözümlemek ve insanı ışığa yani vahyin ışığındaki dünyaya çıkarmaktır.

Toplum ahireti anlamak ve yaşamakta hastadır. Bu hastalık eski Yunana kadar uzanır, filozoflara kadar gelir. Onu çözümlemiş. Meleklerin varlığını anlamakta zorlanmak bir hastalıktır onu anlatmış. Şu yeryüzünü bu kadar nesne ve varlıkla dolduran Allah o geniş semavatı boş bırakmaz. Hastalığın en büyüğü Allah’ı bütün tecelliyat-ı esması ve efali ile anlamamaktır. Bediüzzaman da bu hastalığı eserlerinde her yerde defalarca anlatmış ve çözümler üretmiştir.

İbadet neden gereklidir? Neden insan ibadet eder? Cemal-i insanı büyüleyen bir Allah kemal-i insanı hayrette bırakan bir Allah, azameti insanı şaşırtan bir Allah… Bütün bunları gören ve tavır alan insandır. Subhanallah, Elhamdülillah ve Allahuekber ile bu görüntülere tavır alan insandır. İşte ibadet. Daha neler neler hepsini düşünmüş, yeri gelmiş hepsine çareler anlatmış. İnsanları şu sahipsiz telakki edilen dünyada bir misafir ve keremkar bir Rabbin sevimli kulu haline getirmiştir. Bu hastalıktan kurtulunca ortaya bir tip değil karakter çıkacaktır. Bekir Abi başını secdeye koyar, bakar ki Kabe’de, sonra bir bakar ki evinde.

İşte en büyük tabib Bediüzzaman’dır. Onun çözümlediği hastalıktan kurtardığı bu hasta toplum iyiliğe yüz tutmuş ve bu tür insanlardan oluşan devlet de direği olan ferdin sağlam itikadı ile canlanmış ve canlanacaktır. Allah nurunu tamamlayacaktır, birileri istemese de. Yaşasın ümid ve ümmeti Muhammed.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum