Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

En Hafif Suret

Türk edebiyatının önemli, sembolik ve "Merdiven" şiirinin şairi Ahmet Haşim'in şiirlerinin yanında, çok güzel düz yazıları da var. "Bize Göre" adıyla derlenmiş bir deneme kitabında, çok akıcı bir üslupla yazdığı "Başparmak" yazısında, başparmak için, "Diğer parmaklarla birleşip iş görebilecek vaziyet almasıdır ki insanı diğer unsurlardan üstün yapıyor" tarifini yaptıktan sonra "Hatta bugünkü Amerika'yı başparmak, Orta Çağı da akıl yapmıştır." tespitine de yer veriyor. Tespitlerinde daha da ileri giderek "Şehir kurmanın, medeniyet inşa etmenin, sanayinin de ancak bu parmak sayesinde kurulabildiğini" ilave ediyor.

Başparmak gibi değerli, başka uzuvlarımız da var. Fakat bunların pek farkında değiliz. Ya da yokluklarında farkına varıyoruz. Geçenlerde görmesi olmayan bir kardeşimizi dinlemiştim. "Bir an görme hakkınız olsa, neyi görmek istersiniz?" sualine arkadaşımız "Sadece annemin merhametli yüzünü görmeyi çok isterdim." cevabını vermişti. Bizler ise, ne görmemizin ne de annemizin yüzünü görebilmemizin değerini hakkıyla bilebiliyor muyuz acaba? Demek, her an bizimle olan bir nimet, hak ettiği değerde olmuyor. Göz öyle de diğerleri ondan aşağı mı acaba? Onlar da kendi makamlarında hep birinci.

Cenab-ı Allah, ilâhî hitabında birkaç yerde "Kalpler, gözler ve kulaklar verdik." buyurmakta. Nahl Suresinin 78.Âyetinde yaratılış mucizesi olarak sırayla yer verilen "kulaklar, gözler ve kalpler" anne rahminde de aynı sırayla yaratılıyor. Yani âyetteki kelâmî sıralanışla, yaratılıştaki tekvinî sıralanış aynı. Araf Suresinin 179.Âyetinde ise, yaratılış değil; cehennem ehli ele alınmakta ve uzuvların görevleri öne çıkmakla ve sıralama da bu sefer "kalpler, gözler ve kulaklar" olarak verilmektedir. Çünkü imanın tahsili, sırayla başta kalple, kulakla ve gözle olabilmektedir. Kalbin sesini dinlemede kulak önem kazanmakta; sanatı gören göz de sanatkâra intikal edebilmektedir.

Penceresi, ev için ne kadar önemliyse; göz de vücut için o kadar hayatî. Yani ruh bu âlemi göz penceresinden seyrediyor. Bir önemli husus daha var ki o da gözün yeri. Gözlerimizin koltuk altında ya da ensemizde olduğunu düşünmek bile istemeyiz. Ama ihtimal dahilinde olan bu tanzimler olmamış; gözlerimiz, vücudumuza ve görmemize en uygun yerde olması tercih edilmiş.Bu güzel tanzim, ihtimaller sayısınca bir müreccihi (tercih edeni) göstermez mi?

Buradan sözü, nurların çeşitli yerlerinde geçen ve bu iktisatlı yapılışı hulâsa eden, çok zaman derslerde de nazarlara vermeye çalıştığımız bir cümleye getirmek istiyorum.

"Sâni-i Zülcelâl, ism-i Hakîmin muktezasıyla her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle takip ettiği gösteriyor ki israf, abesiyet, faidesizlik fıtratta yoktur."

"Az sermaye ve vakit ile, çok netice almak sanatı" olarak tarif eden iktisadın her şeyin yaratılışında en hafif, en kısa, en kolay ve en faydalı şekilde takip edilmesi ve uygulanması, yukarıdaki cümleden başka nasıl ifade edilebilir ki? Aynı husus 15.Pencere'de de yerini bulmuş.

"Her şeye, o şeyin kabiliyeti mahiyetine göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü sanat ile tertip edilip en kısa yolda, en güzel surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay şekilde.... israfsız, hikmetli tarzda vücudunu vermek..."

Bağdat'ta doğup Arap asıllı olan Ahmet Haşim ve o dönemin melankolik nesli, hem edebî ve estetik yönlerden hem de bir hakikati beliğane ifade açısından şaheser ve serlevhalık yukarıdaki alıntıları eğer okuyabilselerdi; muhtemel tereddütlerinden kurtulacaklarını ve Haşim'in bir başparmak için yaptığı tespit ve öngörülerini her bir uzuv için de yapabileceğini görürdük belki de.

Aynı hakikat haşrin akli delillerle ispat ve izah edildiği 29. Söz'de ise "Fıtratta israf ve hilkatte abesiyet olmadığına delil, Sâni-i Zülcelâlin her şeyin hilkatinde, en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihap etmesidir." cümleleri ile yerini bulmuş. İsrafsızlığın ve güzel keyfiyetin haşirle ne alakası var ki yer verilmiş bu cümleye? Çok alakası var. Kâinatta ve yaratılışta israf yapmayan Allah, kâinatın en mühim neticesi olan insanı ve yüksek keyfiyetini yokluğa gönderip israf eder mi? Bu kadar mâneviyat, meyiller, fikirler, nispetler akrabalıklar ve dostluklar; bu kadar ibadet, zikir ve tesbihler neticesiz kalır mı? Kalmaz elbette. Böyle bir israfa Allah, müsade etmez.

Maddî, cismanî ve camid (cansız) bir kafada ahsen-i takvim şeklinde; mânevî, gaybî ve hayattâr, bir Rabbanî boya ve süs olarak açılan hitap çiçeğini(konuşma kabiliyetimizi) nasıl izah edeceğiz? Düşünün ki cansız ve maddî bir kafa, bir plak,bir fonograf gibi konuşmaya başlıyor. Hem de asırlara seslenerek konuşuyor. Bugünkü sosyal bilimler, harf için, anlamsız bir gürültü tabirinden başka bir tanım getiremedi. Hitap etmek ve beyanda bulunmak, muhatap olmak, dinlediğini anlamak, anladığından yeni fikir huzmeleri üretmek, hem de maddî bir kafadan bunların sudur etmesi "yüksek bir iktisatla ve hafif bir suretle" ağıza takılan basit bir et parçası olan dil, binlerce tadı alabilmesinin aynı anında konuşabiliyor, hitap edebiliyor. Bir tırnak kadar hafıza, sesten tut şekle; tatların nevilerinden tut kokuların çeşitlerine kadar hepsini devamlı değişime uğramasına rağmen muhafaza edebiliyor. Hem iktisat hem de hafif suretin en mucizevî örneği başka nasıl olabilir?

İnsan kafasına takılan gözler, binlerle güzelliği ayırt edebildiği gibi; kulak hiçbir sesi birbirine karıştırmıyor. Kâinatın düzgün çalışması sayesinde elimize aldığımız bir lokmayı, aynı anda hem görmemiz hem koklamamız sayesinde aynı anda da ağzımıza alabiliyoruz. Çok kısa yoldan mideye gönderdiğimiz lokma, onlarca görevi yapan midemizde parçalandıktan sonra, beş bin görevli karaciğer ve yüzlerce görevi aksatmadan yapan akciğer ve böbreklerimize ulaştırılmakta. Her şey, azâmî sayıda görevini, tam ve iktisatla yerine getirmekte.

Bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübârek hayvanlar, basit bir ot almakta, bir ottan en az sekiz mâmül madde (et, süt, yün, deri, kan, kemik, gübre...)üretmekte, bize tam iktisat dersi vermekteler. En hafif suret, en kısa yol başka nasıl olur? Ağaçlar mineralden şeker üretip bize en güzel gıdayı takdim ederken, aynı anda bizim karbonumuzu gıda olarak alıp bize oksijen göndermekte. Acaba hem zehir hem de balı aynı maddeden üreten arı gibi hafif bir icat yapılabilir mi?

Evet dostlar, nereye bakarsanız en hafif sureti, en iktisatlı yaratılışı, en kısa yolu göreceğiz. Bütün bunlar, Cenab-ı Allah'a, yaratılanların bütün özellikleri adedince delil olmaz mı? Ve Cenab-ı Allah'a en kısa yoldan götürecek yolu bize göstermez mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum