Gözyüzünden habersiz yaşamak…

Aynalar Yolumu Kesti

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Ayna dinde, tasavvufta, sanatın her dalında, özellikle şiirde farklı imajlara kaynaklık eder. Cumhuriyet sonrası şiirimizde Tanpınar, Cahit Sıtkı, Asaf Halet Çelebi, Necip Fazıl’ın ayna şiirleri vardır. Sanat eseri sanatçının aynasıdır, ona bakınca sanatçıyı hatırlarız. Günlük hayatta ayna kişiyi gösteren bir gösterge unsurudur.

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Görünür kişinin rütbe-i aklı eserinde.

Kişi işinin kalitesidir, iyi ise iyi kötü ise onu kötü gösterir.

Bazen da ayna dünyadır, kişi dünyasını ruhunun yansıması aynası olarak görür, iyi şeyler yapan dünyayı iyi görür, dünya ona göre şekillenir, kötü şeyler yapana da dünya kötü görünür.

“Oğlum ayineye benzer dünya
Ne yaparsan o olur cehrenüma” demiş şair.

Tasavvufta ayna daha derin anlamlar taşır, bütün varlıklar Allah’ın sanatının aynalarıdır. Biz Allah’ı sanatında fiil, isim, sıfat ve zat sıralamasına göre görür seyrederiz. Yunus Emre Hazretlerinin;

“Her nereye baksam dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri” demesi yine aynadan doğan apokaliptik imajdır.

İçimizde bir ben var o biz değiliz
Beni bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içeri.

Sen aynaya bakarken seni mi yoksa başkasını mı görürsün. O zaman aynayı kirletme. Nasıl kirli ayna silinirse kirletilen insan aynası da tokat ve musibetle temizlenir ama bu “aynamı neden kirlettin”in cezasıdır. Bazı aynalar çok kirletildiği için onlar artık burada temizlenme özelliklerini kaybetmişlerdir, başka yerde temizlenirler.

Allah’ın eserleri O‘nun aynalarıdır. Bu yüzden kitabımızda fenzur yani “bak” kelimesi çok zikredilir. Bak demek yani eserlerime aynalarıma bak demektir. Eserlerinde sanat sanatçı ilişkilerine göre onlara bakmak nafile ibadetten hayırlıdır, çünkü derinlikli bir işlemdir. Dünya Allah’ın güzel sanatlar galerisidir, çirkin bir şey yok, insan ve gözleri olan canlılar bu eserleri seyretmekle mutlu olurlar.

Necip Fazıl otuz yaşına kadar bohem, kendi tabiriyle gökyüzünden habersiz yaşamış.

1934 yılında bir akşam çalıştığı bankadan Boğaziçindeki evine dönmek için bindiği Şirket-i Hayriye Vapuru’nda karşısına oturan ve gözlerini ondan ayırmayan, o güne kadar  hiç görmediği bir daha da göremeyeceği Hızır tavırlı diye nitelendirdiği bir adam ona Abdülhakim Arvasi diye bir yol göstericinin ismini verdi. Bu olaydan çok sonra bir Cuma günü ani bir hatırlamanın ardından verdiği kararla Abdülhakim Arvasi’nin Ağacamiinde vaazını dinlemeye gittiler. Abidin Dino ile. Abdülhakim Arvasi onları evine davet etti.

“Belki üç, belki beş saat süren o günden o günkü konuşmalardan hatırladığım yalnız bir ahenk çağlayanı. Başka bir şey bilmiyorum. Sonra sonra, seyrek de olsa dokuz yıl süren temaslarım içinde bahislerin hemen bütün köprübaşlarını kelimesi kelimesine hatırlıyorum da o günden o günkü konuşmalardan ben de Kloroform tesiri gibi bir kendimden geçme hissinden başka bir şey hatırlamıyorum.

Evet akşam Eyüp’ün üstüne bir seccade gibi bir hamlede düşmüş sandım. Evden çıkıp etrafıma bakınca farkına vardım da ondan. Sade akşamın mı, kendimin, nerede olduğunu, nereden gelip nereye gittiğim de…

Bu etkiyi şöyle şiirleştirdi.

Tam otuz yıl saatım çalışmış ben durmuşum
Gözyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.

Hayatının en büyük dönüm noktası olan bu karşılaşma ve bağlanma, onu soru ve sorunları için güvenli ve güvenilir bir adres sağlamış olmasına rağmen yaşantısındaki düzensizlikten ve dağınıklıktan tamamen kurtulabilmiş değildi. Kazanarak vazgeçmekle, vazgeçerek kazanmak ya da kazanarak kaybetmekle, kaybederek kazanmak arasında bocalıyordu. (NFK, K Bakanlığı, 50-51)

Aynalar Yolumu Kesti şiiri bocalamasının psikanalitik ve psikoteolojik buhranlarının bir delilidir.

Aynağa baktığında kendini suçlu görmektedir, bu yüzden suçlu adama dik dik bakıldığı gibi aynanın kendine dik dik, sen suçlusun diye bakmasından. Ona suçluların yakalanması gibi “işte yakalandık kelepçelendik” der. Gökyüzünden habersiz yaşamak, ordan inen ışığın, nübüvvetin, uluhiyettin, rahmetin, kütüb-i mukaddesenin vahyin farkında olamamak en büyük suçluluk. Beklenmedik, umulmadık bir anda karşısına çıkmıştır, aynalar, onu uyaran aynalar, onu hilkatin özeti olan aynadaki Necip Fazıl uyarmış, tıpkı Geylani Hazretleri kuyruğundan tuttuğu ineği sürerken, inek dönmüş onun yüzüne “sen bunun için yaratılmadın” o döner annesinden izin alır ilim tahsiline gider. Tıpkı Mevlana gibi Şems’i görünce şaşırır, bir altın külçesi iken yanar ve şekillenir, tarih ve din bu büyük değiştirici karşılaşmaları anlatır.

Başı onu uyarmış ve başına vurmuştur tokmağını, yaratılıştan onun mimarından ayrı yaşamak kaçmak en büyük suç, bu yüzden bu suçlar yüzünde imzaya dönüşmüş, ona mazinin kirli anlarını hatırlatır. Artık karanlık içine vahşin uyaran ışığı girmiştir, ampül yanmaya başlamıştır. İnsan kendinden habersiz olursa kendi cezasını kendi yapmış ve onaylamıştır, en büyük ceza insanın vicdanının insana verdiği cezadır.

Ayna dipsiz berraklıktır, ulvi mahkemedir, ayna şahitsiz insanı suçlar, her ayna ya baktığında insana onun yaptığı hinlikleri hatırlatır, her yerde vardır. Zayi edilmiş bir ömrün ve bedenin sefaletini anlatır ona ayna, beden o sefil vücudu taşır sanki lanetli gibi. Dünyanın kendi etrafında dönüp ortaya çıkardığı en büyük sermaye olan bir günü ve günleri yerinde kullanmamıştır, onları zayi etmiştir. İnsan ömrünün hesabını verecektir, bir gün kaç liraya alınır, semavattan. Kutsi sermayedir ömür eştera minel müminine satın alınan bir vücuttur karşılığı semavi memnuniyettir. Onu yersiz yerlerde yemiş bitirmiştir. Doğmayan güneşlere bağlanmıştır etrafında ne bir sinek ne bir seyyare var. En sıradan şeylerin vadine kanmıştır. İrade kalbin elinden köpek olan nefsin eline geçmiştir, köpek istediği gibi istediği yere götürür, parçalar, parçalatır. Sağlıklı düşünememenin bedeli günah ve yolu kapadan siyahi. Bu halini görünce merhamet ister merhamet bahrinden, dünyaya kepenk kapatmak ister, nuh tufanı kadar suyla kaplansa kirleri çıkmaz. Bu yüzden artık geri dönemez, aynalar yolunu kesmiştir, müstakim yoldan geri dönemez.

Çile

Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç!

Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.

Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir çektiğim mesafelerden!

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.

Lûgat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz?

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mâverâ dede.
Yandı sırça saray, ilâhî yapı,
Binbir âvizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimarî, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni âhenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...

Allah doğudan  iki vahyin ışığında adam çıkarmış biri Arvasi Hazretleri Necip Fazıl’ı bir anda edebiyat ve sanatın potasında dini  sentezleyen adam yapmış, Türkün bahtını aydınlatan adamlardan biri. Sen istediğin kadar kurumları asırların müesseselerini yık, kiminle kavgadasın ey ucube.Mevlanın yaktığı mumu kim söndürebilir.

Yine bir adam Çıkmış o da dine saldıran batı felsefesi ve ilmini ,ateizm ve nihilizmi zirü zeber etmiş Allah onlardan razı olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.