Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Genel mantık kuralları

Her ilimde olduğu gibi mantık da genel kurallar ve kanunlar üzerinde cereyan eden bir ilim dalıdır. Kanun ve Kural adı verilen değişmez temeller olmazsa “İlim” olmaz. İlim kanunlar üzerinde yükselen bir disiplindir. Bütün bilimler kendi kuralları ve kendine has literatürü ile sistemini kurar. Biz burada literatür ve ilmin kendine has dilini teşkil eden kavramlarından çok sistemini kurduğu temel kurallar üzerinde duracağız. Her ilmin bir mantığı olduğu gibi, mantığın da kendine özgü temel kuralları vardır. Bütün kuralları tespit etmek elbette çok geniş bir araştırma ister ve yeni kuralların/kanunların keşfi ile o ilim daha da genişleyerek tekâmül eder. Bu bizim haddimizi aşar. Biz burada genel kabul görmüş kurallardan bazılarını maddeler halinde belirleyerek örneklerle açıklamalarda bulunacağız.  

1. İspat İnkârdan Kolaydır:
Bir hükmü ispat etmek inkâr etmekten daha kolaydır. Bir şeyin varlığını ispat etmek için onun emarelerini veya kendisini göstermek yeterlidir. İnkâr için ise her şeye ve bütün zamanlara ihata lazımdır. Varlığın ispatı çok kolaydır. Yokluk ise ispat edilemez. Mantıkta kural şudur: “Mutlak yokluk ispat edilemez.” Bir kitapta bulunan bir yanlışı ispat etmek için o yanlış cümleyi sayfası ve satırı ile göstermek yeterlidir. Ama öyle bir yanlışın olmadığını ispat etmeniz için koca kitabın bütün sayfalarını ve satırlarını göstermeniz gerekir ki yokluğunu ispat edebilesiniz. Bunun için “bir ispat edici, bütün inkârcıların hükmünü hiçe indirir.” Bir meselede ispat edicinin sözü inkâr edicilere müreccahtır. (Mesnevi-i Nuriye, 2006, s. 135) Bir de dünyaya, kâinata ve ahrete bütün zamanlara bakan ait inkârlar hiçbir cihetle ispat edilemezler. Bunun için Allah’ı, melekleri ve ahreti inkâr edenlerin inkârlarının hiçbir ilmî, mantıkî ve aklî kıymeti yoktur. Bu konuda bir iki ispat edici bütün inkârcıların inkârlarını hiçe indirir. (Şualar, 2005, s.168-169)
Düşünce doğruyu bulursa buna “Bürhan” denir. Doğrulardan yola çıkarak yanlış sonuçlara ulaşırsa buna “Safsata” denir. Bir de mantık hataları vardır. Mantık hataları sonuçta safsataya götürür.

2. Sınırsız Genellemeler Mantık Hataları ile Sonuçlanır:
Mantık hatalarından birincisi “Sınırsız Genellemeler”dir. “Bütün” “Her” “Asla” “Her zaman” “Hiçbir zaman” gibi genel ifadelere dayanan hükümlerdir. Bunların mutlaka istisnaları vardır. Genel ifadeleri her zaman doğru kabul etmek insanı yanıltır. “Bütün kuşlar uçar.” “Bütün Kürtler cahildir” gibi genel ifadeler genellikle safsata ile sonuçlanır.
“Görmediğime inanmam” gibi peşin hükümler, “adam bakalım ne kadar zengindir; gördüğü ilgiye baksana” gibi faraziyeler “bu defa bu adamı seçelim, karısını yeni kaybetti” gibi duygusal yaklaşımlar, “ne zaman şemsiyemi unutsam yağmur yağar” gibi sebep-sonuç ilişkilerini konu alan yargılar sonuçta yanlış çıkarımlardır ve safsata ile sonuçlanan mantık hatalarıdır.

3. Yanlış Kıyaslar Yanlış Sonuçları Doğurur:
Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyaslardır. Bu gibi kıyaslar gerçeğe aykırıdır. İslamı Hıristiyanlık dinine kıyaslamak ve “Avrupa taassubu terk etti medenileşti, biz de dini terk edersek medenileşiriz” yargısı buna en güzel örnektir. (Mektubat, 2004, s.741) Yine “Vacibu’l-vücudu mümkünü’l-vücuda, Allah'ın işlerini insanların fiillerine kıyas etmek kıyas-ı maalfarıktır.
Tabiatı mistar iken masdar tahayyül ve kabul etmek de neticesiz bir kıyastır. (Mesnevi, 2006, s.391; Muhakemat, 2006, s.173)
Aynı şekilde icad ve ibday-ı ilâhiyi, kulun sanatı ve kisbine kıyas etmek “kıyas-i hâdî” yani aldatıcı kıyastır. (Muhakemat, 2006, s. 176-177) insan kendisini bu gibi kıyaslardan kurtaramadığı için çıkarımları da yanlış olmaktadır ve insanı aldatmaktadır.
Geçmişi, gelecekle kıyaslamak, Ali’yi Ahmet’le kıyaslamak gibi farklı şeyleri birbiri ile kıyaslamak da “kıyas-ı hâdi-i müşebbih” (Muhakemat, 2006, s.208) denen yanlış kıyas türüdür ve insanı yanıltır.
İnsanı yanıltan kıyas nevilerinden birisi de sadece iki ihtimal üzere kurulan kıyaslardır. “A, B’den büyüktür veya küçüktür.”  Burada iki ihtimal dışında üçüncü ihtimale imkân bırakılmaz ve bu da insanı yanıltır. Eşit de olabilir.

4. Şartlı Önermeler Kesinlik İfade Eder:
Şartlı Önermeler şartlara bağlı önermelerdir. Şartın biri tahakkuk etmişse, diğeri de otomatik olarak tahakkuk eder. Biri bulunmazsa diğeri de otomatik olarak bulunmaz.
Misal 1: “Ne zaman güneş doğarsa gündüz olur.”
Misal 2: “Sebep maddi ise, müsebbibin yanında ve içinde bulunmak lazımdır.” (Lem’alar, 2005, s.425) “Bir mevcudun vahdeti varsa elbette bir vahiden, bir elden sudur edebilir.” (Lem’alar, 425-426)
Misal 3: “Müteaddit eller bir işe karışırsa o iş karışır.” (Lem’alar, 2005, s.883)
Misal 4: “Kesret vahdete isnat etmediği takdirde, vahdeti kesrete istinat ettirme mecburiyeti vardır.” (Mesnevi-i Nuriye, 2006, s.33)
Ayrık şartlı önermelerin “hakikiye” kısmında, şayet iki önermeden biri doğru ise ikincisi yanlıştır. İkisi birden doğru ve ikisi birden yanlış olmaz. “Sayı ya tek olur veya çift olur” önermesinde olduğu gibi… Bir şey ya vardır veya yoktur. Vücud ve adem gibi… “Kur’ân-ı Kerim ya beşer kelamıdır veya Allah kelamıdır. Ortası olamaz.”
Misal 1: “Kâinatın envaını hikmet dairesinde insanın etrafına toplayıp bütün hacatına kemâl-i intizam ve inayet ile koşturmak iki haletten birisidir. Ya kâinatın her bir nevi kendi kendine insanı tanıyor, itaat ediyor, muavenetine koşuyor. Bu ise yüz derece akıldan uzak olduğu gibi, çok muhalatı intaç ediyor. İnsan gibi bir aciz-i mutlakta en kuvvetli bir Sultan-ı Mutlak’ın kudreti bulunmak lazım geliyor. Veyahut bu kâinatın perdesi arkasında bir Kadir-i Mutlakın ilmi ile bu muavenet oluyor. Demek kâinatın envaı insanı tanıyor değil, belki insanı bilen ve tanıyan, merhamet eden bir Zatın tanımasının ve bilmesinin delilleridir.” (Lem’alar, 2005, s.257)
Misal 2: “Anasırın her bir zerresi, her bir cism-i zihayatta muntazam işler veya işleyebilir. Eşyanın intizamatı ve kavanin-i teşekkülatı birbirine muhaliftir. Onların nizamatı bilinmezse, işlenilmez. İşlenilse de yanlışsız yapılmaz. Hâlbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise hizmet eden zerreler, ya bir ilm-i muhît sahibinin izin ve emriyle ve ilim ve iradesiyle işliyorlar vehayut kendi kendilerine öyle muhît ilim ve kudret bulunmak lazım geliyor.” (Sözler, 2004, s.894)
Burada kesinlik söz konusudur. Kur’ânın beşer kelamı ve zerrelerin her birinin birer ilah olma ihtimali asla söz konusu olamaz.

5. Belirsizlik Teorisi ve İhtimaller Hesabı Saçmadır:
İhtimaller üzerine hüküm bina edilemez. Bir delilden ve emareden kaynaklanmayan bir hükmün önemi yoktur. Her insan kâtil olabilir ve her kibrit bir evi yakabilir. Bu ihtimal ile kibritleri imha etmek ve insanları hapse tıkmak saçmalıktır.
Klasik mantıkta bir şey ya vardır veya yoktur. Modern mantıkta ise üçüncü bir şık olan “ihtimaller” mefhumu üretilmiştir. Bu da Heisenberg’in “belirsizlik teorisidir.” Kâinatta abesiyete yer olmadığı için bu belirsizlik teorisi saçmadır ve sonucu safsataya çıkar. Bir şey ya vardır veya yoktur. Şayet bu eşya ise “Eşyanın hakikati sabittir.” Sofestailerin iddiaları bu noktada geçersizdir. Zira gerçekte olmayan hayal dünyasında olabilir. Hayal dünyası zıtlıkların ve muhallerin cevelangahıdır. Hakikatte bir araya gelmesi mümkün olmayan şeyler hayal dünyasında beraber bulunabilirler. En uzak ihtimaller hayalen en yakın olur. Hayal ise hakikate dayanmadıkça hiçbir şey değildir. Kâinatta Allah’tan başka ilahlar iddia etmek, tabiata ve esbaba şirk isnat etmek böyle bir saçmalıktır.
Kâinatta Allah’tan başka şeriklerin bulunması muhaldir. Zira yüce Allah “Müstağniyun anhâ” ve “Mümteniun bizzattır.” Yani şeriklere hiç ihtiyacı olmadığı gibi, vücutları da muhal oldukları halde onları dava etmek, sırf tahakkümîdir. Yani, aklen, mantıken, ilmen ve fikren şerikleri dava edecek hiçbir sebep bulunmadığı için zorlama anlamsız sözler, muhal ve safsata düşüncelerdir. Kâinatta ve mümkünatta şeriklere yer olmadığı halde inkârcının hayalinde ve zihninde yer bulabilmektedir. Bu gibi iddialara İlm-i Usul-i Dinde “tahakkümî” yani zorlama önermeler ve zorla kabul ettirme denir. Hâlbuki ilm-i Usuli’d-dinde “Bir emareden, bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin ehemmiyeti yoktur. Yakîn-i ilmiyi sarsmaz.” (Sözler, 2004, s. 928) Mesela, ihtimal ki on üçten küçük olsun. Ama bu ihtimal bizim bilgimizi ve ilmimizi sarsmaz. Birisi üçün ondan büyük olduğunu iddia etse ve ispat için havada yürüse veya uçsa bizim bilgimiz sarsılmaz. Ancak nasıl olur da havada yürüyebilir ve uçabilir diye hayretimizi celbeder. Bu nedenle, kâinatta şirke emare ve ihtimal yokken ve buna ihtiyaç da yokken, şirk ihtimalini ona bina edeceğimiz hiçbir emare de bulabilmiş değilken ve herhangi bir delilden neş’et etmediği halde şirki iddia etmek muhaldir, mümtenidir, safsatadır, mahz-ı cehalet ve ayn-ı belahettir.
Bu ihtimal mefhumı “Hegel’ci diyalektiğin” saçmalığıdır. Bir şeyin aynı anda hem A hem de B olma ihtimali varlık dünyasında mümkün değil, şirk gibi Hegel’ci kafaların hayal dünyasında bulunur. Hiçbir delile ve emareye dayanmamaktadır. Varlık dünyasında kesinlik vardır ve diyalektiğe hiç de gerek yoktur.

6. Hakikatin Zıddına İnkılâbı Muhaldir:
İhtimaller ve Belirsizlik Teorisi sebeplere dayalı, sebep-sonuç ilişkisini sağlayan determinizmi yıkmaktadır. Determinizm “sebepsiz hiçbir şeyin olmayacağı” “aynı sebeplerin aynı sonuçları doğuracağı” ilkelerine dayanır. Ancak sebepler aciz ve cahil oldukları, ilim, irade ve kudret gibi yaratıcı vasıfları olmadığı için yaratıcı kudrete dayanarak hikmetli ve intizamlı fiillere sebep olabilir. Kendi kendine iş görmesi muhaldir. Zira en basit bir şeyin varlığı ve sebepleri kullanarak bir değişim meydana getirmek ve yeni bir şeyi oluşturmak “ilim, irade ve kudret” sıfatlarının varlığına bağlıdır. Bilmeyen, iradesi ve kudreti olmayan hiçbir fiili gerçekleştiremez. Bunlar birer hakikattir. Hakikatlerin zıtlarına ınkılabı ise muhaldir. Yani, ilim, irade ve kudret gerektiren bir şeyin ilimsiz, iradesiz ve kudretsiz vücuda gelmesini iddia etmek muhaldir.      
 “Inkılab-ı hakâik ittifaken muhaldir. Inkılab-ı hakâiık içinde muhal ender muhal, bir zıddın kendi zıddına ınkılab etmesidir. Bu ınkılab-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhal olan şudur ki, bir zıt kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ, nihayetsiz bir cemal ve güzellik, hakiki cemal iken, hakiki çirkinlik olsun. İşte bu, dünyada muhal ve batıl misallerin en acîbidir.” (Sözler, 2004, s.123)
İman aklın ihtiyarı iledir. (Sözler, 959) İnsanların şirke ve küfre düşmelerinin sebebi akıl ve mantıkla hareket etmeleri değildir. Dünya bir imtihan ve tecrübe yeri olduğu için “Allah akla kapı açar ve ihtiyarı elinden almaz.” (Sözler, 957) Ama ne var ki cehalet, kibir, inat ve haset gibi sebeplerle, delilsiz, ihtimaller hesabına dayanarak, sırf bir emr-i ademi ile, yani kabul etmeyip inkar ederek dinin emrine körü körüne itiraz ve red vardır. Bu da şeytanın telkini ve nefsin dinin mükellefiyeti altına girmekten kaçınmasından kaynaklanmaktadır.

7. Aklî Hükümler Üçe Ayrılır ve Bu Üç İhtimal Dışında Olamaz:
Akla ve mantığa göre bir şeyin varlığı konusunda üç ihtimal vardır. Bir şey aklen ya “vücup” ya “imkân” veya “imtina” ifade eder. Yani bir şey aklen ya gereklidir, buna “Vacip” denir; veya imkansızdır, buna “Muhal ve Mümteni” yani imkansız denir; veya varlığı ve yokluğu imkan dahilindedir; buna da “Mümkün” denir.
Misaller:
Allah kendi zatının gereği olduğu için Allah’ın varlığı zorunludur. Bunun için Allah'a “Vacibu’l-Vücut” denilmiştir. Yokluğu imkânsızdır, yani muhaldir. Allah'ın dışındaki varlıklar kendi zatî varlıkları olmadığı için varlığı ve yokluğu Allah'a bağlı bulunduğundan mümkünattandır. Varlığı ve yokluğu müsavidir. Varlığı ve yokluğu sebeplere bağlı olan şeye mümkün denir. Eşyanın varlığı ve yokluğu ilk sebep olan Allah'ın yaratmasıdır.
Ateşin yakıcı olması zorunludur, soğuk olması imkânsızdır, yanması ve sönmesi mümkündür.
Aşağıdaki önermeler bu hususta en güzel misalleri oluşturmaktadır.
“Vahdette vücup derecesinde bir suhûlet ve şirkte imtina derecesinde bir suûbet vardır.” (Mektubat, 2004, s.430) “Bir şey zâti olsa, arzî olmazsa, onun zıddı ona müdahale edemez. Çünkü cem-i zıddeyn lazım gelir. Bu ise muhaldir. Demek zâtî olan bir şeyde meratip yoktur. Madem Kadir-i Mutlakın kudreti zatîdir. Mümkünat gibi ârızî değildir ve kemâl-i mutlaktadır. Onun zıddı olan acz ise, muahldir ki ona tedahül etsin.” (Sözler, 2004, s.153-154)
“Nuru neşredenin nursuz, icad edenin vücutsuz, icab edenin vücubsuz olması muhaldir.” (Mesnevî, 2006, s.292)
“İmkan, müsaviü’t-tarafeyn’dir. Yani vacip ve mümteni olmayan, belki mümkün ve muhtemel olan şeylerin vücud ve ademleri, bir sebep bulunmazsa müsavidir, farkları yoktur. Bu imkan ve müsavatta az-çok, büyük ve küçük birdirler. İşte mahlukat, mümkündürler ve imkan dairesinde vücut ve ademleri müsavi olmasından, Vacibu’l-Vücud’un hadsiz kudret-i ezeliyesi bir tek mümküne vücut vermesi kolaylığında bütün mümkünatın vücudu, ademin muvazenesini bozar, her şeye layık vücudu giydirir.” (Şualar, 2005, s.1019)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.