Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Fen dersleri aslında din dersidir

Gençlik merkezlerindeki seminerler devam ediyor. Bu haftanın cuma gününün geç saatlerinde, yanımızda Vakıf arkadaş Abidin Küçükağtaş'la Of ilçemizin Gençlik Merkezi'nde Ahmet ve Mehmet arkadaşlarımızın organizesiyle ortaokuldan liseye, imam hatipliden üniversiteye çeşitli kademedeki gençlerle buluştuk. Bu sene başlayan "mânevî rehber" uygulamasının Of'taki görevlisi, çok muhterem Ergün Bıyık Hocamız da dinleyiciler arasındaydı. Üniversiteden Ufuk kardeş ise, zaten Gençlik Merkezi müdavimlerindenmiş. Hem şevkli hem gayretli olan Ufuk'la tanışmak önemli. Bu tanışmamızın, hizmetlere medar olmasını temenni ediyorum. 

Tam tevafuk, bu sabah Dost televizyonunda Seyfettin Bulut hocamızın da bizim seminerde işlemeye çalıştığımız konulardan birinin üzerinde durduğunu gördüm. Yukarıdaki başlığı da onun konuşmasından aldım. Asırlarca, özellikle son yüzyılda, belki de kasıtlı olarak fen ve din ilimleri ayrımı yapılmış, yapılıyor. Buraya kadar fennin konusu, din bu işlerle ilgilenmez, hepten ayrıdır, diye nesiller dine mesafeli yetiştirilmiş. Din derslerinde, iman hakikatlerinin dersini alan bir genç, fen bilimlerine giriyor. Orada din öğretmeninin Allah dediği yerde fencinin "tabiat gereği, sebepler yaptı, kendiliğinden, tesadüfen oldu, zaten böyledir" gibi esassız cümle ve telkinleri ile karşılaşınca, bir tercih ile karşı karşıya kalıyor ve bocalıyor. Bu bocalama ciddi tahribatları ve dinden uzaklaşmaları netice veriyor ve vermekte. Âdeta insanlar özellikle lise ve üniversite gençliği, dinsiz yaklaşımların hedefinde. Kafalardaki tereddütler giderilmeyince, Ispata, iknaya dayanmayan pansuman izah ve itici tavırlar gençleri dinden daha da uzaklaştırıyor. İkna edici izah ve ispatlarla karşılaşınca, rahatlamalarından "Şimdi anladım işte." sevinç cümlelerinden bunu anlıyoruz.

Bir lisede, genç bir öğrenci arkadaşımızın "Hocam iki ateist kişi sınıfı esir aldı. Onlara karşı bir şey diyemiyor ve susmak zorunda kalıyoruz." demişti. Aynı lisenin din dersi öğretmenini o gençlerle buluşmamıza vesile olmasına ikna edemedik. Başka yollar deneyerek, o gençlerle buluştuk ve o sınıfı, esaretten biiznillah kurtarmıştık.

Gençlik merkezlerindeki konuşmamızın bir yerinde buna işaret ettik. 40'lı yıllarda Kastamonu'da Bediüzzaman Said Nursi'ye "Allah'ı bize tanıtır mısın?" diye gelen liseli gençleri üstad, okudukları fizik, kimya, coğrafya gibi fen derslerine yönlendiriyor. Neden? Çünkü bu derslerin hepsi, mütemadiyen bir sanattan bahsediyor. Kendi alanlarında incelikleriyle mütemadiyen bir sanatkârı nazara veriyorlar. Bir biyoloji âlimi belki yalan söyleyip anlattıklarının üstünü örtebilir. Ama biyolojinin canlılar âleminde incelediği her sanat, sanatkârını bize bildiriyor. Diğer bilimler de böyle.

Bilimleri, bunların konu aldığı dersleri bu nazarla işlediğimiz takdirde, her ders aslında bir din dersi olacaktır bir bakıma. Öğrenci için, kısa bir zaman dilimi belki de sadece ders geçmek, sınav kazanmak için okutulan bilgiler yani "lüzumsuz maarif-i fenniye, kıymetdâr maarif-i İlahiye hükmüne" geçmiş, böylece sanattan sanatkâra ulaşmış oluyor. Bunun için de tek şart var. Bakış açısını değiştirmek, "fikrini Hakîm-i Zulcelâlin hesabına çevirmek." O zaman hem aklın hem de kalbin ikna olmuş, çift kanatlı olmuş oluyorsun.

"Eğitimde istediğimizi elde edemedik." diye en üst seviyeden yapılan itiraflar da o bunun zaruretini gösteriyor. Seyfettin Bulut kardeş de Dost TV'de yaptığı programda bunu örnekleriyle anlattı. Yerin altına inen, gökyüzüne çıkan, hücreye girip oradaki harika yapılanmayı gören fen bilimleri, bu bakış açısıyla yeniden ele alınmalı ve kitaplar gözden geçirilmelidir. Böyle kitapların yazıldığı ve ilgili yerlere kadar iletildiği haberlerini duyuyoruz. Bu kitaplar, en azından tavsiye edilebilir kitap listesine girmeleri şart. Bunu da ancak bunun hem yolunu, yordamını hem de zaruretini bilen Nur talebeleri yapabilir. Ehlinden acilen bekliyoruz, net haber alınca, bu sütunda ilan edeceğim.

Normal bir cami imamı iken Gençlik Merkezi'nde mânevî rehber olarak görevlendiren Hafız Ergün hocamız sohbeti izledikten sonra hem çok şaşırdı hem de memnun oldu. Şaşırdı çünkü meseleleri bu bakış açısıyla ele alıp ikna metoduyla gençlere anlatmak tarzına pek şahit olmamış. Hafızlık kurslarına uğradığımız da oluyor. Bizi ilgiyle dinliyorlar. Tekrar beklediklerini söylüyorlar. Maalesef müftüleri, bazı idarecileri, önyargılarını aşamıyoruz. Ergün hocamıza diyanet baskısı Küçük Sözleri verdik. Anlattıklarımızın kaynağını, orijinalinden okuduk, bazı yerleri  mütalâa ettik. Ziyadesiyle memnun oldu. Sadece "Kuran'ı yüzünden okuma eğitimi veriyoruz." ilânı çok ilgi çekmiyor. Yani hazır eleman az. Bu kursu alacak insanı hazır hale getirmenin yollarını aramak lazım. Diyanet risaleleri bastı. Ama bu bile, bazı görevlilerdeki tereddütleri gideremedi. Geçen sene il müftüsüne uğrayıp kendimizi tanıttık. "Kurslarda, istediği yerlerde hizmete hazırız." dedik. Nurların ismini duyunca, arkadaşın yüz şekli bile değişti. Demek çok daha mesafe alınması gerekiyor.

Evet dostlar, bir genç dinsiz olmuş ya da dinden soğumuş haberi bizi harekete geçirmiyorsa, biz de ölmüşüz; bir dakikasını bile heder etmeyen bir üstattan uzaktayız demektir. Hizmet, gerilim istiyor. Çok mu gerildik yoksa? 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum