İlim, Nefs ve Ene-8

Soru: Nefsten kaynaklanan problemlerin daha çok duygular ve fiziksel istekler üzerinden görüldüğü anlaşılıyor. Enaniyetten kaynaklanan problemler ise daha çok bilgi merkezli olarak görünüyor. Üstad Bediüzzaman nefse ve enaniyete dair problemleri nasıl ele alıyor?

El-Cevap: Duygusal problemler daha çok, duygu terbiyesi, kalb tasfiyesi ve nefis tezkiyesi ile uğraşan ve ihtisasını bu sahaya odaklayan tekke ehli, tasavvuf camiası içindeki problemlerde kendini gösterir. Üstad Bediüzzaman Doğu Anadolu’daki tasavvuf camiası arasında, özellikle şeyhler arasındaki ihtilaf ve niza durumlarında beliren nefse ait problemleri Münazarat isimli eserinde şöyle ele alır:

Sual: Şimdiki şeyhlerden ne istersin?

Cevap: Daima onların demdemelerinin (uğultularının) mevzuu olan ihlâsı;

*Hem de tekke denilen mânevîleşmiş kışlalarda, tarikat denilen ruhânîleşmiş askerlikte ona murabıt oldukları cihad-ı ekberi ve terk-i iltizam-ı nefsi (nefse taraftarlığı bırakma);

*Hem de onların şiârı olan, zühdün mânâsı olan terk-i menâfi-i şahsiyeyi (kişisel menfaatları terk etme);

*Hem de dâima iddiasında bulundukları ve mizac-ı İslâmiyet'in mayası olan muhabbeti isterim.

Zira onlar, bizi istihdam ederek ücretlerini almışlar. Şimdi bize hizmet etmek borçlarıdır.

Sual: Nasıl olsunlar?

Cevap: Ya başlarımızdan kalksınlar, yahut inat, gıybet ve taraftarlığı mabeynlerinden (aralarından) kaldırsınlar. Zira, bir kısım dalâlet ve bid'at fırkalarının teşekkülüne bazı bid'atkâr müteşeyyihler (sahte şeyhler) sebebiyet vermiştir.

Sual: Veli olan şeyhin, müddeî olan müteşeyyih (şeyhlik taslayan kişi, sahte şeyh) ile farkları nedir?

Cevap: Eğer hedef-i maksadı,

*İslâmın ziya-yı kalb ve nur-u fikriyle ittihad (birleşme);

*ve mesleği muhabbet;

*ve şiârı terk-i iltizâm-ı nefis (nefse taraftarlığı bırakma);

*ve meşrebi mahviyet;

*ve tarikati hamiyet-i İslâmiye olsa;

kabildir ki, bir mürşid ve hakikî şeyh olsun. Lâkin, eğer

*Mesleği, tenkîs-i gayr ile meziyetini izhar

*ve husumet-i gayr (başkasına düşmanlık) ile muhabbetini telkin

*ve inşikak-ı âsâyı istilzam eden (birliğin bölünmesini gerektiren) hiss-i taraftarlık (taraftarlık duygusu)

*ve meyelân-ı gıybeti intaç eden (gıybet arzularını sonuç veren) kendine muhabbeti başkasına olan husumete mütevakkıf (bağlı) gösterilse;

o bir müteşeyyih-i müteevviğdır (ağalık taslayan bir sahte şeyh), bir zi'b-i mütegannimdir (koyunluk taslayan bir kurt). Din ile dünyanın saydına (avına) gider. Ya bir lezzet-i menhuse (uğursuz bir lezzet) veya tehevvüs-ü süflî (alçak bir heveslenme) bir içtihad-ı hatâ onu aldatmış; o da kendisini iyi zannedip büyük meşâyihe (tarikat şeyhleri) ve zevât-ı mübarekeye (mübarek zatlara) sû-i zan yolunu açmıştır.”

Dikkat edilirse nefsaniyete dair problemler sıkılır ve damıtılırsa her maddenin özünden “fakr ve ihtiyaç” damlayacaktır. Muhabbet, ihtiyacın şiddetli halidir. Şahsî menfaatlerini gözetmek, ihtiyacın zahir halidir. Kendini sevdirme, gerekirse bunun için başkasını kötüleme ve düşman gösterme, ihtiyacın ve fakrın çirkefleşen şiddetli halinin göstergesidir. Halkın teveccühünü kazanmak, temelinde maddi menfaat içindir. Bu yolda sergilenen olumlu veya olumsuz her tavır, nefsaniyetin bir eseri, nefsin şiddetli hırslarının sonucudur.

Üstad Bediüzzaman’ın vurguladığı üzere bu tarz menfi haller, ümmet-i Muhammedî (SAV) bölen ve parçalayan, ümmet içinde sapkın fikirli akımlar ve gruplar çıkmasına yol açan, ümmet-i Muhammedî (SAV) hakka uygun olan ihlas, tevazu, mahviyet, muhabbet, vahdet ve ittihaddan uzaklaştıran problemlerdir. Tekkeler kişiyi hakka eriştirmek, sırat-ı müstakim üzere işleyen duygulara kavuşturmak, nefsin ifrat-tefrit hallerinden onu kurtarmak, kötü ahlaklardan tecrid edip güzel ahlaka ve edebe ulaştırmakla mükelleftir. Bu vazifeyi hakkıyla yapacak kişinin önce kendisinin “râşid” olması şarttır. Rüşde eremeyen başkasını “irşad” edemez, kendisi manevi açıdan hasta ve yaralı olan başkasını manevi açıdan tedavi edemez. Bu çerçevede hakiki şeyhler ve mürşid-i kâmillerin göstergesi, verdikleri ihlaslı, mahviyetkar, cihad-ı ekber ehli, zâhid, muhabbet ehli, şahsî menfaatlerini terk eden, nefsine taraftarlığı bırakmış halifeler, müridlerdir. Bu konuda en çarpıcı örnek İmam-ı Rabbanî (RA) Hz.lerinin mahdum-u mübareki Muhammed Masum Faruki (KS) Hz.leridir. Muhammed Masum Hz.lerinin 6.000.000 müridi olduğu, bunların 900.000 tanesinin velayete erdiği, bu velilerden 6.000 tanesinin ise büyük evliya sınıfında olduğu tasavvuf tarihi kitaplarında nakledilir. Hakiki bir mürşid-i kâmilin verdiği bu güzel, sağlam ve hayattar meyveler nerede, günümüzün icazetsiz veya icazet hırsızı, nefsine mağlup sahte şeyhlerinin her biri kalben ve ruhen hasta çürük meyveleri nerede!

Üstad Bediüzzaman nefsin hezeyanvâri, keyfî ve nazvâri taleplerini Mesnevi-i Nuriye kitabında şöyle madde madde okur ve ondan duyar:

“Bil ey meş’um (uğursuz) nefis!

*Sen muhtelif olan umum mertebelerin bütün levazımatını birden her bir mertebede;

*ve bütün havass-ı insaniyenin (insan duyularının) umum hacetlerini her bir hissin haceti içinde;

*ve bütün letaifin ezvakını (latifelerin zevklerini) her bir latifenin derece-i zevkinde;

*ve bütün esma-i hüsnanın şualarını her bir ismin tecellisinde;

*ve müessirin (kudretiyle tesir ederek her şeyi yaratan Allah’ın) bütün azametini her bir eserin ve masnu’un (sanat eserinin) arkasında;

*ve mana-yı haricînin (hâriç âlemde güneş gibi görünen mananın) bütün hasiyetlerini (özelliklerini), gölgevî olan her bir medlûlde (zihinde, bir aynada yansıyan güneş gibi yansıyan görüntüsünde), belki her bir delâlet edende arayıp taleb ediyorsun. (Bu ise helaket ve dalâlet yoludur.)

Ey nefis! Her şeyin liyakatı nisbetinde ve vüs’ati miktarınca onun malını ondan taleb et

ki, evham seni havalandırmasın.”[1]

Dikkat edilirse nefsin bu taleplerinin arka planında mükemmeliyetçilik hastalığı, hakkın onun hevâsına uymasını talep, duygularının tatminini a’zamî seviyeye çıkartma kurnazlığı ve beklentisi gibi problemler görünüyor.

Üstad Bediüzzaman, enaniyet ve şahsiyet daha çok kendini düşünce boyutunda ve konuşmalarda gösterdiğinden, bunlar ise medrese ehli arasındaki ihtilaflar, çekişmeler, münakaşalarda belirdiğinden, kendisi de bir medrese hocası olduğu ve birçok münazaraya katıldığından yaptığı gözlemler neticesinde enaniyete dair birçok problemi tespit ve teşhis etmiştir. Arapça ismi “Reçetetü’l-Ulemâ” (Âlimlerin Reçetesi) olan Muhakemat eserinde enaniyet ve şahsiyet problemlerini şöyle sıralar:

Hakikatin keşfine mani (engel) olan

  • Arzu-yu hilâf (muhalefet arzusu) ve
  • İltizam-ı muhalif (muhalif tarafa taraftar olma) ve
  • Taraftar-ı nefis (kendine taraftar olma) cihetiyle asılsız evhamını (kurgularını) bir asla ircâ etmekle kendini mâzur göstermek;
  • ve müşterinin nazarı gibi yalnız meâyibi (ayıplı ve kusurlu hususları ve şeyleri) görmek;
  • ve çocuk tabiatı gibi bahaneyle mahane tutmak gibi emirlerden...[2]

“Kalb dedikleri lâtife-i Rabbaniyenin pası ve zengârı hükmünde olan

*Arzu-yu hilâf (muhalefet, zıtlaşma arzusu) ve

[Arapça bilmedikleri, Kur’anı bütünden okumadıkları veya okuyacak bilinçleri ve hakperestlikleri olmadığı halde Kur’an’daki dağlarla veya kâinatla ilgili âyetleri çarpıtarak veya çarpıtmaya çalışarak İslam’a muhalefet etmeye çalışan Celal Şengör, Kerem Cankoçak v.b. akademisyenlerde görüldüğü üzere…]

*İltizam-ı taraf-ı muhalif (muhalif tarafa taraftar olma) ve

[İslam’ı kendisi bizzat anlamaya çalışıp kafa yormayan, İslam düşmanı Turan Dursun, İlhan Arsel, Muazzez İlmiye Çığ gibi Türkiye dinsizleri ile Dr. Dozy, R. Dawkins, Lenin gibi Türkiye dışı dinsizlerin İslam aleyhtarı fikirlerine taraftar olan âciz kafalarda görüldüğü üzere…]

*Mâzur tutulmak için kendi evhamına bir hak vermek ve bir asla ircâ etmek ve

[İşlediği günahlardan dolayı Cehennem’den çok korkup onu inkar eden ve akabinde “Ölüm varsa ben yokum, ben varsam ölüm yok” diyen felsefecinin fikrini kendine sığınak edinen kişinin sığ ve câhil aklında görüldüğü üzere… İnsan ruhu, özünde İlâhî ilme dayandığı, bilgi ise metafizik olup zamansız ve mekânsız olarak var olduğundan bu değişmez hakikati göremediği için felsefecinin sözü asılsızdır. Kişinin günahlarının uyandırdığı Cehennemin olmaması vehmi de asılsızdır. Çünkü Cehennemin varlığı, insanın iradesinin varlığı kadar kesindir. Cehennem ebedî bir hapishane olup hür iradesiyle cürüm işleyenlerin girdiği bir mekandır.]

*Mecmuun (toplamın) neticesini her bir fertten istemek ki, zaafiyeti sebebiyle neticenin reddine bir istidad-ı seyyie (kötü bir potansiyel yetenek) verilir.(Dikkat lazımdır)

[Hz. Peygamber’in (SAV) bedevi Seva b. Haris el-Muharibî ile yaptığı at pazarlığı gibi beşerî münasebet sahnelerine kilitlenip başkalarının zihinlerini de kilitlemeye çalışan ve o cüz’î fiillerde Risaletin muhteşem hakikatinin ve nübüvvetin ulvi nurunun görünmesini isteyen ve bekleyen, göremeyince reddeden muhakemesiz, dikkatsiz zihinlerde görüldüğü gibi… Eğer o cüz’î fillerde hakikate bağlılık sıdkı, hakka tabiiyyet sadakati gösterilse Allah Resulü’nün (ASM) nübüvvet ve risaletinin tek delili o cüz’î fiillerde gözüken sıdkı ve sadakatiymiş imajı verip ve görüp Onun bine baliğ maddi mucizelerini, daha ötede Ebu Süfyan gibi düşmanlarınca tasdikli mucize ahlakını, Allah’tan getirdiği ölmez mucizesi olan Kur’anı, her biri mucize gibi muazzam değişim yaşayan sahabelerini görmezden gelen, gelmeye çalışan ve beşerî şahsiyeti üzerinden Allah Resulü’nün (ASM) risalet ve nübüvvetini çürütebilmek için sinsice zemin hazırlayan cerbezeli zihinlerde görüldüğü üzere… ]

*Hem de bahaneli çocukluk tabiatı,

[“Neden Kur’an Arapça geldi de Türkçe gelmedi” gibi iddialarda bulunup “Başka milletlerin de niye kendi dillerinde vahiy gelmedi” itirazına bu heveslerinin uğrayacağını kestiremeyen çocukça zihinlerinde görüldüğü üzere…]

*Hem de mahaneli düşman seciyesi (karakteri),

[Cahiliye devrinin 10 eşle evliliğe kadar giden bozuk düzenini tadil edip fıtrata uygun hale getiren Kur’anın 4 eşe kadar müsaadesini, önceden tek eşlilik vardı da İslam çok eşliliğe yükseltti, diye görmek isteyen müsteşriklerde görüldüğü üzere…]

*Hem de yalnız ayıbı görmek şanında olan müşteri nazarı gibi emirlerden o mir'âtı taskîl ve tasfiye et (o aynayı cilala ve saflaştır).[3]

[Kur’anda sık sık geçen, azamet-i İlahiyeyi ve sünnetullahın ve sebeplerin şerefini bildirmek gibi belagat inceliklerini ifade eden “Biz” li cümleleri “Başka tanrıların varlığına ima ediyor” diye anlamak isteyen ölçüsüz, bilgisiz ateist, deist zihinlerde görüldüğü üzere… ]

Dikkat edilirse, enaniyet ve şahsiyete dair problemler sıkılsa, her maddenin özünden “âcizlik ve çaresizlik” damlayacaktır. Üstad Bediüzzaman’ın Lemeat’ta ifade ettiği üzere “Acz, muhalefetin menşeidir.” Fikren âciz düşen kişi, o sahada görüş sahibi birinin görüşüne kendi yarım ve eksik fikrini dayandırır ki, fikri güçlensin. “Bunu ben demiyorum, filan âlim söylüyor” şeklinde bir savunma sergiler.

Enaniyet aynen ruh gibi, fıtraten âcizdir; hem her şeye daima olumsuz bakan, geleceği karanlıklar âlemi gören vehim gücünün etkisi ve baskısı altındadır. Enaniyetin âcizliği, ilim yolculuğunda kendini, Bediüzzaman’ın saydığı problemler olarak farklı kıyafetler içinde gösterir. Bu konuda en çarpıcı misal Mu’tezile âlimlerinden Ebu Ali el-Cübbai’dir. Mu’tezile âlimlerinin müfritlerinden olan Zemahşerî kendi hatalı içtihatları neticesinde, sırf Allah’ı tenzih ve takdis amaçlı olarak “Hayvanlar kendi fiillerinin yaratıcısıdır” dediği halde Ebu Ali el-Cübbai her konuda Ehl-i Sünnet’e muhalefet etmiştir. Oysa bir mezhebin bütün fikirlerinin bâtıl olması fıtrat kanunlarına ve insan fıtratına ters ve imkansız olduğundan, Ebu Ali el-Cübbaî’nin muhalefetinin ilimden değil enaniyetten ve âcizlikten kaynaklandığını, İblis-vâri bir hezeyan halini sergilediğini fark ettiği için Ehl-i Sünnet uleması, “Zemahşeri bir ihtimal kurtulabilir” derken, Ebu Ali el-Cübbai için “Merduddur, matruddur (kovulmuştur) kanaatine varmıştır.

Üstad Bediüzzaman’ın vurguladığı üzere enaniyetin sergilediği bu problemler “Hakikatin keşfini engelleyen” hususlardır. Hakikatperest kişiler, hakikatperestlik ve sıddıkıyet çapına göre bu tarz enaniyet hastalıklarından kurtulurlar; hakikati kimde ve nerede bulurlarsa alırlar, minnet ve hamdlerini hakikati ispatlı olarak onlara sunan kişiye değil Cenab-ı Hakk’a yönlendirip, ilimlerine vesile ve vasıta olan kişilere de “teşekkür ve tebrik” ile mukabele ederler. Bu şekilde hem Müsebbibü’l-Esbab’ın hukukuna riayet ve onları muhafaza, hem sünnetullah çerçevesinde cüz’î irade sahiplerinin emeklerine hürmet ve hukukuna riayeti de ifa etmiş olurlar.

Devam edecek

[1] Mesnevi-i Nuriye, Badıllı Tercümesi, Zeylü’l-Habab, s. 250.

[2] Muhakemat, Unsuru'l-Akide, 1. Maksad.

[3] Muhakemat, Unsuru'l-Akide, İşarat.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum