Gayb Kimlere Zâhir Kılınır?

Kur’andan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-28

Cin suresi 26-27. âyetler diyor ki: “Allah gaybı bilir; hiç kimseye gaybı zâhir kılmaz. Yalnızca razı olduğu resullere zâhir kılar.” Bu âyet gösteriyor ki, gaybın zâhir bir hale gelmesi, zuhur derecesinde netleşmesi ancak resulleredir. Ki bu resuller de, Allah’ın haklarında bu zuhur-u gayb meselesinde razı olduğu resullerdir. Bazı resullere gaybın zâhir olmasından Allah razı değildir. Aksi halde, “Allah’ın razı olduğu resuller” ifadesini, rıza makamına eren resuller diye anlamak rıza makamına ermemiş resuller var, manasını zihne getirir. Ki bu hal, değil hiçbir resul, bir nebi hakkında bile tasavvur edilemez. Kur’anda “Nefis ve malını Allah’a satan sıradan bir insanın bile rıza makamına ereceği” nden bahsedilmesi, bu âyetin öyle anlaşılamayacağını bildirir.

Resullerden başka bu kesin gayb

*O resullerin vârisleri,

*O noktada onların meşreblerini taşıyan,

*O resullere kalb ve vicdanıyla ayna olan,

*Resullerin o kişilerde mânen yaşadığı ve yansıdığı müstesna şahıslarda zâhir olur.

Saff suresi 6. âyet Hz. İsa Aleyhisselam’ın, “Ahmed ismi ile bir resul gelecek” şeklinde ihbar-ı bi’l-gayb yapmasını bildiriyor. Demek ki Hz. İsa (AS), gaybın kesin kısmının açıldığı özel bir resuldür. Bu noktada Onun varisleri olan mürşidler de, ihbar-ı gayb yapabilirler. Onun gölgesi altında bu gayb sırrına mazhar olabilirler, denilebilir. Muhyiddin-i Arabî (KS) gibi…

“İza dehale’s-sini bi’ş-şın zahara kabri muhyiddîn”[1] (Sin Şın’a girince Muhyiddin’in kabri zahir hale gelir.) beytiyle ifade ettiği gibi…

İbn-i Arabî’nin Sin’den kasdı, Osmanlı sultanı olan Yavuz Sultan Selîmdir. Şın ise, Şam şehridir. Yavuz Sultan Selîm, Şam’ı fethettiğinde Muhyiddin-i Arabi’nin (KS) öldürülmesine yol açan Şam halkına söylediği “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır” sözündeki maksadı ortaya koymak ister. O sözü söylediği yeri sorar, gösterdikleri zaman da o yeri kazdırır. Kazılan yerde bir küp altın bulunur. Muhyiddin-i Arabi’nin remizli “Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır” sözünün maksadı Şam halkına “Siz paraya tapıyorsunuz” demektir. İbn-i Arabî (KS) halka karşı gayb olan bir meseleyi keşfen görmüş, bir keramet izhar etmiş fakat halk sözdeki maksadı anlamadığı için İbn-i Arabi’nin (KS) canına kasdetmiştir. İbn-i Arabi (KS) hayranı olan Sultan Selim ise, Hazret’in sözündeki maksadı anlamış, Onun hem büyüklüğünü, hem Allah dostu bir veli olduğunu ispat etmiş, kabrini de izhar etmiştir.

Sultan Selim’in bu icraatı aynı zamanda İbn-i Teymiyye gibi zahir ulemasının İbn-i Arabi (KS) gibi hakikat ehli, kerametkâr bir Allah dostuna yaptığı “şeyh-i ekfer” ithamının ne kadar haksız ve vakıa muhalif olduğunu ispat etmiştir. İbn-i Arabî (KS), muazzam irfanı ile “şeyh-i ekber” denilmeye layık bir zât-ı muhteremdir.

Fiilen yaşanan bu vaka, Cin suresi ayetinin varis-i resul makamında olan bazı Allah dostları için de gaybın zahir kılınabileceğine fiilî delil teşkil eder. Kudret Kalemi’nin yadigârı olan Kâinat Kitabı vukuatıyla Kader ve Nur Kalemi’nin kitabı olan Kur’an-ı Lisanü’l-Gaybı tefsir etmiş olur.

Sure İçi Tefsire Bir Nümune

Müzzemmil suresi 3-4. âyetle ile 20. âyet arasında birbirini tefsir edicilik var. Çünkü 3-4. âyetler “Gece kıyam et. Gecenin yarısında, kıyamda bulun. Bundan daha azını da yapabilirsin veyahut daha fazlasını da…” diyor.

Buna mukabil Müzzemmil suresinin son âyeti ise, bu “eksik” ve “fazla” olanı “Gecenin 2/3’sinde, yarısında ve 1/3’inde sen ve seninle beraber olanların kıyam ettiklerini biliyoruz” diyerek açıyor.

Bu örnekte de görüldüğü gibi aynı sure içindeki bir âyet diğer âyet veya âyetlere müfessirdir. Bazen de Kur’anın sureleri birbirlerine müfessir olurlar.

Bu çerçevede Kur’anı hakiki manada tefsir edebilmesi için bir kişinin hem hâfız olması şarttır, hem Kur’anda konu okuması yaparak tefsir yapması elzemdir. Aksi takdirde bir ayette zihnine açılan bir mana, tefsir ettiği diğer âyet tarafından cerh edilmiş olacaktır. Bu durum ise okuyucuda “Kur’anda çelişki vardır” imajına yol açacaktır. Oysa Kehf suresi 1. âyette net ifade edildiği üzere “Kur’anda çelişki yoktur.” Çelişki, Kur’anı hakkıyla okumadan ve anlamadan kalem oynatan müfessir-i nâdândadır. Bu durum okuyucuların imanını zedeleme riski taşıdığından Hz. Peygamber (SAV) “Kim bilgisi olmadığı halde Kur’an’la ilgili söz söylerse / Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki/cehennemdeki yerine hazırlansın.” demiştir.[2] Bu hadisin ravisi “habrü’l-ümme” ve “tercümanü’l-Kur’an” olarak bilinen, Hz. Ömer’in (RA) tabiriyle gavvas-ı Kur’an olan Abdullah ibn-i Abbas’tır (RA).

Teheccüd Namazı ve İrşad Hizmeti

Müzzemmil suresinin baş ve sonunda gece kıyamından bahsedilmesi ve sure içinde de risalet hizmetinden bahsedilmesi gösterir ki, risalet hizmeti yapacak kişilerin; yani sırf nübüvvet hizmeti ile akıllara hakikati göstermek değil hem akıl hem kalbe hitap edecek bir hizmeti yapacak kişinin “gece kıyamı” yani “teheccüd ve Kur’an tertili” yapması zorunludur, hatta farz gibidir. Hz. Peygamber’de (SAV) olduğu gibi…

Tâ ki gece kıyamıyla, 12 saatlik gecede en az dört en fazla sekiz saat ibadetle nefsini kırmak vasıtasıyla kudsiyet kazanan hisler, temizlenen kalplerden çıkan kelimeler ve sözler muhatapların da hislerine işlesin, onları da temizlesin.

Bu çerçevede diyebiliriz ki: “Teheccüdsüz, mürşid olamaz. Teheccüdü olmayan kalplere tesir edemez ki onları irşad edebilsin.”

Yakîn Gelene Kadar

Müddessir suresi 43-47. âyetler diyor ki: “Mücrimler derler ki: ‘ Biz namaz kılmazdık. Çalışmaktan âciz fakirlere infak ve ikramda bulunmazdık. Bataklığa batanlarla biz de batardık. Yevm-i din olan mahşeri ve Âhireti yalanlardık. Tâ ki bize yakîn gelene kadar bu iş devam etti.’”

Bu surenin 47. âyetindeki “Yakîn bize gelinceye kadar” ifadesindeki “Yakîn” tabiri, ölüm hadisesinden bir kinayedir. Çünkü ölüm esnasında Âhiret artık netleşir, kişi için o noktada bir yakîn hasıl olur. Bu noktada “Ölüm, bir yakîn penceresidir” diye mecazen kullanılmış.

Buradaki “yakîn” ( kesin kanaat ) lafzını ölüm şeklinde değil de aslî manasıyla almak, “Biz, sonunda bildik, iman ettik” şeklinde bir anlayışa kapı açar. Oysa önceki âyetler bu kişilerin “Sekar” denilen Cehennem’de olduklarını bildiriyor. Sonraki âyet olan 48. âyet ise “Onlara hiçbir şefaatçinin şefaati fayda vermez” diyor. Bu ihata da gösterir ki, onlar şirk ve küfür üzere ölmüşler. O yüzden imanlı ölen günahkâr müminler gibi şefaatten faydalanamazlar.

Bu surenin bu “Yakîn gelinceye kadar” şeklindeki ölümden kasdedilen kinaye ve mecaz ifadesi Hicr suresi 99. âyetin tefsirini yapar. Orada Rabbü’l-Âlemîn diyor ki: “Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” Yani ölüm senin kapını çalıp ruhunu beden sarayından çıkarıncaya kadar ibadet ve ubudiyete devam et. Âhirette “ibadet zorunluluğu” yoktur. Orada gönüllü kulluk olan “ubudiyet” vardır.[3] Aksi halde yakîn kelimesini aslî manasıyla almak bir kısım müfrit fikirli kişilerin namazsızlıklarına sebep olur; kendilerini “ehl-i yakîn” görür, ibadet ve ubudiyetin kendilerinden düştüğünü zannederler. Resulullah’tan (SAV) düşmeyen ubudiyet ve ibadet nasıl onlardan düşmüşse?!

Hem fetânet-i uzmâsıyla âyetlerin binlerce yıllık derinliklerini bir anda sezen Resulullah’tan (SAV) daha iyi Allah’ın Kelâmını anlama iddiası şeklinde bir “edepsizlik” de ortaya çıkar. Bu âyeti ve Kur’anın tamamını bilen Allah Resûlü (SAV) ibadet ve ubudiyeti bütün benliğine yazmış ve risaletinden ötede Allah’a karşı ubudiyetiyle kendi hüviyetini sembolleştirmiştir. İslam’ın temeli ve iman-ı şuhûdînin özeti olan Kelime-i Şehadetteki “abduhu ve resûlühü” lafızlarının sıralanmasında gördüğümüz üzere…

[1] İbn-i Arabi’nin (KS) bu beyti Yavuz Sultan Selim’in türbesindeki sanduka üzerine Arapça haliyle yazılmıştır. Türbesini ziyaretimde görmüştüm. Eskiden ezberimde olan bu beyti orada görmek hem şaşırtmış, hem de memnun etmişti. Mekanı Cennet, makamı Ebedî Saadet olsun her iki sultanımızın da…

[2] Tirmizî, Tefsir, 1.

[3] Bu izah, ilgili âyet konusunda kendi algısı çerçevesinde yorum yapan Ahmet Yüksel Özemre’nin izahlarında yanıldığını ortaya koymaktadır. O, bu ayetteki “yakîn” meselesini “ölüm” diye anlamaya karşı çıkmaktadır. İtirazının sebebi ise Allah’a kulluğun ebedî olduğu kanaatini taşımasıdır. Tıkandığı nokta “ibadet” ile “ubudiyet” farkını derk etmemesindedir. İbadet, imtihan sürecindeki emr-i İlahi ve nehy-i Rabbani’den ibarettir. Salih amel ve takva bunlara itaattir. Ahiret hayatında, özellikle ehl-i Cennet için Kur’anda hiçbir ibadet mahiyetli emir ve nehiy söz konusu değildir. Fakat ehl-i Cennet’te gönüllü kulluk olan ubudiyeti gösteren şükür, hamd, hayret, muhabbet gibi vasıflar bir çok ayette işlenmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
11 Yorum