Edebiyatımızda savaş şiirleri ve Çanakkale Şehitleri, İstiklal Marşı

Tarih boyunca Hakkın zaferi için birçok savaşlar yapmışız. Bütün milletlerin hayatında savaşlar vardır ve bunlar edebiyata, sanata yansımıştır. Ruslar’la Fransız’lar arasında Ruslar’ın Borodino, Fransızların’ın Moskova Seferi dedikleri savaş cereyan etmiş. Tolstoy bu savaşı yüz yıl sonra dünya çapında bir romanla ifade etmiş. Beşyüz şahsı bir arada kullanarak bir büyük roman yazmıştır. Savaş ve Barış. Almanlar’da Heinrich Böll savaş romanları yazmıştır. Bizde Halide Edip, Yakup Kadri savaşlardan bahseden romanlar yazmışlardır. Tarihi roman yönünden zengin sayılırız. Biz burada şiiri kastedelim. Yahya Kemal, Akıncı şiirinde bir ismi belli olmayan ama akıncıların yaptığı bir savaşı anlatır. Kendini onlara dahil eder.

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik

Bin atlı o gün dev  gibi bir orduyu yendik

Savaşın neşesini onlarla birlikte olmakla yaşar ve yaşatır. Hatta şehitlerle semaya yükselir. Aynı şekilde Mohaç Türküsü şiirinde Mohaç savaşını fon olarak almıştır. Burada da savaşan askerlerden biridir.

Harp İçinde şiiri savaş sırasında bir toplumu anlatır. Halkın savaş yüzünden fiziksel ve psikolojik görüntüsünü verir.

Harb İçinde

Babalar evlerine mahçup döndü her akşam
Harp içinde.
Anaların sütü kesildi,
Çocuklar ağladı,
Erkekler askere gitti.
Kadınlar bir deri bir kemik.
Harp içinde kızlar sarardı.
Savaşanlardansa
Ancak bir hatıra kaldı…

Cahit Külebi

***

Sabri Soran, Seferberlik Türküsü şiirinde yine savaşa gönderip ancak gelmeyen karakterlerimizi anlatır. Trajik bir şiirdir.

Anam,
Bir seferberlik türküsü söyler,
Dizini döve döve:
“Kara vapur inim inim iniler
Yetim kaldı top köküllü gelinler”
Benim anam
Gelin olduğu geceden,
Babamın bilmem kaçıncı seferden
Geri dönmediği
Günden beri bu türküyü söyler
Ellerinde kurumadan gelinlik kınası
Yemenden gelmiş
Babamın barut kokan künyesi
Anam dizlerini dövmüş
Oy! Yemen de neresi?
Ben de bilirim
Ben de söylerim
Bu canım kadar sevdiğim türküyü
Benim yetim sesim
Anamın dul sesi:
Oy! Yemen de neresi?

***

Savaşa gidip dönmeyen sayısız insanlarımız ailelere nasıl büyük acılar yaşatmış ama bu topraklar da bu insanların çile ve gözyaşları ile kazanılmıştır. Anadolu’da eşi, yavuklusu askere gidip dönmeyen binlerce insan vardır. Bu insanlar bizim hürriyetimizin bedelini ödemiş mukaddes insanlardır.

Ceyhun Atıf Kansu, Çanakkale isimli şiirinde, Çanakkale’yi “yeni Türkiye’nin önsözü“ olarak niteler. “Yiğitlerin ekmeğinin sonsuzluk olduğunu“ belirtir. Tarihimizin en önemli zamanlarından biridir yoksa denize karaya dökmüş bizi bu vatanımızdan kovmak istemişlerdir, aynı haçlı seferinin bir benzeri bugün cereyan etmektedir. İngiliz, Fransız, Amerika daha başkaları hain örgütleri bizim üstümüze salarak bizi bu mukaddes vatanımızda rahat bırakmamak ve ülkemizdeki huzuru katletmek istemektedirler.

Savaş şiirlerinin en önemlisi ve en sanatlısı Akif’in Çanakkale Şehitleri isimli şiiridir. Bu şiir estetik kurgusu ile bir roman formu, bir sinema formu ile kaleme alınmıştır. Sanatcı muhayyilesinin hissedebileceği masum apokaliptik imajlar ile konuşur büyük şair.

Önce Çanakkale’yi ve oraya gelen güçleri anlatır. En kesif ordular bu karaya yüklenmişlerdir. Öyle ki sabah başlayan savaş öğlende İstanbul’da rakı sofrası ile bitecektir onlara göre. Ama bin yıl İslam’ın bayraktarlığını yapan bir millet yok imkanları ile sadece imanı ile zaferi elde eder.

O sıralarda evliya bir zat Peygamberimizi (asm) alemi manada görmek üzere Medine’ye gider, keşifle göremez, oradaki görevliye sorar, görevli “peygamber Çanakkale’de” der.  Çanakkale tıpkı ilk İslam’ın savaşlarındaki gibi gökten inen meleklerle melek askerlerle kazanılmıştır. Seyit Onbaşının hiç savaş fenni bilmeden batırdığı gemi İngilizlerin en büyük savaş gemisidir. Onun batışı savaşın seyrini değiştirmiş, Seyit Onbaşı kendisine verilmek istenen herşeyi reddetmiş, Allah için yaptığını belirtmiş, savaş sonrası ormandan kuru ağaçları satarak geçinmiştir.

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, 
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

(Akif burada ironik bir şekilde zerafet ve insan sevgisi demek olan Avrupa’lılığı vahşet olduğunu belirtir. Batıya yöneldiğimiz tarihten itibaren aydınlarımızın bir idol olarak aldığı batının böylece gerçek yüzünü gösterdiğini anlatır. Yoksa bir güzel kadın gibidir”afet”tir batı bizim sanatçı ve şairlerimizin dünyasında.Ama  O mahbes ve kafesten kaçmış bir canlıdır gerçekte)
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! " 
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1) 
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2) 
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada! 
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

(Onlar Hindu, Yamyam’dır. Salgın hastalıktan daha beterdir, medeniyet asrı gibi görülen yüzyıl güya medenidir, binlerce kilometre yol katedip insanları vatanlarından etmek gibi kirli bir gaye ile gelmiştir. Bunun adı medeniyet değildir, medeniyet denilen bir şeydir, ne olduğu belli olmayan bir kimlik.)

Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, 
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 

(Getirdikleri silahlar bir ülkeyi tahrib edecek güçtedir, bizim silahlarımız eski ve modası geçmiştir, tarih ilahi mucizelerinden birini gerçekleştirir ve biz savaşı kazanır, bu sürüyü kovarız.)

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. 
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, 
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!

(Savaşı harika bir şekilde tasvir eder, Akif. Türk romanı bile böyle savaş tasvirlerinden uzaktır.)

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 

(Aşağıdaki mısralar Türk askerinin imanı ile bu savaşı kazandığını gösterir, imanın şiirde tarifidir bu mısralar. Kat kat iman alınmayacak bir kaledir, Kimse onu kötü emeline alet edemez. Onun Allah tesis etmiştir, metin korumadır, istihkamdır. Allah’ın tesis ettiği bu kaleyi batının silahları yok edemez.)

Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman? 
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm. 

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;

(Bu göğüsler ebedi sınırdır kimse onları geçemez. Dün de bugün de. O Allah’ın en estetik sanatıdır, Sun-ı Bedii’dir. O başarının beyannamesidir, kimse onu geçmişte aşamadı gelecekte de aşamayacaktır.)

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; üs
"O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi. 
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. 

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,  
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? 
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. 
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. 
"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; 
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i, 
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

(Önceki haçlı seferlerinin iki büyük kumandanı Çanakkale’deki askerin celaline hayrandırlar, Akif bunun da bir haçlı seferi olduğunu anlatmış olur.) 

Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, 
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. 

Çanakkale’deki asker kanı ile Tevhid’i kurtarmıştır, gökten ecdad inip onun başını öpse değer, çünkü tarih boyunca yapılacak en harika zaferi kazanmıştır. O Bedir’den sonra gelir önemde, çünkü Bedir’de kaybedilse İslam geri tepecek ve tevhid sahipsiz kalacaktı. Çanakkale ‘de öyledir, eğer kaybedilse idi bütün bir İslam coğrafyası istila altına girecekti. Ama hayal ettikleri gibi olmadı. Bu askerin mezarı o kadar büyüktür ki sınırları belli değil kazacak bir güçte yoktur. Bu imaj harikadır, hatta bütün tarihe gömülse yine tarih ona mekan olamayacaktır. Bunlar büyük tasarımlardır. Büyük sanatçılar tarafından yapılabilir.

Akif ona makberi ifade edemez, ancak Peygamberin onu kucağını açıp beklemesi ona en büyük mekandır. Bu şiir bir kitaba sığmayan abidedir, kanlarını ve hayatlarını ailelerinin rahatlarını feda etmiş bir nesle karşı bu şiir ezberlenerek her zaman insanı uyaran bir metin olmalıdır. Kimliksizlik böyle giderilebilir. Şiirde din, sanat, estetik, anlatım daha çok şey bir arada verilmiştir. Akif’i hürmetle ayağı kalkarak anıyoruz.

İstiklal Marşı, bir cepheden bakınca bir savaş şiiridir, çünkü yazıldığı tarihte savaş devam ediyordu. Şirin heyetinde “korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak, sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, o benim milletimin yaldızıdır parlayacak, o benimdir o benim milletimindir ancak. “ Şiirde kazanılmış bir zafer yok, savaşmakta olan bir millete bir orduya cesaret , azim kararlılık ve millet sevgisi aşılanıyor, savaşa cesaret veriliyor ve kırşkırtılıyor.Bu yüzden eser bir istiklal marşıdır ama kazanılmış değil kazanılması ancak milletin karakteri ile bağlılık kurularak yapılıyor.

1.Kıta

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Marş yazılırken henüz savaştaydık, bu yüzden Akif orduya hitab ediyor, sonra da millete hitap ediyor. Korkma kelimesi bizim dini ve tarihi kültürümüzde önemli bir yere sahip. Peygamberimiz (asm) Hz. Ebubekir ile mağarada gizlendiklerinde Kureyş mağaranın önüne gelir, örümcekler kalın bir perde örmüşlerdir, güvercinler de üzerinde yuva yapmıştır. İçeri girmek isterlerse de birisi bak şu ağa Muhammed doğmadan önce örülmüştür, hem şu kuşlara bak, ne kadar eminler. Mağarada Hz. Ebubekir endişelenir, Peygamberimiz (asm) innallaha maana, korkma Allah bizimle beraberdir, der. Ve oradan kurtulurlar. Hz. Ali vahiy menşeli duası olan Celcelutiyesinde, dolaylı olarak kendisine “latehaf” korkma denir ve o da hayatı boyu korkma nedir bilmez. Bunun örnekleri çok. Akif bu tarihi hadiselere de gönderme yaparak ordumuzu ve halkımızı korkmaya gerek yok Allah bizimle demiştir. Evet tarih boyunca daima iyilik yapmış iyilerden yana olmuş, cihana ilmi ve fazileti öğretmiş bir milletiz, bu yüzden kötü bir muamele ile karşılaşmak eşyanın tabiatına aykırıdır.

Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa latehaf” Ya  Musa Korkma, diye hitab eder, firavunla olan mücadelesinde. Akif dini benden kat kat üstün bilen bir adam, bu korkma hitabını söylerden bu kelimenin nerelerde kullanıldığını biliyordu. İstiklal Marşı yıllardır açıklanır, bu sahanın duayenleri bir gün bu dini ve milli metni bu tarihi realitelere göre izah etmediler. Din ve millet aynı metinde bunlar ayrı şeyler değil. Sanki ayrı şeymiş gibi milleti biri savunur biri dini, yok böyle şey bunlar ayrı olduğu için bu ayrılıklar doğru.

Birinci dörtlükte Akif millete olan güveni anlatır, bu şafaklarda yüzen al sancak yine yüzecektir. Hatta ülkede bir tek yanan, tüten ocak bile kalsa o tek insan o bayrağı dalgalandıracak iradeye ve güce sahiptir. Bu millete olan güvendir. O kadar maziden gelen bir sahiplik kelimesi ile hitab eder ki, o benim milletimin yıldızıdır parlayacak. Tekrar iki defa o benimdir, o benimdir, burada üç kere benimdir demesi güçlülüğü ifade ediyor, milletin gücünü ifade ediyor. “Milletimidir ancak” derken burada ancak kelimesi tahsis yani yalnız bize aittir demektir.Korkmamak bitmiş bir savaş için değil, kazanılmış bir zafer için değil, savaşılan insanlara hitaptır.Şiirin hitabı  yazlıldığı zaman için değil, bütün hayat boyu bir millete irade ve başarıtelkinidir, psikanalitiktir. 1.Kıta

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Marş yazılırken henüz savaştaydık, bu yüzden Akif orduya hitab ediyor, sonra da millete hitap ediyor. Korkma kelimesi bizim dini ve tarihi kültürümüzde önemli bir yere sahip. Peygamberimiz (asm) Hz. Ebubekir ile mağarada gizlendiklerinde Kureyş mağaranın önüne gelir, örümcekler kalın bir perde örmüşlerdir, güvercinler de üzerinde yuva yapmıştır. İçeri girmek isterlerse de birisi bak şu ağa Muhammed doğmadan önce örülmüştür, hem şu kuşlara bak, ne kadar eminler. Mağarada Hz. Ebubekir endişelenir, Peygamberimiz (asm) innallaha maana, korkma Allah bizimle beraberdir, der. Ve oradan kurtulurlar. Hz. Ali vahiy menşeli duası olan Celcelutiyesinde, dolaylı olarak kendisine “latehaf” korkma denir ve o da hayatı boyu korkma nedir bilmez. Bunun örnekleri çok. Akif bu tarihi hadiselere de gönderme yaparak ordumuzu ve halkımızı korkmaya gerek yok Allah bizimle demiştir. Evet tarih boyunca daima iyilik yapmış iyilerden yana olmuş, cihana ilmi ve fazileti öğretmiş bir milletiz, bu yüzden kötü bir muamele ile karşılaşmak eşyanın tabiatına aykırıdır.

Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa latehaf” Ya  Musa Korkma, diye hitab eder, firavunla olan mücadelesinde. Akif dini benden kat kat üstün bilen bir adam, bu korkma hitabını söylerden bu kelimenin nerelerde kullanıldığını biliyordu. İstiklal Marşı yıllardır açıklanır, bu sahanın duayenleri bir gün bu dini ve milli metni bu tarihi realitelere göre izah etmediler. Din ve millet aynı metinde bunlar ayrı şeyler değil. Sanki ayrı şeymiş gibi milleti biri savunur biri dini, yok böyle şey bunlar ayrı olduğu için bu ayrılıklar doğru.

Birinci dörtlükte Akif millete olan güveni anlatır, bu şafaklarda yüzen al sancak yine yüzecektir. Hatta ülkede bir tek yanan, tüten ocak bile kalsa o tek insan o bayrağı dalgalandıracak iradeye ve güce sahiptir. Bu millete olan güvendir. O kadar maziden gelen bir sahiplik kelimesi ile hitab eder ki, o benim milletimin yıldızıdır parlayacak. Tekrar iki defa o benimdir, o benimdir, burada üç kere benimdir demesi güçlülüğü ifade ediyor, milletin gücünü ifade
ediyor. “Milletimidir ancak” derken burada ancak kelimesi tahsis yani yalnız bize aittir demektir.

2.Kıta

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal…
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!

Çatma, gül, dökülen kanlarımız,hakkıdır gibi kelimeler savaşan millete moral gücü vermek içindir çünkü zafer ortadadır, psikolojik dayanma ve güç gerekmektedir.

Hilalin bir endişesi vardır, Akif onun endişesinin yersiz olduğunu ona hatırlatır. Onun çatık, şiddetli ve celalli durmasını istemiyor. Çünkü Hakk’a yani Allah’a tapan bir milletin istiklal yani bağımsızlık hakkıdır. Haktan başka şeylere tapan milletler, sapıtan toplumlar eninde sonunda imkanlarını ve hürriyetlerini kaybederler. Türk milleti kahraman bir millettir, kahraman her yaptığı insanlık tarihine ancak kahramanlık olarak geçen milletlere verilebilen bir payedir. Dünyada bütün büyük işler ister tarihi, ister fenni ve dini, büyük adamlar, kahramanlar tarafından yapılmıştır. Türkün mayasında sıradan işler yoktur, hepsi kahramanlıktır, bin yıl İslamın bayraktarlığını yapmıştır, ümmeti İslamiyenin önünde gitmiş onlara bayraktarlık etmiş yön göstermiştir, bunun göreceli tarafı yoktur. Türk milleti daima mazlumların sığınağı olmuştur, musibete düşen toplumlara kucağını açmıştır, bunlar çok uzun bahislerdir. Son dönemde birkaç densizin Türkle Türklükle alakası olmayan icraatlarından dolayı bin yıllık şerefli mazisi olan bir millet kirletilemez. Bu topraklarda yaşayan insanların hep birlikteliği vardır, mazide kazanılan bütün başarılan ve kahramanlıklar bu topraklardaki insanlara aittir, kim kendini bunun dışında görürse o hastadır, yanlı yoldadır. Velhasıl Hakka yani Allah’a tapan bütün milletlerin hakkı istiklaldir, tapınılan şeylerin çoğalması insanı şaşırtır, tek ilah, tek vatan, tek gaye.
Savaş içinde bu şiiri hem teşvik hem de süreklilik  için, iki yönlü uygun  bir dille anlatmak şairin sanatkarlığının sonucudur.

3.Kıta

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Bu kıtada tarihi bir realiteye başvurarak asırlardan beri hezimet bilmeyen milleti anlatır. Ve yine başaracağını taahhüd eder.

Türk milleti öncesi tayin edilemeyen bir zamandan beri hür yaşamıştır, milleti adına söyler “hür yaşadım” yani dili geçmiş zaman şimdiye kadar hür yaşadım demektir. Sonra hür yaşarım diyor, yani sürekli şimdiki zaman ne maziye ne geleceğe intikal etmeyen bir geniş boyutlu zamanda yaşayacağım demektir, yaşamaktayım demektir. Olmayacak şeylere tevessül eden insanlar çılgındır, çünkü çılgının mantığı yoktur, hesabi değildir. Bize ancak çılgınlar saldırabilir, aklı başında insan bunu yapamaz, çılgında aklı başında olmadığı için yaptığı şaşkınlık vericidir, çünkü çılgındır. Böyle bir çılgın da yok, dağları yırtan, enginlere sığmayan bir milleti nasıl dizginleyebilir bu çılgın benzerleri.

4. Kıta

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Bu dörtlük düşmanı ve bizi anlatır. Düşman ne olursa olsun bu milletin değerleri karşısında başaramaz, istiklal bu yapıda bir milletin hakkıdır.

Çelik beşerin kendi icad ettiği bir savunma zırhıdır, bizim Türk milletinin ise zırhı imanıdır. Çeliğin terkibi izah edilebilir, ama imanın insana kazandırdığı gücün izahı aklı beşerin anlama sınırlarının ötesindedir, çünkü biri demire sığınıyor, diğeri ise bütün kainatın sahibinin kudreti mutlakasına, ilmine, dayanmaktadır. Bu yüzden çok az kuvvetle tarihte büyük güçleri Müslümanlar ve Türkler yıkmıştır. Bir elektrik bir şehrin bütün aydınlatılma, sanayi fabrikaları daha nice işleri yapacak bir kudrete sahiptir, suyun türevidir. O suya o gücü veren Allah’tır. Yarattığı şeylere bu kadar mukavemet veren Allah kulunun kalbine ve bedenine iman ile inikas ederse o gücün izahı  yaşanır, ama izahı yapılamaz.

İdraki maali bu küçük akla gerekmez-Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez
Onun afakını çelik zırhlı duvar sarmışsa bizim ise iman dolu serhaddimiz, kalemiz var. Sen ulu bir milletsin, o köpek mizaçlı batı köpek gibi, ayı gibi, ulusun senin imanını boğamaz. O uluyan tek dişi kalmış medeniyet canavarı böyle bir imanı bozamaz. Bütün dişleri dökülmüş, insanlık tarihindeki rolü ortaya çıkmış, Avrupayı kan gölü haline getirmiş, haçlı ruhu ile gittiği yerleri yakıp yıkmış bir insanlık götürememiş bu tek dişi kalmış canavar bizi boğamaz.
Buraya kadar batı blokunun gücünü ve bizim gücümüzü tahlil etti ve bizim niteliklerimizi ortaya koydu.

5.Kıta

Arkadaş! Yurdumu alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bu kıtada askere , millete açıkca başarmasını anlatır, başarmanın zorunluğunu anlatır.
Şimdi hitap ülkenin insanına, gencinedir. Ona sorumluluk yükler. Yurduma alçakları uğratmaması gerektiğini ihtar eder, batının hayasız akınına karşı göğsünü yani imanını siper etmesi gerektiğini söyler. Eğer böyle yaparsa Hakk’ın yani Allah’ın ona vadettiği saadet günleri doğacaktır, belki yarın belki yarından da yakın. Vatanlarını koruyanlar Hakk’ın yani Allah’ın vadettiği saadete çok yakın zamanda kavuşacaklardır. Tarihimiz  bu konuda büyük örneklerle doludur.

6.Kıta

Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Önceki kıta gibi bunda da millete ve askere güç telkin eder, atalarının kemikleri ile dolu olan bir toprak ona sorumlu yaşamayı ve zaferi getirecektir.

Yine ülke insanına gençliğine hitap devam eder. Sorumlu yaşamasını salık verir, Anadolu toprağı şehit kanları ile kemikleri ile doludur, ecdadının kanı ve kemiklerinin tezyin ettiği toprağı üzerindeki insanlar sorumsuzca dolaşamaz. Kabirlerin üstünde kötü şeyler yapılmaz, onları rencide eden tutumlardan ve hallerden insan kaçınır. Hatta  başka dinden de  olsa kabir çiğnemek uygun görülmemiştir. O toprakların altında binlerce kefensiz insan yatmaktadır, insan onları nazara alarak bu topraklarda dolaşmalı ve yaşamalıdır. Eğer böyle onların ruhundan ve kendilerini feda ettikleri hakikatten ve vatandan uzak bir ruh ile yaşanırsa onların lanetine neden olur, bizim kazandığımız hürriyeti ve rahatı onların kanları ile elde ettiği bir gerçektir, biz de onların ruhlarına ve kutsal hatıralarına saygı göstermeliyiz. Bizim aramızdaki değer ölçüleri sonradan icad edilmiş mahiyetleri şaibeli şeylerdir, ama atalarımız yek vücud ve yek gaye uğruna öldüler, biz birbirimize düşersek onları üzer ve lanetlerine layık oluruz. Bu vatanı bizden öncekiler öldüler ve kimseye vermeyip bize bıraktılar bizim de üzerimize hakdır ki o toprakları korumak, üstelik cenneti kazanan ve cennet olan toprakları korumalıyız. Bize dünyaları da verseler bizim dünyamız ecdadımızın yaşadığı hatıralarımızın kaynağı olan bu topraklardır, onu dünyalara değişmeyiz. Biz ancak bayrağımızın dalgalandığı ve ecdadımızın kemiklerinin altında olduğu bizim toprağımızda mutlu olabiliriz.

7.Kıta

Kim bu cennet vatanının uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsında Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Başarmanın bir zorunluğu vatan içindir. Vatanın zaruretlerini ve realitelerini anlatır, böyle bir vatan ve onun korunması zorunluğu başarıyı getirir.

Akif bir ruhun tercümanı oluyor, bu vatan cennettir, çünkü cennet bu vatanda kazanılıyor, burasını cennet yapan bütün atalarımızın mezarları, hatıraları, milletimizin zaferleri, kendi tabiatımızdır, onlara ruhen bağlıyız. Çok yönlü psikolojik, tarihi ve dini gerekçelerle bağlı olduğumuz toprak bizim cennet vatanımızdır, bu yüzden o vatana ruhunu feda etmeyen olamaz, etmeyen ruhen vatanla bağlantı kuramayan nadanlardır. Bu bağlantıyı kuramayanlar hainlerdir. Kendinin ve binlerce yıl bu topraklarda yaşayan atalarının ruhundan kopmaktır. Bir insan değil bir ucubedir.
Öyle ki Anadolu toprağında o kadar mukaddes cihatlar olmuşki hakikaten belli metrekareye büyük oranda kan düşmüştür, toprağı sıksan o şehitler fışkıracaktır. Şehit mukaddestir, onun toprağı da aynı değerdedir. Akif yine hem kendi hem de milleti adına vatanın önemini vurgular o toprak bizim canımızdan her türlü sevgilimizden daha önemlidir, can ve cananımız onun varlığı ile kaimdir, canımız onun tabiatı ile ayakta, cananımız da öyle, onları alsın ama Hüda bizi vatandan mahrum etmesin.

8.Kıta

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

Sonra dua eder şair, Allah’tan başarı ister. Bu mısralar tamamen başarı için azim ve irade yüklüdür.
Akif kendisi milleti adına Allah’a dua eder, ricada bulunur. Bu vatan bizim mabedimizdir, çünkü İslam dininde toprak mesciddir, her yerinde secde edilebilir, secdenin tahsisi belli yere inhisarı şart değildir. Ordularımız savaş sırasında her yerde secde etmiştir, hatta savaş meydanlarında cemaatle namazı bile terk etmemiştir bizim atalarımız. Bu yüzden bu topyekün mabed olan vatanımıza yabancıların elinin değmemesini rica eder Allah’tan. Bu dua kabul olmuş, bir süre sonra savaş kazanılmış ve zafer ilan edilmiştir.

Metnin beyin cümlelerinden biri Bu ezanların şehadetlerinin dinin temeli olmasıdır. Ezanda iki yerde şehadet kelimesi geçer, Eşhedüenlailahe illallah, eşhedü enla Muhammeden Resululullah. Kainat kendisi Allah’ın varlığına şahittir, ben der onun eseriyim, eserin sanatçısı olur. Nasıl Picasso’nun eseri onun şahidi ise kainatta Allah’ın varlığının şahididir, ve bağırır, ben Allah’a şahidim ey ezanı dinleyen ve duyanlar. Sonra Peygamber varlığın esrarını ve Allah’ı anlatan bir büyük öğretmendir, o da Allah’ın varlığına şahittir, hem de öğretici şahit. Bu iki ifade her ezanda dört defa tekrar edilir. Allah ve Muhammed ikisi dinin temelidir ve Allah onları ezanla insanlara ilan eder, dinin temeli bunlardır der. Bunlar semadan eksilirse vatan da olmaz çünkü Allah’ın dini ezan ve namaz üzerine kuruludur. Namaz da zaten Peygamberimizin ifadesi ile dinin direğidir. Ezan ve namaz dinin temelidir. Akif bunu anlatır, Mehmet Kaplan din ve devlet birbirinden ayrılmaz,  birini yıkan ötekini yıkar der. Bu yüzden dinin temeli olan ezanın ebedi yurdumun üstünde inlemesi gerektiğini Akif söyler.

9.Kıta

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Basarırsa kulluğu ve itaati zirve yapacaktır, bu bir duadır, taleptir.
İstiklal Marşı estetik bir vaka örgüsüne dayanır. Baştan sona birbirini tamamlayan ve gittikçe gelişen bir yapısı vardır. Dokuzuncu kıtada şair artık mutludur, çünkü sorumlu bir gençlik ve ülke insanları, atalarına karşı kalben bağlı, dinine ve ezanına saygılı ve gereklerine uyan, vatanını hiçbir süfli ve maddi değerle değiştirmeyen bir nesil orta yerdedir, idealdir. Bu mutluluğu yukarıdaki mısralarla ifade eder. Secde memnuniyetin ifadesidir ve Allah’a karşı yapılır,  bu secde gönülden yapılan ve bin ile ifade edilen birçoklukla ortaya konur. Memnuniyetin ve teşekkürün sonucudur. Secdeyi şehidi temsilen mezar taşı yapar, vücudunun her cerihasından kanlı yaşı boşanır, memnuniyetten yerden mücerred naşı fışkırır, yükselerek arşa değer başı. Yeniden dirilmiştir, yaşadığı toprakların mensupları gerekeni yapıp, sorumluluklarını yerine getirirse elbette şehit de buna karşılık olarak bütün şehitlik belirtilerini terkedip memnuniyetten başı arşa vurur. İman o kadar apokaliptik ki davranılması imkansız gibi. Eğer bu yapıcı gelişmeler olmazda insanlar behimi ve beşeri yaşar değerleri kulaklarını ve ayaklarını kaparlarsa o zaman toprağın altındaki şehitler de memnun olmaz.

10.Kıta

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!

Bu mısralar bütün başarı nedenlerini anlattıktan sonra zaferin muhakkak olduğunu anlatır. Millet , ırk, hürriyet ve istiklal bu milletin hakkıdır.

Memnuniyet hilale uzanmış. Dökülen kanlar helal edilmiş, ırk başarmış ve kanları helal olmuştur. Millete ve ırka çöküş ve kaybediş yoktur. Ve Hür yaşamış bayrağın hakkı hürriyettir, hakka tapan milletin de hakkıdır, istiklal. Bağımsız yaşamak.
Türk edebiyatının Türk milletini yansıtan büyük şiirler milletin bütün özelliklerini taşır, din, millet, milliyet, estetik, birlik, vahdet, ortak yaşama, tarih, cesaret, başarı, ölüm ve şehitlik vb. Bunların bir bütünlük içinde izahı gerekir. Tarih-din–millet–sanat bir bütünlük içinde verilmelidir, yoksa bugünkü kültür dejenerasyonu, kimlik bunalımı ortaya çıkar. Tarihçi edebiyatı bilmez, din adamı edebiyatı bilmez, edebiyatçı dini bilmez. Halbuki tarihin içinde yüzde on edebiyat, edebiyatın içinde yüzde on tarih, yani hakim ağırlıkların yanında birbirine kapılar açan bir eğitim nesli daha etkili ve dengeli yapar.

Akif bunları bir arada anlatmış ve dokuyu eklektik değil estetik anlatmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum