Edebiyat ve siyaset

Tanzimat sonrası Türk edebiyatı ve Türk  tarihi siyasetin içinde  olmuştur. Bu edebiyatın ve tarihin eğitimde anlatılması ise hiç eleştirel olmamış, bir ibret ve yönlendirici şekilde ifade edilmemiştir. Fikir tarihinin, edebiyat tarihinin nasıl yazılması, teorisinin ne olması lazım geldiği onların içinde gizlidir. Bizim tarihimiz ve edebiyatımız çok zaman hala da öyledir, daima yeni nesillere yön verecek bir boyutta anlatılmamıştır.

Şinasi siyasetin dışında kalmaya çabalamış, edebiyatın toplumu uyarmada daha etkili olduğunu düşünmüş ve o yolda edebi faaliyet göstermiştir. Ama edebiyat tarihimiz onun bu siyaset dışı asil duruşunu önemsememiş bir silik sima gibi bir yanda durmuştur.

Edebiyatımızı dizayn edenler daima muhalifleri, sistemle, padişahla, devletle kavga edenleri yüceltmiştir. Bu da yeni nesilleri nasıl devletin karşısında durulması lazım geldiği konusunda uyarıcı olmamıştır. Namık Kemal devlete karşı olmanın onu eleştirmenin piri olarak telakki edilmiş, karşısındaki hükümdarlar hürriyet düşmanı, adeta insanlık düşmanı gibi yorumlanmıştır.

Bugün Türk aydını, Türkçüler  istikrarın ve devletin bütünlüğünün yanında değilse bunun  yüz  yılı aşkın bir siyaset ve fikir ve edebiyat tarihinin yanlış anlatımından ileri gelmiştir. Türkçülük bir milletin hukuku adına makul bir harekettir ama siyaset sahnesinde Türkçülüğün yüz yıla yakındır bir artısı yoktur.

Tanzimat yıllarının en makul adamı Ahmet Cevdet Paşadır. Devletle çekişmemiş beklenti içine girmemiş, verileni yapmış ve çok önemli devlet görevleri yapmış adeta devletin ve hukukun teorisini çizmiştir.
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyesi ve Kısas-ı Enbiyası hiçbir zaman modası geçmeyen eserlerdir. Cevdet Paşa tarihimizin Münteskiyosu denebilir. Namık Kemal, Abdülhakhamit Tarhan’ı miskin olarak niteler, o da  kendinin miskin değil  sakin olduğunu söyler. İstibdada karşı tavrının tevilini yapar.

Türk siyasi tarihinin her türlü istikrarın kaynağı olacak şekilde izahı yapılmamış hep sistemi eleştiren, devleti yıpratan mantıkta insanlar meydanı almıştır. Bugün dahi Demokrat Parti, Adalet Partisi, Doğru Yol ve Ak Parti gibi her zaman istikrarın köprüsü olmuş partiler ve siyasi hareketler hala aydınlarımız tarafından büyük oranda dudak bükerek karşılanmıştır ve karşılanmaktadır. Bunun nedeni de siyasal bilgiler eğitimlerinde istikrar düşüncesinin neredeyse yok olmasındandır.

Bediüzzaman’ın görüşleri doğrultusunda Türk siyasi tarihi gözden geçirilmelidir, benim Türk siyasi tarihindeki fikirlerim Bediüzzaman’ın tevhid siyasetine dayanan siyaset felsefesinden doğmuştur. Yoksa Serveti Fünun hareketi döneminde Sultan Abdülhamit’i aşağılayan aydınların gözü ile sultana ‘Kızıl Sultan’ diyorduk bir zamanlar.

Bu edebiyat tarihi anlatımlarında devletin bekası konusu hiç gündeme gelmez. Fikret gibi  sultanı ve dini yıpratan şahıslar ideal şahıslar olarak çocukların önüne sürülür. Bir hükümdara komplo düzenleyen Ermeni komitecilerini öven şiir yazan Fikret’in bu bakış açısı neredeyse birçok fikir adamına şablon bir davranış olmuştur.

Mehmet Kaplan ve Tanpınar biri tarihinde öbürü araştırmalarında daima özellikle Tanpınar, Abdülhamid bahsinde Makberin içinde şüphe kusan ve öğrencinin içinden çıkamayacağı kısımları almıştır. Halbuki makul birçok fikir Makber’de vardır.

İkinci meşrutiyet döneminden sonraki yazarlar da daima devleti eleştiren bir yol izlemişlerdir. Sultan Hamid’i ideal bir insan gibi anlatan Ahmet Altan’dır. Bunun dışında ondan bahseden birçok roman büyük sultanı aşağılarlar. Ahmet Altan’a neden böyle yaptığını sormuştum “adamı araştırdım çok yönlü ve diğergam bir hükümdar olarak gördüm“ dedi.

Bir milletin fikir ve edebiyat, siyaset tarihi yeni nesilleri siyasi yapı karşısında makul tavırlar takınacak şekilde eğitmelidir, bu siyaset değil ülkeye hizmettir. Çünkü burada bir istikrar söz konusudur.

Bizim yüz yılı aşkın siyasi tarihimiz en iyi izahını Bediüzzaman’da bulur ama onlar da satır aralarında. Onların ayıklanıp dönemin tarihi ve kroniği ile birleştirilip yayınlanması gerekir. Yoksa istikrarın felsefesinin yapılmadığı bir devletin çok zarar göreceği aşikardır. Devlet sadece sağılması gereken bir inektir, ölmüş veya kalmış kimseyi ilgilendirmez. Böyle düşünüldüğü için son yüz elli yılımız hep geri saymakla geçmiş ve harita gittikçe küçülmüştür.

Bugün bürokrasi her ne kadar istikrardan yana ise de güçlülere bir şey yapamamakta yine istikrar yanlıları ile uğraşmaktadır. İstikrarı savunanlar bile güçlü muhaliflerin yanındadırlar, çünkü ineğin büyüğü onların elindedir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum