Meleknur ÖZDORUK

Meleknur ÖZDORUK

Çocuklar Sayıların Cenderesinde

Modern zamanlarda bir kıymet ölçütü olarak niceliklerin merkeze alındığı görülüyor.  Niceliklerin hükümranlığı da sayılar üzerinden kurulan bir değer otoritesini şekillendiriyor.

Nasıl mı? Araban kaç model, kaç kilometre? Evin kaç metrekare, kaç artı bir? Günde kaç soru çözüyorsun, kaç saat çalışıyorsun? Günlük kaç sayfa kitap okuyorsun? Kaç puan aldın? Kaç ortalamayla geçtin? Kıdemin kaç oldu? Kaç çeşit ikram hazırladın? Kaç beğeni aldın? Kaç takipçin var? Kaç para kazanıyorsun? Ve daha “kaç” sıfatıyla kurulan ve ona göre kıymet atfedilen niceleri… Cevaplar da hep sayılardan ibaret. Zira niceliklerin hükümranlığı çağındayız.

Dahası toplumları, devletleri ve küresel hareketlilikleri de çok yakından ilgilendiriyor bu sayılar. Skorlar, istatistikler, yüzdelik dilimler, sonu gelmez sayısal veriler…

Sayılara oranla cazibe de o nispette parlıyor. Sayılara oranla biçilen değer ziyadeleşiyor veya azalıyor. Sayılara oranla taktikler geliştiriliyor, plan programlar yapılıyor. Lakin bütün anlamlar rakamlara mahkûm ediliyor, anlaşılması gereken manalar rakamlarda hapsediliyor.

Sayıların hükümranlığı, Batı medeniyetine ait yüzlerden biri esasında. Sayılara böylesine düşkünlük ise, harfleri esas alan İslam medeniyetinden uzaklaşmanın bir izdüşümü. Sayı niceliği, harf ise niteliği temsil ediyor.

Nitelik anlama, manaya, keyfiyete, samimiyete teveccüh ediyor.

Bu mesele ilk kez Metin Karabaşoğlu’nun “Oyuncak Tamirhanesi” kitabındaki bir yazıyı okurken zihnime düşmüştü. Sonraları çocukları ve bilhassa eğitim hayatlarını sayıların hükümranlığı merceğinden düşünmeye başladım.

Çocuklarımızın doğar doğmaz sayıların cenderesine nasıl sıkıştırıldığını görüyoruz. Ayda kaç kilo alıyor’dan fiziksel, bilişsel gelişimine dair birçok ayrıntıda rakamların arz-ı endamını yavrularımız üzerinden bizzat görüyoruz. Fakat bir çocuğun sayılarla muhataplığı esas okul döneminde başlıyor. Ve öğrenim hayatındaki sayılarla münasebeti maalesef hiç bitmiyor. Ta ki faal öğrenim süreci bitene kadar sayılarla sıkı sıkıya alâkadarlık devam ediyor.

Henüz sadece kitabı defteri, sevmeye teşvik edilmesi, öğrenme hazzını keşfe çıkması gereken bir çocuk, işte yıllarca hiç peşini bırakmayacak ve güya başarı terazisinin bir kefesinde daima kurulacak o kupkuru sorularla tanıştırılıyor: “Kaç soru çözdün? Kaç puan aldın? Kaç sayfa okudun?”

“Kaç soru?”, “kaç puan?” soruları bütün öğrenim hayatının merkezine çöreklenen başarı kıstasları olarak, bir öğrenciyi hiç yalnız bırakmıyor. Yeri geldiğinde bu sorular öğrenciyi üzüyor, hırpalıyor ve bütün gayretleri sayılara indirgiyor.

Böylece esas kazanılması gereken çalışmak, azmetmek, gayret göstermek gibi hayat yolculuğunda çok mühim olan esaslar öteleniyor ve çocuk dünyasında anlam kaybına uğruyor. Nasıl mı? Çocuk herkes tarafından “başarı” olarak sunulan “puan”a odaklanıyor mesela. Bir konuyu öğrendi mi, öğrendiklerini içselleştirdi mi, bilgiyi işlevsel kılabildi mi…? Bunların hiçbir kıymeti kalmıyor artık. Ne de olsa sadece puan önemli görülmeye başlanıyor.

İşte ipler burada inceliveriyor. Bir öğrenci, çalışma sürecinin niteliğini ve öğrenme yolculuğunun keyfiyetini önemsememeye; herkesçe kabul gören sayılara odaklanmaya başladığı zaman yitirdiği şeylerin farkına bile varmıyor. Günlük üç yüz soru, dört yüz soru çözme hedeflerinin havada uçuştuğunu hepimiz biliyoruz. Sonra da karşısındaki konuları hazmedememiş, içselleştirememiş çocuklarımız “yahu bu kadar fazla soru çözdüm ama yine falan sınavda başarısız oldum” diyebiliyor. Çünkü onlar işin niceliğindeler, çok’ta takılı kalmışlar. Fakat nitelikli çalışmayı uygulayamadıkları için, sadece çözdükleri testlerin kalıplarında sıkışıyorlar. O kalıplar sınavlarda hafifçe oynayıverse, bizim öğrenmeyi değil, otomatikleşmeyi seçen çocuklarımız kaybediyorlar. Üstelik bazen sadece sınavı değil, ümidini de şevkini de kaybedebiliyorlar. Bilişsel sürecin analiz ve sentez basamaklarına doğru ilerlemeye sabredemedikleri için hayal kırıklığı yaşıyorlar.

Öte yandan çocukların kitaplarla olan münasebetlerinin de evde, okulda veya başka bir ortamda genellikle niceliklerle değerlendirildiğini görüyoruz. “Günde şu kadar sayfa, ayda şu kadar kitap” gibi söylemler, çocuğa sadece sayısal bir hedef biçiyorlar. Şayet çocuğun nitelikli okuma alışkanlığı yok ise, kitaba yönelimi sadece onu bitirmek ile ilgilidir. Hatta bu yönde verilen özet, tahlil ödevleri yapıldığı zaman dahi çalışmanın gayet sığ verilerden oluştuğu görülüyor. Maalesef sıklıkla şahit olduğumuz bu vaziyet, yıllarca kitaba nüfuz edebilmeyi öğrenememiş gençlerin akademik başarısızlığının da ciddi bir sebebidir.

Bunlar öğrencilik üzerinden sadece birkaç örnek. Halis bir az’ın kabarık ama içi boş çok’tan daha kıymetli olduğunu ispat eden nice durumlar, nice hayat sahneleri var.

Her meselenin yüzünü tamamen değiştiren ihlas düsturunun bir öz değer, hakiki bir çekirdek hükmünde olduğunu bu konu da ilan ediyor.

https://www.facebook.com/cocukvemanevigelisim/?ref=pages_you_manage

https://www.instagram.com/cocukvemanevigelisim/?hl=tr

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.