Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Bu yazıyı ben mi yazdım, yoksa bana yazdırıldı mı?

Sebeplere takılan zihin, yazı yazmaktaki hissesinin kıl kadar olması hasebiyle 'yazdım' yerine kullanılan 'yazdırıldı' kelimesinin kastını anlamadığı gibi; sadece meale takılan zihin de ilham meselesini anlayamıyor. Hâliyle bazen gülüp geçtiğimiz, bazen de hüzünle karışık karşıladığımız ifadeler ile karşılaşıyoruz. Bırak ilimde derinleşmeyi, insafı yanına alan vasat bir Kur'an ve hadîs aşinası insanın az bir okumayla kolaylıkla anlayabileceği bir mesele, bazen garez ve körlük ve bazı eserlere kapalılıkla birleşince, asılsız ve gıybete varan sû-i zanlara bile sebep oluveriyor. Adam oturduğu yerden bir sürü günâh nasıl kazanır ya da sebep olur, bunun çokça misallerini yaşıyoruz.

Bir müddet önce bu sütunda İslam'da güvenlik uzmanı hem de profesör bir arkadaşa da anlatmıştık. Fakat ihtiyaç hasıl olduğundan, yine anlatmak icab etti. 

Daha lise birinci sınıfta zâhirde hiçbir sebep yokken, bir yatsı ezanının üzerimdeki feyzi  ve tesiri ile tamamen inayet, ihsan ve sevk-i İlâhi ile başladığımız namaz sonrası, okulda dikkat çekmeye başlamış; hem inkârcılar hem de inançlı arkadaşların hedefine girmiştik. İnanç noktasında beni şüpheye düşürmeye çalışanların yanında, o zaman haberimin dahi  olmadığı Said Nursi hakkında da ileri geri konuşup olur olmaz şeyler anlatmışlardı. Bunlardan birisi de risalelerde geçen bu 'yazdırıldı' kelimesini maksat ve aslından saptırarak, sanki Allah Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla Said Nursi'ye kitap yazdırmış (haşa) şeklinde anlayıp anlatmıştı. Ben de içimden bu  asırda böyle bir sapkınlık olur mu, diye geçirmiştim. 

Kaderin garip bir cilvesine bakın ki bir sene sonra inançsız bir arkadaşın sorularına cevap için, iz sürüp Nurları tanımıştık. O zaman Trabzon'da öğrenci Faris Kaya abi Rize'ye gelmişti. Buluştuğumuz bir sohbette bize "Bir sualiniz var mı?" ikazına içimden "Keşke bu iddiaya cevap okusa." demiştim. Ben içimden geçirdim sadece. Ama çekingenliğimden ifade edemedim. Fakat Faris Abi intak-ı bil Hak nevinden, bence Asr-ı Saadetten sonra Peygamberimizi (ASM) en güzel anlatan "Risalet-i Ahmediyeye Dair" olan 19. Sözü okumaya başladı. "Halıkımızı bize tarif eden üç küllî muarrif var. Birisi de şu kitab-ı kebirin âyet-i kübrası olan Hatem-ül Enbiya Aleyhissalatu Vesselamdır." cümlesine gelince, içimden "İşte tam da bu mevzuyu istiyordum." demiştim. Devamı ise zaten âcizane bizi mestetmişti. 

Başka bir zaman yine bir bakarkör, İkinci Şua'da geçen Keşfül Hafa'dan alınma "Ben ve benden evvel gelen peygamberlerin en ziyade ve kıymetli sözleri la ilâhe illallah kelamıdır." hadîsini göstererek "Bak Said Nursi kendisine peygamber diyor." lakırdısını etmişti. Kardeşim dedim buraya yazılan bir hadîs-i şerif. Bir önceki cümleye baksan anlarsın. Zira bir önceki cümle, "Resul-ü Ekrem (ASM) ferman etmiş ki" şeklindeydi. Yüzü dahi kızarmadı.

Said Nursi'nin bir kütüphanesi yok. Oradan buradan derleme tarzında dolgu ürünü eser yazmamış. Belki onlarca, yüzlerce defa okuduğu bir âyetin feyiz ve bereketi ile kalbine doğanları veya anladığı kadarıyla, bir talebesine dağ bağ yamaçlarında ve kendi imkânları ile hapishane köşelerinde tamamen telif eserler olarak yazmış. Bunları da kendi kabiliyeti ile değil; Allah'ın bir ihsanı, ilhamı ve Kur'an'ın bir keremâtı olarak görmüş. Devamı da önemli. "Yazdıklarımda bir kusur, eksik, yanlış ve noksan varsa da o benim kabiliyetsizliğimden ve kusurumdandır." demiş. Arkadaş daha ne desin? 

Şimdi aynı şeyi âcizane biz de diyoruz. Bu yazıyı yazdık, diyelim. Bundaki güzellik ve kemâlatta ne kadar hissem var ki tam bir gururla "Bunu ben yazdım. Kendi ilmimle bunları ifade ettim." diyebileyim. Ya da yazdığımız yazı ve yaptığımız konuşmalarda, hitabelerde kusurlara merci olmak dışında ne kadar hissemiz var ki "Ben falan yerde, şu vakitte konuştum. Şu kadar kişiyi irşad ettim." diyebileyim  Bütün fırsatlar ve bu fırsatları fiilen kabullenecek kıymetdâr cihazları Allah vermiş bize. Yazıyorsun mesela. El senin mi? Beyin, göz, ışık, düşünmen için faaliyette olan binlerce nöron kimin?  Kimin gönderdiklerini yiyip içerek yaşıyorsun ve yazıyorsun. Geriye, sahip olduğumuz bile şüpheli, tartışılan "kıl kadar" bir cüz-i iraden kalıyor. Yani sana ait hisse yüzde bir bile değil. İşte sadece Said Nursi değil, hangimiz "Biz yazdık, ettik diyebiliriz ki?" Evet, mecazen diyebiliriz belki. Ama gerçek öyle değil. 

Said Nursi mecazı değil, gerçeği ifade ediyor. Sebepleri merci ve tesir sahibi olarak görmüyor. Kusurların fâili olarak kendini gösterip iyilik ve haseneleri Allah'a vererek, O'nun nasibini, O'nun ilhamını ifade anlamında bazen "yazdırıldı" ifadesini kullanıyor. Bunun önüne arkasına, siyakına sibakına  bakmadan lastik gibi uzatılması ise tam bir cehalet örneği. Sadece cehalet mi? Hem de güzellikleri kendinden bilme gibi sonu esbap şirkine kadar gidebilecek bir cehalet örneği.

Demek mesuliyete sebep olmak için karar bizim. Ama bu karar yetkimiz, yaratıcı bir güç değil. Fiilin aslını Allah yaratmış, sadece sıfatının niteliğine biz karar veriyoruz . O kararımızla da kötülüklerin sebebi oluyoruz. Evet ama iyiliklerimiz için de "kıl kadar" bir kararımızla bunların ancak göstereni, yansıtanı oluyoruz. Demek bizimle ortaya çıkan, gösterilen şeylerdeki hissemizin azlığını belki de hiçliğini ifade anlamındaki "yazdırıldı" ifadesi, vahiy edildiği anlamını hiç anlatmaz. Zaten Said Nursi de "Nurlar vahiy değildir, olamaz."açıkça diyor. Peki çirkinlikler de mi ilham yoluyla yaratılıyor. Arı su içiyor bal, yılan su içiyor zehir akıtıyor. Herkes ilhamına, nasibine kendi karakterinin, kesbinin rengini katıyor ve boyası ile boyatıyor. Mesuliyet ona ait. 

Yazdırıldı hakikatine bir örnek de verebiliriz. Önüne bir tabak yemek getiriliyor. Yemekte senin hiçbir hissen yok. Yemeği yemek ya da yememek tercihi sana ait. Sadece tercih ama. Kaşık da ağız da el de yedikten sonraki keyfiyet de sana ait ve seninle ilgili değil. Peki sen, bu kadar cüz'i hissenle yemek ve yemek sonrası keyfiyetle ne nispette övünüp onlara sahip çıkabilirsin? O zaman bu yazıda benim değil, bana bu yazıyı Allah yazdırdı, diyebilirim. Yani yemek hazır, sadece onu yemeğe karar veriyorum. Bu yemekteki tüm güzelliklere sahip çıkamam.

Allah'ın verdiği imkân ve O'nun icadıyla aklıma indirdiği ilham ve bilgi ile yazdım. Hissem sadece bu mânalara sahip çıkmak ve aktarmaya vesile olmaktan, bir de çirkinliklerin sahibi ve mercii olmaktan ibaret 

Evet dostlar, bu sırrı çözüp anladığın an, ne yağmur yağdı ne fındık oldu ne süt aktı ve ne de bu yazıyı ben yazdım, diyebilirsin. Dersen de hakikati ifade etmiş olmazsın. Sadece mecazdır, senin dediğin, gerçek öyle değil. Gerçek olan yağmur da yağdırıldı, fındık da olduruldu, süt de akıtıldı. Öyle de  bu yazı da onun izni ve icadıyla yazdırıldı. O yoksa, hiçbir şey yok. 

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum