Bitlisli Fuat Sezgin’le, Bitlisli Said Nursi’nin yolları aynı yerde buluştu

Bitlisli Fuat Sezgin’le, Bitlisli Said Nursi’nin yolları aynı yerde buluştu

Fuat Sezgin’le 20 gün geçiren yönetmen Adem Özkan

RİSALEHABER

TRT’de Yapımcı-Yönetmen olarak çalışan Adem Özkan, “Bilim Tarihinde Ezberbozan: Prof. Dr. Fuat Sezgin’le Birlikte” adlı kitabını anlattı.

“Bilim Tarihinde Ezberbozan Prof. Dr. Fuat Sezgin’le Birlikte” kitabının Serüveni nasıl başladı?

2004 yılında TRT adına yapacağımız “Fuat Sezgin ve Bilim Tarihi çalışmaları” konulu belgesel, yolumuzu Almanya-Frankfurt’ta Prof. Dr. Fuat Sezgin’e çıkardı.

Fuat Sezgin ismini ve İslâm Bilimler Tarihi alanındaki eşsiz çalışmalarını yıllar önce ilk kez 80’li yılların başında merhum Şaban Döğen’ in Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisinde okumuştum. Yaşayan bir bilim adamı olarak, çağımın insanı olduğu için de onunla iftihar etmiştim.

TRT’de Belgesel Programlarda Yapımcı-Yönetmen olarak çalışırken; 2004 yılı şubat ayının son günlerinde o dönemin TRT Genel Müdürü Şenol Demiröz Beyefendinin arzusu ile Prof. Dr. Fuat Sezgin Belgeselinin yapımında görevlendirildim. Ne acı ki, 2004 yılında ülkemizde Fuat Sezgin bugünkü gibi tanınıp bilinmiyordu. Hakkındaki bilgiler son derece azdı.

Şubat 2004’de Almanya-Frankfurt’ta bulunan ‘Arap İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nün telefonunu arayarak bu büyük insana: ‘TRT adına belgesel yapmak için aradığımı’ söyledim. “Benim böyle şeylere ayıracak kadar zamanım yok!” cevabıyla şaşkına döndüm. Fuat Hocamızı hiç tanımıyordum. Nasıl ikna edeceğimi de bilmiyordum. Tek varlığım samimiyetle bu işin yapılmasının insanımız ve insanlık için çok önemli olduğunu ve bunu devletimizin çok önemsediğini ısrarla söylemek oldu. Birkaç gün sonra samimane yapılan bu teklif “Evet”le karşılığını buldu. Önce belgeselin, sonra da kitabın ilk adımı bu şekilde başlamış oldu.

Prof. Dr. Fuat Sezgin’le yüz yüze ne zaman, nerede görüştünüz?

Belgeselin yönetmeni olarak bendeniz, yapımcısı olarak da arkadaşım merhum Mehmet Ali Özpolat Bey’le 16.03.2004’te Almanya-Frankfurt şehrine gittik. Bilim dünyasını yaptığı çalışmalarıyla kendisine hayran bırakan Fuat Sezgin hocamla ilk defa yüz yüze gelecek olmanın tatlı heyecanı vardı içimde. Tarihi muhteşem bir binada bulunan Arap İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsün de Fuat Hocam olanca samimiyeti ile bizleri karşıladı.  Orta boylu ama bakışlarındaki derinlik ve anlamlılık ona ayrı bir heybet katıyordu. Netice odaklı olduğunu bildiğimiz için hemen kısa bir hoşbeş ve ikram faslının ardından yapmayı planladığımız program hakkındaki düşüncelerimizi paylaştık.

fuatsezgin_7.jpg

Görüşme ve çekimleriniz kaç gün devam etti?

Belgesel çekimleri öncesinde 5 gün Fuat Sezgin Hocamızın bereketli hayatını kendi dilinden ve yaptıkları ile yakından tanıma imkânı bulduk. O da kendisiyle günlerce çalışacağı bizleri tanımaya çalıştı. Çünkü işimiz araştırma ve çekim safhaları ile birlikte sadece Frankfurt’ta 15 gün, bir de İstanbul çekimleri ile 20 güne yakın bir zaman demekti. Bu süre, tam bir “ilim münzevisi” olan Hocamız için çok uzun bir zaman dilimi idi. Dakikaların bile hesabını yaparak yaşamış böylesine değerli bir bilim adamının bu süreyi kabulü gerçekten zordu.

Çok şükür görüşmelerimiz neticesinde: “Sn. Özkan, sana itimat ettim ve seni sevdim. Sen de bir samimiyet ve gayret buldum. Bir kısım Türklerdeki tembellik yok sizde. Benim kalbimi fethettin. Size ayıracağım zamanı kabul ettim. Hayırlısı bakalım. Bu işin altından sizleri çok çalıştırarak kalkacağımıza inanıyorum inşallah” dedi. O zaman ben de derinden bir nefes alıp Allah’a şükrettim. Çünkü inanmadığı bir şeyi ona yaptırmanın imkânı yoktu. Bu olumlu yaklaşımın tersini de yaşamak mümkündü. Allah bize onu yaşatmadı. Milletimizin ve insanlığın yararlanacağı 10 bölümlük belgesel ve kitabımız önce Allah’ın izni ile sonra da Fuat Hocamın olumlu yaklaşımı sayesinde gerçekleşmiş oldu.

Zaman konusunda Fuat Sezgin yaklaşımı nasıldı?  

Bizzat kendileri zaman konusuna ne kadar dikkat ettiğini şöyle bir olayı anlatarak dikkatlerimizi çekti: “O zamanın İran Cumhurbaşkanı Hatemi Almanya’ya davet edilmiş. Bir gün telefonum çaldı. Almanya Cumhurbaşkanı arıyor. Bana: “Sn İran Cumhurbaşkanı Hatemi ülkemizi ziyaret edecekler. Sizleri de bu programda ülkemizde yaşayan önemli bir Müslüman Bilim adamı olarak aramızda görmek isteriz” dedi. Ben de katılmaya mecbur olmadığım bu daveti, Enstitüdeki çalışmalarıma zaman kaybettireceğini düşünerek kabul etmedim” dedi. ‘Arife işaret yeter’ kabilinden bu olayla biz de gereken mesajı almıştık.

Fuat Sezgin’in üzerinde ailesinin nasıl bir etkisi var?

Büyük insanları o denli büyüten unsurlar içerisinde ailenin etki ve katkısının önemli bir yeri olduğuna inandığım için özellikle bu konuyu kendilerine sordum. 1924’te Bitlis’te doğup, İstanbul, Almanya, İslam Dünyası ve tüm dünyadaki çalışmalarıyla unutulmazlar zirvesine tırmanan Fuat Sezgin, ailesinden aldığı inanç ve eğitimin etkisini şu cümleleriyle özetledi:

fuatsezgin_2.jpg

“Babam bir din adamı idi. Müftülük yaptı. Dindar bir ailenin içinden geldim. Beni de dindar birisi olarak yetiştirmek istedi. Ben de onun istediği gibi dindar olmaya gayret ettim. Hala da dindar biri olduğumu düşünüyorum. Babam ve annemin benim üzerimde yaptığı en büyük tesir de budur. Ben de bu materyalist dünyada, dindar olmanın insana büyük bir rahatlık ve huzur verdiğine inanıyorum. Hatta bazen kendime sorardım: “Bir Allah’a inancım olmasa, bu dünyaya nasıl tahammül ederdim?” Bunları bana kazandıran anne ve babama bu yüzden büyük bir şükran borçluyum. Onları daima rahmetle anıyorum.”

Fuat Sezgin Bilimler Tarihi çalışmalarına ne zaman ve nasıl başlamış?

Erzurum’dan İstanbul’a mühendis olma arzusuyla gelen Fuat Sezgin, kaderin sevkiyle bir anda karar değiştirerek hiç aklında olmayan başka yola girmiş. 1943 yılında İstanbul Üniversitesinde ders veren Alman Oryantalist Prof. Dr. Hellmut Ritter'in (1892-1971) ‘Modern matematiğin ve daha birçok ilmin temelinde İslâm âlimlerinin bulunduğunu’ söylemesiyle Fuat Sezgin’i Bilim Tarihinde zirveye taşıyan ilk fitili ateşlemiş. Böylece Fuat Hoca Şarkiyat okumaya karar vermiş. Günde 17-18 saat çalışıp, 5-6 dili aynı anda öğrenmeye gayret ederek “Bilim Tarihinde Ezberbozan” çalışmalara imza atmış. Artık, başta Süleymaniye ve Topkapı Kütüphaneleri olmak üzere diğer kütüphaneler, onun büyük bir huzur ve keyifle çalıştığı mekânlara dönüşmüş. Çalıştıkça, araştırdıkça hedefi netleşmiş. Karar verdiği konularla ilgili olarak binlerce kaynaktan valiz dolusu fişler toplamaya başlamış.

1960 İhtilali sonrasında Almanya’yı tercihinin özel bir sebebi olmuş mu?

Hayatının en verimli döneminde 1960 Askeri darbesi ile İstanbul Üniversitesindeki vazifesinden uzaklaştırılır. Ama o, kıştan sonra baharın geleceğine öyle inanmıştır ki, her zorluğa rağmen hiç tereddütsüz hedefine yürür. Bu kararında ‘inancı ve azmi’ onun yegâne dayanak olur. Hemen Almanya ve Amerika’da 3 üniversiteye başvurur. Çok kısa zamanda üçünden de ‘kabul’ cevabı gelir. Bunlar: ABD’deki Kaliforniya Berkeley ve Yale Üniversiteleri ve Almanya-Frankfurt Üniversitesidir. Neden Almanya’yı tercih ettiğini: “Ben İslam Bilim Tarihinin ana mekânları olan başta Türkiye, Mısır ve İran’dan uzaklaşmak istemedim. Buralarda daha çok çalışmam gerekiyordu. Bütün bu gerekçeleri göz önüne alarak Almanya-Frankfurt Goethe Üniversitesini seçtim” diyerek belirtmektedir.

Hocasını da bütün dünyayı da hayrette bırakan Arap-İslâm Bilimleri Tarihi (Geschichte des Arabischen Schrifttums) adlı dev eseri ve diğer çalışmalarını nasıl yapmış?

Amacına ulaşmak için tam 27 dil öğrenir. 60 ülkenin kütüphanelerinde 400 bin el yazması eseri ve binlerce etüdü elden geçirir. Sonucunda; kendi alanında insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar sahasında yazılan en kapsamlı eser olan  Arap-İslâm Bilimleri Tarihi (Geschichte des Arabischen Schrifttums) adlı 17 ciltlik dev çalışmaya imza atar. Artık Bilimler Tarihi, bu esere yolunu düşürmeden hiçbir bilim tarihçisi tarafından asla yazılamayacaktır.

Bu önemli eseri yazmaya başlayacağını ilk önce Alman oryantalist Hocası Ritter’e söylediğinde, onun cevabı: "Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Siz de yazamazsınız. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma" olur. Fuat Hoca: “İlk defa hocama inanmadım; çünkü kararımı vermiştim. Karar verdim ve yaptım” der.

fuatsezgin_1.jpg

1967 yılında kitabının birinci cildi yayınlanınca Hocası Ritter’e gönderir. Öncesinde böyle bir eserin yazılacağına hiç inanmayan Prof. Dr. Ritter bu sefer: "Şimdiye kadar böylesini hiç kimse yapamadı. Bundan sonra da senden başka hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim seni!" diyerek hakkı teslim eder.

‘Arap-İslâm Bilimleri Tarihi’ eserinde hangi konulara yer verilmektedir?

Kur’an ilimleri, hadis ilimleri, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf, şiir, tıp, farmakoloji, zooloji, veterinerlik, simya, kimya, botanik, ziraat, matematik, astronomi, astroloji, meteoroloji ve ilgili alanlar, dilbilgisi, matematiksel coğrafya, İslâm’da kartografya, İslâm felsefe tarihi gibi ana ve yan bilim dallarından oluşmaktadır.

Fuat Sezgin ‘Din-Bilim’ yaklaşımını nasıl ortaya koyuyor?

Hayatının yaklaşık 60 yılını Avrupa’da yaşamış ve daha çok pozitif bilimlerle geçirmiş birisi olarak Fuat Sezgin’in ‘Din-Bilim’ yaklaşımı herkes için elbette ki çok önemlidir. Bu konuda çok net ve samimi açıklamalar yapmıştır. Şunu da ayrıca belirtmeliyim, Hoca, dinin olur olmaz yerde kullanılmasından, hele de istismarından şiddetle uzaktır. Bu konuda kendileri şunları söylemektedir:

“Yıllardır ‘Din, bilimi gölgeledi’ anlayışını reddediyorum. Bunun birçok dinî, tarihî ve ilmî gerçekleri var. Buna bir örnek vermek istiyorum:

Yahudi bilim adamı Rosenthal’la arkadaştık, ara sıra mektuplaşırdık. İkimiz de birbirimize hürmet ederdik. O, diyor ki; “Belki de kapsamı hızla genişleyen çeviri faaliyetlerini temellendirmek için Müslümanlara tıp, kimya gibi pozitif bilimlerle tanışmayı çekici gösteren ne pratik faydacılık, ne de felsefî teolojik sorunlarla uğraşmalarına sebep olan teorik faydacılık yeterli olabilirdi. Eğer İslâm Dini başlangıçtan itibaren bilimin rolünü, dinin bütün bir insan hayatının asıl itici gücü olarak öne sürmemiş olsaydı, Bilim, İslâm’da böylesine merkezi bir konuma yerleştirilerek, dini bir saygı görmemiş olmasaydı muhtemelen çeviri faaliyetleri olduğundan daha az bilimsel, daha az sürükleyici ve daha ziyade yaşamak için zaruri olanı almaya ve bilinenden farklı bir şekilde sınırlanmış olarak kalırdı” demektedir. Ne kadar müthiş bir değerlendirme. Burada İslam’ın, bilime sadece dünyevi faydacı bir amaçla yaklaşmadığını, tam tersine ona sarılarak adeta bir ana kucağı gibi olduğu ifade ediliyor.

Bunu bir Müslüman olarak ben söyleseydim, mübalağa sanılırdı. Yahudi kökenli büyük ve insaflı bir oryantalistin böyle bir şey söylemesi benim söylememden daha büyük bir şey.

İslâm bilimlerinin umumiyetle üzerinde durulmamış bir tarafı, benim bile çok geç kaldığım bir yanı var. Nedir o derseniz: İslâm bilimlerinin herhangi bir kültür dünyasının tanımadığı bir hız alışı var. İşe parmak sayarak başlayan Müslümanlar, ikinci yüzyılda matematiğin tekniğini anlayacak hale geliyorlar, fizik ve geometriyi tercüme ediyor, kimyayı ikinci yüzyılda deneysel ve matematik esaslara dayanan bir bilim olarak ortaya koyuyorlar.

İslâm'ın ilk ortaya çıktığı yıllarda okuma yazma bilenlerin sayısı çok azdı. İslâm ilk otuz veya kırk yıllarında o devrin meskûn yerlerinin büyük bir kısmını hükmü altına almış, bilim merkezlerini fethetmişti. Oradaki bilim temsilcilerine ister Müslüman olsunlar, ister olmasınlar büyük tolerans göstermiş, değer vermiş, hocalıklarını kabul etmişti. Bilime ve öğrenmeye karşı çok kısa bir zamanda çok canlı bir atmosfer ortaya çıkmıştı.

Müslümanlar 17. Yüzyıla kadar ilimle o kadar içli dışlı olmuşlar ki, yaptıkları çalışmalarla hem kendilerine, hem de bütün dünyaya ilmin altın çağını yaşattılar. İlim, köyden şehire her yere yayıldı. İlimle ilgilenmekte imtiyazlı bir sınıf yoktu. İlimle uğraşmayanların kınandığı müstesna bir zaman dilimi yaşandı. Müslüman bilim adamları, bilim tarihinde şu üç büyük gerçeği ortaya koydular:

1-Eski ilimleri geliştirdiler,
2-Yeni bilim dalları kurdular,
3-İleride kurulacak yeni bilimlerin de temellerini attılar.

fuatsezgin_6.jpg

Prof. Dr. Fuat Sezgin ‘Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nü hangi amaçla kurar?

1982’de Frankfurt’ta kurduğu ‘Arap-İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü’nün hedefini “İslâm ilimler tarihini geniş çaplı olarak araştırmak ve tanıtmak. 800-1000 yıl devam etmiş üretici ve kuşatıcı bir medeniyetin hakkını ortaya çıkarmak” ve “Bu maksat etrafında oluşan dünyadaki tek Enstitü’de burasıdır” diye açıklamaktadır Fuat Hoca. Bu Enstitü’de İslâm Bilim Tarihi alanında yapılan araştırma ve yazılan çalışmalar bir araya getirilerek 1400 cilt kitap yayınlanır.  Bu, İslâm kültür mirası açısından eşsiz bir çalışmadır.

Hayatı boyunca dünyanın her yerinden büyük bir özenle, zorluk ve sıkıntılara katlanarak aldığı 45 bin ciltlik kitapla, Bilimler Tarihi Kütüphanesini kurar. Bu kütüphane, İslâm Bilimler Tarihi açısından bir ihtisas kütüphanesi olarak dünyada tektir.

İlk olarak kurduğu müzede neler yapılmış?

Enstitü’nün hemen ardından Fuat Hoca bu seferde Frankfurt’ta 1983 yılında İslâm Bilim Ve Teknoloji Tarihi Müzesi’ni kurar. İslâm kültür çevresinde yetişen ilim insanlarına ait olan bilimsel alet, araç ve gereçlerin tamamı yazılı kaynaklara dayanılarak yapılır. Kendi alanında değişik disiplinleri kapsayan bu çalışma dünyada bir ilk olma özelliğine sahiptir. İslâm bilginleri kullandıkları alet ve düzenekleri kapsamlı olarak eserlerinde tarif etmişler ve çizimlerini yapmışlardır. Bu eserlerden: Ebu’l-Kâsım ez- Zehrâvî (m.10.yüzyıl)’nin kapsamlı tıp kitabı Kitâbu’t-Tasrif’i, el-Cezeri (m1200)’nin fizik ve zaman konulu kitabı el-Câmi beyn el İlim ve el Amel’i, Ebu’l Hasan el-Marrâkuşî (m.13. yüzyıl)’nin Câmi’ el Mebâdi’ ve-l Gâyât’ı bunlardan bazı örneklerdir.

Müslüman bilginlerin eserlerinde bulunan çizimlerden yararlanarak; Astronomi, coğrafya, gemicilik, zaman ölçümü, geometri, optik, tıp, kimya, mineraloji, fizik, mimari, teknik ve harp tekniği sahalarından 800’e yakın alet, araç ve gereci çalışır vaziyette yeniden yapar. Fuat Sezgin bunlardaki amacını ise: “Müzedeki bu aletler; İslâm biliminin bir rivayet değil, yaşanmış bir gerçek olduğunun görsellerle ispatından başka bir şey değildir” diye belirtir.

Fuat Sezgin, İslâm Âlimlerinin yüzde 95’i günümüze kadar gelememiş, kaybolup gitmiş, kimi sadece kitaplarda teorik olarak tarifleri kalmış icatlarını âletleştirmeyi başararak bu konuda da bir ilke imza atmıştır. Bunun için yıllarını harcamıştır.

Bu müzedeki aletleri tanıtmak, İslâm kültür çevresindeki ilmi gelişmeleri göstermek için Enstitü tarafından 2003 yılında 5 ciltlik “İslâm’da Bilim ve Teknik” adlı katalog eser hazırlanmıştır. Böyle bir çalışma bugüne kadar müze kataloğu olarak ilk defa yazılabilmiş olup; Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak 4 dilde yayınlanmıştır.

Fuat Sezgin’in çok önemli idealleri vardı şüphesiz. Bunlardan özellikle dikkatinizi çeken ne oldu?

16.03.2004’te Almanya-Frankfurt’a ilk program ön görüşmeleri için gittiğimizde, 5 gün gibi çok şeyleri konuştuğumuz bir zaman dilimi oldu. Bu görüşmelerden birisinde Fuat Hoca Türkiye için düşündüğü çok önemli bir konudan bahsetti. İlim ve teknoloji devi olan Almanya’da kendisinin birçok alanda, oranın sağladığı imkânlardan fazlası ile istifade ettiğini, aynı imkân ve avantajlardan Türkiye’den başkalarının da yararlanmasını ister. Bunun için önemli bir proje planlar. Bu proje de; Her yıl Türkiye’den seçilecek üstün zekâlı öğrencileri Almanya’da yetiştirmeyi düşünür. Hani ‘Bir çiçekle bahar gelmez’ denir ya, işte bunu en iyi o bildiği için, birçok çiçekler yetiştirme samimiyeti ve ileri görüşü ile kolları sıvar. Liseyi ve üniversiteyi Almanya’da okumak üzere milletimizin çocuklarına zemin hazırlama gayesi ile bir vakıf kurmayı arzu eder. Bu vakıfla, her yıl Türkiye’den 10 öğrenciye burs imkânı sağlayarak, kendi gözetiminde Bilimler Tarihi tahsil etmelerini hedefler.

Düşündüğü amaç ve eğitim şekli şöyle:

Öğrencilerin genç yaşta Batı kültürünü yakından tanımaları, Batıdaki bilimsel zenginlikten yeterince yararlanmaları, en az İngilizce, Almanca ve Arapça üç dil bilmeleri,  İlâhiyat Fakültesi ile birlikte Matematik ve Fizik okumaları şartı olacaktır. Öğrenciliklerinden itibaren Kendisinin yanında ufuk açıcı çalışmalarda bulunulacak, sıkı bir eğitim disiplini ile geleceğin dünya çapında iz bırakacak önemli ve büyük ilim adamlarının yetişmesi sağlanacaktır. Bu yüksek öngörü, mükemmel ve son derece de samimidir. Bu istek, Müslümanların 16. Asırdan sonraki geri kalmışlığına bir son verme çabasından başka bir şey değildir. Devletin o yıllarda düşünemediğini Fuat Hoca gerçekleştirmek ister. Bu yolda ilerleyebilmek için Türkiye ve Almanya hükümetlerinin kendisine yol açmaları ve yardımcı olmaları gerekmektedir.

fuatsezgin_5.jpg

Yıl, 1970’in başlarıdır. Hoca Türkiye’ye gelir. Kardeşi Refet Sezgin o sırada hükümette bakandır. Bu konuda onun desteğini almak için Ankara’ya uğrar. Refet Sezgin, Fuat Hocanın bu önemli düşüncesine devletimizin sahip çıkması için önemli insanlarla görüştürür. Fakat ne acı ki istediğini bulamaz. Bu durum 70’li yıllarda öncelikle bizim Almanya’daki elçiliğimiz tarafından, sonra da Hocanın çalıştığı Johann Wolfrang Goethe Üniversitesi Üniversitesi ve Alman makamları tarafından daima savsaklanarak engellenir.

Hoca yaşadığı bu trajediyi büyük bir üzüntü ile: “Eğer bu teşebbüsümüz ta o zamanlar yerine gelmiş olsa idi, şimdi Türkiye’nin dünya çapında tanınan yüzlerce bilim adamı olacaktı. Bunlar İslam Dünyasının son asırlarda yaşadığı sıkıntılı durumu bertaraf ederek, çehresini değiştirecekti. Bilerek ya da bilmeyerek bu işe mani olanlar, böylesine büyük bir hedefi yok ettiler. Bunun vebalinden nasıl kurtulacaklar acaba?”

Fuat Hoca’nın anlattıkları karşısında tüylerimiz diken diken olmuştu. Milletimizin uyanışına ve ilerlemesine engel olan gizili eller yine devreye girmişti. Kimdi bunlar? Ama bu çoğu zaman böyle olagelmişti. ‘Her hayırlı işlerin büyük manileri olurdu ve şeytanlar(şeytandan o dersi alanlar) o hizmetlerin yapılması için çalışanlara mani olurlardı.’  Fakat bu sefer karşılarında pes etmeyecek çelik iradeli bir insan vardı. O kişi, Fuat Sezgin’di. ‘Bir şey bütün bütün elde edilemezse, bütün bütün de terk edilmez’ hakikatince O da, yapabileceklerinden sorumlu olduğu inancı ile öyle şeyler yaptı ki, çağının zirvesi oldu. Hedefinden asla sapmadı. Örnek alınacak bir duruş, rehber kabul edilecek bir abide oldu. Bu samimiyeti ve olağanüstü çabası, onu unutulmazlar listesine yazdırdı.  

Yukarıda anlatılan samimane çabalar ve eğitim şekli bana başka bir çağrışım yaptı. Yıllar öncesinde bu konu ile son nefesine kadar yakından ilgilenmiş ve bunu hayatının en büyük gayesi olarak gören çağdaş İslâm Bilgesi Bediüzzaman Said Nursi’nin “Medresetü’z-Zehra” projesini anmadan geçmek mümkün değil. O da Osmanlının son dönem medreselerinde yaşanan ve istikbalde, İslâm Dünyasında da yaşanacak bu tür sıkıntıları görüp, asırlar öncesindeki mazimize hiç yakışmayan bu hale çare olarak yeni bir eğitim modeli ortaya koyar ve bunu devrinin idarecilerine sunar. Bu sistemde ‘çift kanatlı kuş’ anlayışını esas alır. Bir daha acı tecrübeler yaşanmasın diye de eğitimin tarzını şöyle tespit eder: “Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir. Aklın nuru fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. Birbirlerinden ayrıldıkları vakit; birincisinden taassup, ikincisinden hile ve şüphe tevellüt eder.”

Fuat Sezgin’in 8-10 asırlık (m.800-1600) ‘Altın Çağ’ dediği o dönemin en belirgin özelliği; din ve fen ilimlerinin birlikte okunmasıydı. Burada Allah kelamı Kur’an’la, O’nun eseri olan Kâinat kitabının yine birlikte okunması arzusu ve gayreti görülmektedir. Bu noktada; Bitlisli Fuat Sezgin’le, Bitlisli Said Nursi’nin yolları aynı yerde buluşmaktadır. Ortak idealler ve aynı şehrin çocukları olması dikkat çekici geldi bana.

Fuat Sezgin yaptığı bu çalışmalarla Batıya ve Müslümanlara ne demektedir?

Avrupalılar 10. Yüzyıldan itibaren çeşitli yollarla İslâm bilimlerini almaya başlıyorlar. Bu durum en az 500 yıl sürüyor. 17. yüzyılın başından itibaren Batı kendisini önder görmeye başlıyor ve bu önderliğe nasıl geçtiklerini bilmiyorlar. Geldikleri mevcut durumu, tarihi gelişmenin bir sonucu zannediyorlar. Büyük çoğunluk kendisini Yunan medeniyetine bağlıyor. Beş asır anne sütü gibi emdikleri İslam Bilimlerini görmezden gelerek, İslâm medeniyetini atlıyorlar. İşte Fuat Hoca bu inkara meydan okuyarak: “Ben 50 senedir, Batının bu yaptığının yalan olduğunu, arada atlamaya çalıştıkları medeniyetin (m.800-1600) islâm medeniyeti olduğunu ispatlamaya çalışıyorum. Batı, İslâm Medeniyetinin katkısı olmadan asla bugünkü Batı olamazdı. Avrupa’da herkes birçok şey bilir, fakat bu hususu maalesef bilmez.” diyor

Fuat Hoca, İslâm Bilim Tarihinin zirve yıllarındaki gerçeği analiz eder ve yeniden o ruha dönüş çağrısı yapar. “Oku!” emri ile mutlaka Kur’an ve Kâinat Kitabının birlikte okunmasının olmazsa olmaz bir şart olduğunu belirtir. Aksi takdirde içine düştüğümüz bu geri kalmışlık ve bocalamadan kurtuluş boş bir hayalden ibaret olacaktır. Çalışmayı ibadet sayan bir dinin mensuplarının bugün akıl almaz dereceye varan bu tembelliğini şiddetle kınayıp reddederek:

“Müslümanlar, ilimler tarihindeki muazzam yerlerini bilmedikleri için veya yanlış bildikleri için; Avrupalılar karşısında büyük bir aşağılık duygusu içindeler. Benim asıl amacım onlara atalarının ilimler tarihindeki muazzam yerlerini göstermek ve öğretmektir…” gidilmesi gereken yolu işaret eder.

Belgesel çekimlerinizde Fuat Sezgin’le nasıl çalıştınız?

Birbirinden ilginç eserlerin yer aldığı müzede ilk çalışma yerimiz Astronomi aletlerinin olduğu bölüm oldu. Fuat Sezgin Hocamız ayakta her bir aletin yanında durarak; o icadın ilk olarak ne zaman? Nerede? Kim tarafından yapıldığını? Bunu yapan veya yazan kişinin bilimler tarihinde ne ifade ettiğini? Müslümanlardan evvel var mıydı? Ve aletin o günün şartlarında ne ifade ettiğini? Bu aletlerin bilim tarihinde ne anlam geldiğini? Bunların Avrupa’da kaç asır sonra ancak kimler tarafından yapılabildiği gibi çok önemli sorulara cevap olacak bilimsel gerçekleri büyük bir vukûfiyet ve vakarla tek tek anlattı.

Çekimler esnasında yaşadığınız birçok hatıra olmuştur. Onlardan birkaç tane anlatır mısınız?

Gieben Teknik Üniversitesi Hocalarının Frankfurt’ta Enstitüyü ziyaretine şahit olduk. Belgesel çekimlerine devam ediyorduk. Fuat Hoca çok önceden söz verdiği için 06.05.2004 tarihinde Bir Alman Teknik Üniversitesinden Hocaların Enstitüyü ve Müzeyi ziyarete geleceklerini o esnada çekimlere bir müddet ara vereceğimizi söyledi. Ayrıca Almanların Teknolojide Avrupa ülkeleri ve Dünyada önemli bir yere sahip olduklarını, bununla övündüklerini, bundan dolayı kimi zaman birçok ülkeye küçümseyici bir tavırla baktıklarını belirtti. Bu nedenle yapılacak bu ziyaretin önemine vurgu yaptı. Gelenler sıradan insanlar değildi, Teknik Üniversitenin Rektör, dekan ve hocalarından 15 kişilik bir ekipti. Gururlu bir milletin Üniversite hocaları önce Enstitüyü ve Müzeyi gezip Fuat Hocanın bulunduğu misafir kabul salonuna gelmişlerdi. Az önce Fuat Hocanın bu akıl almaz çalışmalarına şahit olup geldikleri için birkaç tanesi koltuklara oturdu, diğerleri ise inanamayacaksınız yere halının üzerine diz çöktüler. Hoca ellerinden tutarak yukarıya oturttu.

Daha sonra Fuat Hoca ayakta önlerinde ve elleri ceplerinde misafirlerine Enstitü ve Müzedeki çalışmalarla ilgili bilgiler vermeye başladı. Misafir hocalar, Fuat Hocanın karşısında adeta bir sanat eserine hayranlıkla bakar gibi bakıyor ve adeta küçülerek dinliyorlardı. Gördükleri ve duydukları karşısında sanki Hocanın talebeleri gibi bir saygı içerisinde gözüküyorlardı.

fuatsezgin_3.jpg

Bu ziyaretten çıkardığım önemli sonuçlar oldu. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak isterim:

1.Alman Bilim adamlarının ilmî bir edep içinde tavizsiz saygıları,

2.Onların gözlerini kamaştıracak kadar büyüklük ortaya koymuş Fuat Sezgin’in ilmî derinliği,

3.Büyüklüğü hak edecek hale gelince, gururlu ve kibirli olanların bile nasıl hakkı teslim ettikleri gerçeği.

O anda Avrupa karşısında çocukluğumuzdan beri yaşadığımız aşağılık kompleksini bir kenara bıraktım. Anın lezzetini ve huzurunu yaşadım. Hocamızla ne kadar iftihar ettim bilemezsiniz. Bu durum: “Fazilet odur ki, düşmanlar dahi onu tasdik etsin”  hakikatini hatırlattı bana.

Fuat Sezgin Hocada dikkatinizi çeken en önemli taraflar nelerdi?

“Bil ki dünkü gün senin elinden çıktı. Yarını ise getirmeye muktedir değilsin. Öyle ise hakiki ömrünü bulunduğun an bil!” hakikatini hatırlatan Said Nursi’ye en çok kulak vermiş nadir bir insandır. Onun için vakit, nakittir. Zamandan daha değerli hiçbir dünyalık yoktur. Onun için de 365 gün, izin tatil, eş-dost demeden durmaksızın çalışmıştır. Çoğu zaman yemekleri basit olmakla birlikte 8-10 dakikadan fazla vakit ayırmamıştır.

Ömür sermayesinin akıp gittiğinin ve sorumluluğunun başta İslam Dünyası ve bütün insanlık olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutmadan yaşamıştır. 

Bu anlattıklarımı teyit eden birkaç hatırayı zikretmek istiyorum. Bunlardan bir tanesini kendi dilinden nakledeyim:

“Enstitüdeki çalışmalarımı yaparken, kitaplarımı yazarken bazen yoruluyorum ve biraz dinleneyim istiyorum. Çünkü sonuçta ben de insanım. Fakat o anda aklıma gelen şeyler beni bundan vazgeçiriyor. Diyorum ki ‘insanlık senden daha nice hizmetler bekliyor. Vakit boşa mı geçecek. Bu kadar insanlığı, sadece kendine feda mı edeceksin. Buna hakkın yok!’ İşte o zaman ben de tekrar kendime geliyor ve derhal çalışmaya devam ediyordum.”

Bir de kendi yaşadığım bir gözlemimi paylaşmak istiyorum:

4 Mayıs 2004’te TRT’den 4 kişilik bir ekiple Almanya/Frankfurt’ta bulunan İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsünde ‘Bismillah’ deyip başladığımız çekimlerimizin onuncu ve son gününe gelmiştik. Fuat Hocam bana, ”Sayın Özkan çok iyi bir çalışma yaptınız. İşimizin büyük kısmı bitti sayılır. Sizlerle baş başa bir yemek yiyelim. Fakat yerini sizler seçip belirleyin. Çünkü ben Frankfurt’tayım ama bu şehri pek bilmem” dedi. ‘Fuat Hocam 50 yıla yakındır (2004’te) oturduğu bu şehri nasıl tanımaz?’ demedim. Diyemedim. Doğrusu buna çok da şaşırmamıştım. Belgeselin ön görüşmeleri ile birlikte 15 gün birlikte olduğumuz ve her gün 15 saatten aşağı çalışmadığımız bu büyük âlimi çok yakından tanımıştım. Onun bu tür şeylere ayıracak bir dakikası bile yoktu. O, ölüm gelmezden evvel koyduğu hedefe bir an önce ulaşmak için dünyaya ait bu tür şeyleri terk etmişti. Fakat asla unutmadığı misafirperverliği ve program için gece gündüz birlikte çalıştığı bizlere bir ikramda bulunmak istiyordu. Ben: ‘Bu, bizler için bir şeref olur, zat-ı alinize gideceğimiz yerle ilgili bilgiyi ileteceğim” dedim.

Ne garip değil mi? Biz 15 günde öğle arasında ve bazı akşamları oradaki dostlarımızın refakati ile Frankfurt’un birçok yerini öğrenmiştik. Elli yıldır orada yaşayan ve çalışan Hocamıza bizler yer gösterecektik. Kaderin garip cilvesi bu olsa gerek! Öğle arasında Hocamızla baş başa yemek yiyerek, sohbet edebileceğimiz nezih bir Türk lokantası belirledik ve Hocama bunu adresi ile birlikte ilettim. Bana: “Böyle bir görevi size verdim. Sebebini daha önce söyledim. Kusura bakma” dedi. Ben de, “Estağfurullah! Bu bizim için büyük bahtiyarlık olacak Hocam” dedim ve yaşayacağımız bu güzelliğin heyecanı ile işlerimize devam ettik. Ertesi gün Hocamızın 2004’te yeni aldığı Mercedes marka aracına binerek öğle yemeği için lokantaya gittik. Yemekten çok, Fuat Hocamla aynı sofrayı paylaşmak benim için bambaşka bir güzellik ve şerefti. Yemekte çorba ve basit birkaç şey istedi. Onları da sırf bizlere arkadaş olmak için istedi diye düşündüm. İlk defa işimizin dışında başka şeyler konuştuk. Her birimizle ayrı ayrı ilgilendi. Neler yaptığımızı, ailemizi, Almanya’yı nasıl bulduğumuzu, çekimlerden memnun kalıp kalmadığımız gibi sorular sordu. Ortalama 30 dakikaya yakın yemek, çay-kahve ve sohbetle geçti. Ben bunu Hocamızın bizlere bir mükâfatı olarak gördüm. Çünkü adeta dakikaları sayarak yaşayan böylesi bir insanla bu şekilde birlikte olmak ayrı bir güzellikti. Gösterdiği bu zarafet, benim için ölene dek unutamayacağım bir hatıra olarak kalacaktır.

“Bilim Tarihinde Ezberbozan Prof. Dr. FUAT Sezgin’le Birlikte” kitabınızı yazmaya nasıl karar verdiniz?

Fuat Sezgin Hocamız 30 Haziran 2018’de her fani gibi Hakk’a yürüyünce, 2019 yılı Cumhurbaşkanlığı tarafından “Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı “ olarak ilan edildi ve bu Resmi Gazete ’de yayınlandı. Benim bu konuda yavaştan yürüyen bir çalışmam vardı ama tam yoğunlaşamamıştım. Özel yıl ilanı, kitabın 2019 yılı içerisinde tamamlanması noktasında beni teşvik etti.

Ekranlarda, gazete ve dergilerde Fuat Sezgin Hocayı yakinen bilenler dışında, çok bilmeyenlerin de boy göstermesi dikkatimden kaçmadı. Fuat Hocaya durduk yerde ‘merhaba’ demek bile mümkün değildi. Biz, Allah’ın izniyle yapacağımız belgesel vesilesiyle 20 güne yakın ve her gün 15 saate yakın Fuat Hocamla birlikte çalıştık. İki kez Almanya-Frankfurt’ta 15 gün, 5 güne yakında İstanbul’da beraber olduk. Bu birliktelik, çok uzun bir zaman dilimi idi. Hocamızdan dinlediğimiz kendi hayat hikâyesi ile birlikte, bizimde kamera arkasında gözlemlerimiz ve yaşadığımız birçok hatıralar oldu.

Kitabın içeriğinden de biraz bahseder misiniz?

Bu çalışmamızın en büyük neticelerinden birisi 10 bölümlük “Dünyaya Doğan Güneş” Belgeseli oldu. Bir diğer önemli neticesi ise, bugüne kadar hiç kimsenin bilmediği, sadece Fuat Hocam ve bu fakirin bildiği husus daha var. O da; Türkiye’de özellikle İstanbul’da kurulmasını istediği Almanya’daki Enstitü ve Müzenin kurulması idi. Bunun için bendenize bu fikrini 2004 yılı Mart ayında bir dosya ile devleti yöneten siyasi iradeye iletmemi istedi. Bu konu ile ilgili detayları okuyucular kitabımızda bulacaklardır.

Kitapta, Fuat Hocamızın anlattıkları dışında başka ilavelerimiz de oldu. Bunlar; İslam Bilim Tarihinin önemli izlerinin hala var olduğunu ortaya koymak adına Özbekistan, İran, Mısır ve Türkiye çekimlerimizin notlarını paylaştık.

Ayrıca, Kur’an’ın Bilim ve Teknolojiyle olan ilişkisini ele alan çağdaş bir yorumuna yer verdik. Ve hiçbir yerde bulunmayacak Fuat Sezgin fotoğrafları yer aldı.

fuatsezgin_4.jpg

Son mesajınızı alabilir miyiz?

Dile kolay, Fuat Sezgin’in tam 70 yıl, günde 17-18 saat çalışarak Milletine, İslam Dünyasına ve tüm insanlığa bilim tarihinin gerçeklerini bırakan bir hayatı var. Bundan başka da bir mirası yok. Benim de bu çalışmadaki en büyük temennim, öncelikle Rabbimin rızası ve sonra da, yeni Fuat Sezginlerin bu mirasa sahip çıkarak yetişmelerine küçük de olsa bir katkı sağlamasıdır.

Kusur, eksik ve hatalar bize aittir. Hayırla yâd edilmeye bir vesile olması ümidiyle okuyuculara saygılar sunuyorum.

Kitabı, “2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin Yılı” münasebeti ve insanımıza hizmet olması anlayışıyla sahip çıkıp, prestij bir baskı ile yayınlayan Üsküdar Belediyesi’ne ve Değerli Başkanı Sn. Hilmi Türkmen’e burada şükranlarımı arz ediyorum. Kitabı edinmek isteyenler Üsküdar Belediyesinden ücretsiz olarak talep edebilirler.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.