Birinci Söz’den kendime sorular

•Muhataplarıma onlarla aynı hizada omuz omuza olduğumu ihsas edebiliyor muyum?
•Kardeşlerime benim kardeşlerim olduklarını ifade ve ihsas edebiliyor muyum?
•Benden nasihat istemeyenlere nasihat etmemin ne kadar faydası oluyor?
•Birine nasihat edeceğim vakit kendi nefsimi birinci muhatap kabul etsem ne olur?
•Muhataplarımı tanıyabiliyor muyum?
•Muhatabıma göre hitap ederek konuşabiliyor muyum? Muhatabımın anlayacağı dili biliyor muyum?
•Nefsim hakikati dinlemeye meyilli mi?
•Bilmeye katiyyen muhtaç olduklarımı anlamayı istiyor muyum?
•Nesimi muhatap alarak ona nasihat ediyor muyum? Nefsimi ne kadar tanıyorum?
•Nasihat etmeme en ziyade muhtaç ve lâyık olanın nefsim olduğunun farkında mıyım?
•Maddi ve manevi ihtiyaçlarımın ve düşmanlarımın farkında mıyım?
• Hangi konularda mağrur hangi konularda mütevaziyim?
•Kendimi mütevazi zannettiğim alanlar en ziyade mağrur olduğum alanlar olabilir mi?
•Dünyanın çöl ve kendimin seyyah olduğumun farkında mıyım?
•Neden dünya bana çöl gibi görünmüyor ve bu durum ahirete imânımın derecesi hakkında ne söylüyor? 
•Aczimin ve fakrımın farkında olsam ne olur?
Not: Birinci Söz’ü beraber defaatle ve müdakkikâne müzakere ederek bu suallerin husulüne vesile olan kardeşlerime teşekkür ediyorum. Birinci Sözün sadece ilk yarısından suallerdir. İnşallah devamı da gelir. 

Birinci Söz
Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle bir kaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.

BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğeri mağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle gezdi. Bir kàtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.” Şakî def olur gider, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.