Binlerle çocuğu olan Hoca Ağabey

Dünya gemimiz artık yaşlandı. Kıymetşinas yolcularını daha fazla incitmeden sağ salim sahibine bir bir teslim etmeye başladı. Birkaç sene içerisinde Abülkadir Badıllı, Said Özdemir, Kırkıncı, Birinci, Fırıncı, Kutlular, Hüsnü Bayram ağabeyler bir bir limana yaklaşan bu gemiden indirilerek başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere bütün peygamberlerin; Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle; yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine” gönderildiler. Evet, yakın zamanda “taşıyla toprağıyla mübarek” olan Peygamberler şehri, kadim adıyla Ruha’da, Şanlıurfa diyarından bir yolcu daha bu halkaya dahil oldu, Mustafa Kılıç Hoca ağabey!.. Allah hepsinden razı olsun ve rahmetiyle muamele etsin. Tabi bu yolculuk bitmeyen, kıyamete kadar devam edecek bir yolculuktur. Cenab-ı Hak geride kalan bizlere de imanla gitmeyi nasib etsin.

Birkaç sene içerisinde ruhunu Rahman’a teslim eden her ağabeyin ayrı özellikleri ve güzellikleri vardı, onlarla ilgili hatıralar, Risale Akademi ve Risale Haber tarafından yapılan anma programlarında bir bir yazıldı, anlatıldı. Allah sebep olanlardan razı olsun.

Mustafa Hoca ağabeyin özelliği ve güzelliğine gelince: Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’la tanışan hemen herkesin hayatında değişimler olduğu gibi onun hayatında ve iç âleminde de ciddi değişim ve inkılâplar olmuştu. Öyle ki onda, Risale-i Nur’a bütün hayatını vakfedeceği ve bütün Urfa halkına Risale-i Nurları tanıtacağı kadar bir değişim yapmıştı.

Gerçekten sözünde durdu. Bu niyet ve düşünceyle 1964 yılında bu Nur yolculuğuna ilk adımını atarak başladı. Nurların müellifi Üstadın, “Velâyetin kerameti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerameti vardır. Samimiyetin dahi kerameti vardır. Bahusus, lillâh için olan (her şeyin kerameti) vardır” ifade ettiği gibi, Mustafa Hoca ağabey de böyle samimi bir niyet ve düşünceyle yola çıktı. Bu niyetinin mükâfatını hayatının her lahzasında ve safhasında aldığını lisan-ı halinde okumak mümkündü. Çünkü o, Kur’ân’ın hakikatlerini her yerde ve her zaman, çekinmeden, bıkmadan, fırsat bulduğu her an deruni olan hissiyatıyla okudu, anlattı ve lisan-ı haliyle ayna olmaya çalıştı.

Aslında Hoca ağabeyin anlatılacak çok yönleri var; nitekim bunların bir kısmı Risale Haber’de yayınlandı. Ancak bir başka yönü ise talebe hizmetleriydi. Şu anda yaşları 50, 55, 60 civarında olan Şanlıurfa insanının, onun İmam-Hatiplik yaptığı Damat Süleyman Paşa Camiinin rahle-i tedrisinden hemen hemen geçmeyen yoktur desek mübalağa olmaz kanaatindeyim.

Yaz aylarında okulların tatil olmasıyla birlikte cami cıvıl cıvıl, arı kovanı gibi, Kur’an öğrenmek için gelen farklı yaş grupları öğrencilerle dolar taşardı. Bir taraftan Kur’an öğrenenler ve okuyanlar, bir taraftan Kur’an’dan ezber dinletenler, diğer taraftan Kur’an’ın manaları olan Risale-i Nurlardan ezberledikleri vecizelerini dinletenler. Hiç unutmam altı-yedi yaşlarında Mahmut isminde bir çocuğun, “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temelluk (dalkavukluk) edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı O’nun yanında, herşeyin dizgini O’nun elindedir. Herşey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir.” “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder” masum ifadeleri halen kulaklarımda tazeliğini korumaktadır.

Orası cami değil, adeta Asr-ı Saadetten, Ashab-ı Suffadan bir köşe gibiydi. Camiye namaz kılmaya gelen cami cemaati o manzarayı görünce meftun olurdu. İçlerinde adeta “keşke biz de bu çocukların yaşadıkları bu güzellikleri yaşasaydık” hayranlık ifadelerini yüzlerinde okumak mümkündü.

Belki Mustafa Hoca ağabey o kadar çocuğu nasıl okutuyor ve idare ederdi diye bir soru akla gelebilir? Hoca ağabey onun yolunu da bulmuştu. Çünkü “Bir azm, eğer iman dolu bir kalbe girerse, / İnsan da, o imandaki son sırra ererse” Cenab-ı Hak ona yollarını gösterir. Evet, Hoca ağabey, bir ekip çalışmasıyla Şanlıurfa çekirdek nur talebeleriyle ve Nur dershanelerinde kalan talebelerle bu faaliyetleri yürütürdü. Yani bir Şahs-ı Manevinin koordinesinde yürütürdü. Orada üç ay gibi kısa bir zaman zarfında ders alan öğrencilerin aldıkları eğitimlerle davranışlarında ciddi değişikler görmek mümkündü. Bunu bizzat öğrenci velileri söylüyordu. “Siz bu çocuklara ne yapıyorsunuz ki, kısa zamanda bu kadar değişiyorlar.” Onun için Şanlıurfa halkı çocuklarını oraya kaydetmek için sıraya girerlerdi. Gerçekten de orada yetişen öğrencilerin çoğu sonradan yüksek öğrenimlerini tamamladıktan sonra belirli kurumlarda ve yerlerde görev alarak örnek gösterilecek kişiler haline geldiler. Bunların yüzlerce örneklerini vermek ve görmek mümkündür.

Yaz eğitim sezonunu kapanınca Hoca Ağabey, her yıl sırayla talebe okutan bir öğretici grubuyla bir hafta-on gün Diyarbakır, Elazığ, Malatya, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi yakın illere mükâfat olarak bir gezisi düzenlerdi. Bu gezi, onlar için unutulmaz bir hatıra olurdu. Çünkü gittikleri her ilde Risale-i Nur hizmetinde tebarüz etmiş, Üstadla görüşmüş ve ona talebe olmuş ağabeylerle görüşür onların dualarını alır, karşılıklı şevk alıp şevk verirlerdi.

Hoca ağabey kendini iman davasına vakfettiği gibi maaşını da vakfetmişti. Yapılan bütün bu hizmetleri iktisat ölçüleri çerçevesinde yapardı. Her dershanenin bir temsilcisi vardı. Her ay Hoca abi bu temsilcilerle istişare toplantıları yapar, yapılan faaliyetler birlikte görüşülür ve tartışılır en iyisini yapmaya çalışırlardı.

Bu hatırayı da anlatmadan geçemeyeceğim: Bir gün, cami cemaatinden, Şanlıurfa eşrafından hatırı sayılır biri Hoca ağabeye olan hürmet, muhabbet ve hizmetinden dolayı içinden geçen bir duygusunu paylaşmak ister, “Saygı değer hocam gel sizi evlendirelim, ev-bark sahibi olursunuz, çocuklarınız olur vs.” Hoca ağabeyin verdiği cevap sizce ne olur?

“Muhterem!.. Sen ne diyorsun? Benim evim, barkım her şeyim davamdır. Ben davama hizmet etmeye söz verdim, Allah razı olsun. Çocuğa gelince, şayet evlensem kaç çocuğum olur? Üç, dört veya altı çocuğum olurdu. Şu çocuklara bak, görüyorsunuz değil mi? Her sene 300-400 civarında talebemiz oluyor; bunu yıllara vurduğumuzda binleri bulur. İşte bütün bu çocuklar benim manevi evlatlarım sayılır. Şayet evlensem bu kadar çocuğum olur muydu? Hem böyle Kur’an ve iman dairesinde yetiştirebilir miydim?” deyince adamcağız “haklısınız hocam, özür dilerim. Ben olayın bu yönünü hiç düşünememiştim. Allah senden razı olsun bana unutulmaz ama çok önemli bir ders verdiniz” diyerek oradan ayrılır ve Hoca ağabeye saygı ve hürmeti bir kat daha ziyadeleşir.

Evet, hoca ağabey hakkında o kadar yazılacak ve anlatılacak çok şey var ki bu sayfalara sığmaz. İnşallah ilerde Hoca ağabeyin hayatını kaleme alacak bir arkadaşımız çıkar, bütün yönleriyle onu kaleme alır ve daha iyi anlaşılmasına vesile olur.

Allah gani gani rahmet eylesin makamı cennet, ruhu şad olsun!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum