Bilim ve iman

Batı’nın bir bölümünün (zira kendi içinde de bir mücadele halindedir) son dönemde iman ile bilimin birlikteliği konusuna kafa yorması, hayra alamet bir durumdur. Bu, iki düşmanın karşılıklı barışını ilan edip kendilerini güven altına alma refleksiyle mi, yoksa gerçekten bir birliktelik, hatta mecz olma gayreti mi olduğu zamanın sularına bırakılmış gibi görünüyor.

Bilim, insanoğlunun kendi oluşturduğu metodolojiyle elde ettiği bilgileri, yaptığı deney ve gözlemleri, sistematik olarak ifade etmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu sistematiğin ifadeye dönüşmesi dönemin felsefesinin ağırlıklı izlerini taşır. Uzun süredir dinsiz felsefenin elinde söze dönüşen bilimin din karşısındaki tavrı hep dışlamak, hatta inkâr etmek şeklinde olmuştur. Tabiattan bilgi toplayıp, sonra bunları ilişkilendirerek genel sonuçlara, hatta evrensel kanunlara ulaşan bilim, kullandığı araçların mahkûmu olabilmiştir çoğu zaman. Felsefenin ağır ve yıkıcı tahribatları bilgiyi, dinin uzağında tutup dinsiz felsefenin, dini önemsiz görüp dışlayan eline bırakabilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi yanına gelen lise talebeleri “muallimlerimiz bize Allah’tan bahsetmiyorlar” deyince onlara, “muallimleri değil, anlattıklarını dinlemelerini” öğütlüyor, bunu da her bir fennin kendi lisanıyla Allah’ı anlattığı şeklinde açıklıyor.

Burada bilginin felsefeyle kurduğu yanlış bağın sonucunda dinden uzaklaşmasına karşı, salt bilginin imanî bir bakışla dinin hizmetine alınabileceği ifade ediliyor. Sorun anlatımdadır, yoksa bilginin imanla ve dinle ters düşmesi gibi bir durum zaten söz konusu değildir. Yıllardır bilginin ve bilimin dinsiz felsefenin yanlış söylemine mahkûm edilmesiyle muallimler birer dinsiz insana dönüşebilmiş, bilim adamları, bilgi toplayıcısı birer malumatfuruş konuma indirgenmiştir. Burada bilginin anlamlandırılması noktasında, müminlerin kendilerini dışlanmış hissettikleri ve bilimin ve bilginin uzağında kalarak kendilerini dinsiz felsefeden koruma yoluna gittikleri de görülmektedir.

Bediüzzaman’ın öğrencilere fenleri dinleme önerisi, yeni bir ufuktur; yani bilgiyi sahiplenmek ve bilgiyi imanî bir dille ifade edebilme yolunu göstermektedir. Şüphesiz bu noktada ideal olan muallimlerin bilgiyi imanî bir yorumla sunabilmesidir, ancak, bu eğer mümkün değilse, müminlerin kendi imanlarını korumak için bilgiden uzak kalmaları da gereksizdir. Bilginin kimden geldiği ya da ne amaçla paylaşıldığı da bu noktada önemsizleşmektedir. Bir mümin için her şey zaten Yaratıcısını gösterir, O’nu tanıtır. Bu noktada bir mümin bilim yaparken de ibadet edebilir, bilimi bir ibadete dönüştürebilir. Bilgiyi reddetmek değil, bilakis bilgiyi kullanmak bir mümin için imanını zenginleşmesine vesile de olabilir. Bediüzzaman’ın hayatının en önemli projesi olarak gördüğü, din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir okul modeli bu anlamda bir çığır açacaktır.

Bilim, her şeyi denemek ve ispatlamak zorunda hissettiği için, imana da bu noktadan bakmaktadır. Modern bilim, her şeyi parçalayıp ayrıntıya indirgediğinden, her şeyin ispatını da ayrıntıya hapsetmek zorunda kalmıştır. Bilimin Allah’ı ispatlayabilmek için kendi yöntemlerini kullanmak istemesiyle ayrıntı bir noktada dondurulup onun üzerinde bir deney içersinde bulunmak şeklinde bir hataya düşülmüştür.

Modern bilim bütünü kavramaktan uzaktır, ayrıntıyı da belli bir yerde ve zamanda dondurup incelemek durumundadır. Hâlbuki her an yenilenen bir âlem, her an yenilenen yaratım ve her şeyle birlikte yeni anlam kazanan her bir anı, bir noktaya sığıştırmak, buradan çıkacak sonucu yorumlamak doğru sonuç veremeyebilecektir.

Bir mümin için her an ve her şeyde Allah’ı görmek mümkündür, Allah’ın varlığını ispatlamak için denizin diplerinde, kaya altlarında yaşayan bir canlının midesini incelemeye, ya da, uzak yıldızların ürettiği enerjinin miktarını ölçmeye gerek yoktur; dolayısıyla mümin için bilim iman etmede tek yöntem değildir.

Her şeyi bilgide gören dinsiz felsefe ürettiği bilimi tek gerçeklik olarak görüp her şeyi onun üzerinden ifade etmeye kalkmaktadır. Bilim öncelikli, din de onun destekleyicisi gibi bir duruma sürüklenmesi bu nedenle bilimin en önemli açmazlarındandır.

İman, bir soyut güzelliktir, somut gerçekliklerin çok ötesinde başkalıkları vardır; mekânı öncelikle kalptir, akıl ve diğerleri onun aracılığıyla imanı besler. İman, her vurduğu yerden su fışkırtan bir düşünme refleksi kazandırır. Bilgi, gerçeğin su üstünde kalan kısmından ibarettir, buzdağının görünmeyen yüzü, peygamberin önderliğinde insanlığa açılmıştır, gidilecek yollar, öğretilmiştir. Modern bilim, kendi dar ve eksik aklıyla, pratikte ulaşamayacağı gerçeklikleri, kendi muhayyilesinde birer yalancı masala dönüştürüp teorik bir küfrün peşinden gitmektedir.

İman öyle güçlü bir gerçekliktir ki, onun yanında küfür ancak bir yanılsamadan ibaret kalacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum