‘Ben’den ‘Biz’e İletişim Yolu

“Bir mümin “İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” ile
sadece insanlarla ve diğer canlılarla değil,
bütün kâinatla bir kardeşlik iletişimi kurar.”

—Âdem ÖZKAN

Bütün ibadetlerde önemli bir iletişim örgüsü vardır. İnsan ve Yaratıcı arasında kurulacak sıcak iletişim, yakından tanımayı ve sonrasında yakın olmayı sağlar. İbadetlerdeki iletişim dili inceliklerini bilmek, ibadet edilene onun istediği gibi yaklaşabilmek adına fevkalade önem arz eder. Bu iletişim dili aynı zamanda sosyal hayatımızı da düzenleyerek maddi ve manevi gücümüzün tükenmez kaynağı olur.

Gündelik hayatımızda birileriyle görüşmek istediğimizde herkesle aynı şekilde iletişim kurmayız. Sosyal statü ve seviyelerine uygun olması için gereken dikkati gösteririz. Görüşeceğimiz kimse bizim için önemli ise ve önemli de bir makamın sahibi ise, neleri, nasıl söyleyeceğimizi günler öncesinden defalarca gözden geçirerek, herhangi bir yanlışa meydan vermemeye gayret ederiz.

İletişim kuracağımız bu makam; bütün âlemlerin Rabbi Allah ise, Onunla kuracağımız iletişim diline ne kadar dikkat ve hassasiyet gösterilse yine azdır.

Bir müminin Yaratıcısıyla aracısız olarak iletişim kurduğu ibadetlerdendir namaz. Namazda okunan Kur’an ayetleri ve dualar ise Onunla kurulan iletişim dilidir. Her gün kılınan beş vakit namaz ve her rekâtında okunan “Fatiha” suresi, namazın olmazsa olmazıdır ve bu manevi iletişimin temel köprüsüdür. Kur’an okumaya başlayanın Rabbi ile iletişime başladığı ilk sayfa ve ilk suredir. Onu okurken mana incelikleriyle birlikte tefekkür edilmesi, kulluğa yakışan bir diyalog ortamı sağlar.

Fatiha suresi beşinci ayeti: “İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” “Yalnız Sana ibadet ederiz, yalnız Senden yardım dileriz” de ‘Ben’den ‘Biz’e ulaştıran güçlü bir iletişim yolu’ gösterilmektedir. Bu iletişim yolu bizi; Rabbimize, kendimize, müminlere ve bütün kâinata yaklaştırmaktadır.

İlginçtir, Yaratıcı bu ayette neden: Ben ibadet eder, ben yardım dilerim” değil de; Biz ibadet ederiz, Biz yardım dileriz?” buyurmakta ve bununla muhataplarına hangi ders ve incelikleri öğretmek istemektedir?

BEN; yalnızlık, zayıflık ve küçüklüğe giden yoldur. Egoizmin menşei ve insanlığın felaketidir.

BİZ; birlik, beraberlik ve büyüklüğe giden yoldur. Üç elifi, yüz on bir yapan sırdır. Rahmet ve bereket kapılarını açan anahtardır.

Mesela, gözümüz; vücudumuzla beraber olursa, kıymetine paha biçilmez, olmazsa olmaz bir uzvumuzdur. Onu vücut bütünlüğünden ayırdığınızda, tek başına hiçbir şey ifade etmeyen, işe yaramaz bir parça olur. Bedenimizdeki bütün uzuvlarımız için de aynı şeyleri düşünebiliriz.

Kâinatın ebedi ve ezeli sahibi olan Allah, akıl ve yaratılış üstünlüğüyle yarattığı ve kâinatı kendisine hizmet ettirdiği insandan, sadece kendisini ifade eden “Ben” yerine, bütün kâinatı temsil eden “Biz” diliyle iletişim kurmasını istiyor. İsra Suresi 44. ayetinde, “Yedi gökle, yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder.” buyuran Rabbimiz bununla: Allah’ı tanıyıp itaat ve ibadet edenin sadece insan olmadığını, evrende var olan her şeyin Allah’ı tanıyıp itaat ve ibadet ettiğini hatırlatır. İşte, Hz Peygamberin Miraç’da bütün yaratılanların bu fıtri ibadetlerini onlar adına ve onları temsilen Allah’a “Biz” diye takdim etmesi bu sırdandır. Her bir müminin, bir nevi miracı olan namazı da aynen böyledir. O da namazında: “İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” “Yalnız Sana ibadet ederiz, yalnız Senden yardım dileriz” dediğinde; vücut şehrimiz, dünyamız ve kâinat sarayındaki bütün varlığın temsilcisi olarak “Ben” yerine “Biz” der.

Ben’i Biz yapan bu 3 âlemdeki iletişim serüvenimiz:

1- VÜCUT ŞEHRİMİZ VE BİZ

“İnsan, büyütülse adeta bir kâinat, kâinat küçültülse adeta bir insan olur” gerçeği, her bir insanın bir kâinat kadar inceliğe, zenginliğe ve büyüklüğe sahip olduğunu ifade eder.

İnsan vücudunda bulunan; trilyonlarca hücre, katrilyonlarca atom, trilyonlarca alyuvar, milyonlarca akyuvar, dünyanın çevresini yaklaşık 2,5 kez dolaşacak uzunluktaki damarlarımız ve daha sayamayacağımız nice mucizevi vücut zenginliğimizi unutarak: “Ben ibadet eder, ben yardım dilerim” diyebilir miyim?

Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip; vücut şehrimizde bulunan ve akıllara durgunluk veren bunca sayısız varlığımızın teşekkürlerinin hem sesi, hem de temsilcisi olarak:

“Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz” deriz. “Biz” genişliğiyle Yüce Yaratıcıya olan teşekkürümüzü hep birlikte arz etmiş oluruz.

2- DÜNYA ŞEHRİ VE İNANANLAR

“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurât Suresi, 10)

Şimdi hayal edelim:

Dünyamız bir şehir ve Kâbe’de bir ezan okunuyor. Aynı ezan, dünyadaki diğer mescitlerden de duyulup yankılanmaya başlıyor. Bu arada milyonlarca kardeşimiz namaz için fiilen, kalben ve ruhen hazırlık yapıyor.

Görüyoruz ki, ezanla birlikte yeryüzü büyük bir mescit oldu adeta. Bütün mü’minler, kıbleleri olan Kâbe’ye yönelip namaz için dünya büyüklüğündeki geniş safta yerlerini aldılar. Manevi âlemin merkezi ve mihrabı olan Kâbe’de imamın okumaya başladığı Kur’an ayetleri; Mescid-i Nebi’de, ilk kıblemiz Mescid-i Aksa’da, oradan İstanbul, Şam, Bağdat ve bütün İslam beldelerindeki cami ve mescitlerde huşu ile dinlenmeye başladı.

Aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere iman eden ve aynı kıbleye yönelenler; aynı safta, yan yana, can cana ibadet huzuru yaşıyor. Ben de bu yeryüzü mescidindeki kardeşlerim arasında, aynı duygu seli içerisinde Yüce Yaratıcının huzurunda:

“Ben ibadet eder, Ben yardım dilerim” diyebilir miyim?

Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip; milyarlarca Müslümanla “Bir binanın birbirine kenetlenmiş taşları” (Saff, 4) gibi ayrı vücutlarda tek bir ruh olarak: “Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz” diyerek “Ben” değil, hep birlikte “Biz” olmanın gücü, şuuru ve huzuruyla Rabbimize yaklaşırız. Büyük kardeşlik kalesinin içerisine hep birlikte girerek hem hayatımızı, hem de hukukumuzu müdafaa edebiliriz.

3- KÂİNAT VE İÇİNDEKİLER

Kur’an’ı Hakîm:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa, her şeyin hakiki sahibi olan, her türlü eksiklikten uzak bulunan, gücü her şeye yeten ve hikmeti her şeyi kuşatan Allah’ı tesbih eder.” (Cuma Suresi, 1)

Buyurarak; materyalist felsefenin bütün kâinattaki harikulade güzellikleri sıradan, normal ve basitmiş gibi gösterdiği her şeyin, birer İlahi kudret mucizesi olduğu gerçeğine dikkatlerimizi çeker. Adeta uçsuz bucaksız gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar anlamlı birer kelime, dünyamız bir baş, karalar ve denizler birer dil, bütün hayvanlar ve bitkiler birer söz olarak Yüce Yaratıcıya olan şükranlarını ilan eder. Bunu böyle görüp, böyle iman eden bir mümin namazında, “Ben ibadet eder, Ben yardım dilerim” diyebilir mi?

Rahmân’ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendisini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip; kendisi gibi aynı Allah’ı tanıyan, itaat ve ibadet eden canlı-cansız bütün varlıklar adına ve onları da temsil görevini yerine getiren görevli bir asker gibi:

“Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz” diyecektir.

Bununla en büyük mescit olan kâinatta, “Ben” değil, hep birlikte “Biz” olarak Ona yakın olmanın gücünü, şuurunu ve huzurunu yaşarız. Böylesine büyük bir cemaatin yolu hiç şüphesiz ki yanlış olamaz ve duası da reddedilmez. Her biri, birbirini aynı davada tasdik edip, şefaatçisi olur. Bu inanç ve samimiyetle yapılan ibadet ve teşekkürler; Allah katında daha kuşatıcı, daha anlamlı, daha sevimli ve kabule hiç şüphesiz daha yakın olandır.

Bir mümin “İyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” ile sadece insanlarla ve diğer canlılarla değil, bütün kâinatla bir kardeşlik iletişimi kurar. Ayrıca yaratılmışlara ne kul, ne köle olur, ne de onları kul ve köle gibi görür. Sadece Bir olanın önünde eğilir, sadece Ona teşekkür eder. Bilir ki, “Sultan-ı kâinat birdir, her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir, her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulan her matlubunu bulur, hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtulur.” Bu tevhit inancıyla bir mümin, hayat boyu gerçek hürriyetine kavuşur ve yeri gelince de bütün kâinata bile meydan okuyabilir.

İnananların samimi ihlasla “Ben”i “Biz” yapan ibadetleri; Yaratıcı nezdinde muteber, müminler arasında ise gerçek ittihadın ve gücün manevi mayası olur. Böyle yapanlar az bile gözükse, manen çok hükmündedir. Aksi halde, “İnsanlarda sıhhat ve istikamet ile vahdet olmazsa, ziyadeleşmekle küçülür, bozuk olur, kıymetsiz olur.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, s. 558) sayıca çok bile olsa, manen az hükmündedir. Keyfiyeti olmayan ‘çokluk’ ve ‘büyüklük’ sadece aldatıcıdır. “Ben” olursa, bir elin sesi olmaz. “Biz” olursa, o zaman iki elin sesi olur.

“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” Peygamber tavsiyesinin dünyamızı ve ahiretimizi yeniden ve daima inşa edecek yegâne dayanağımız olması dua ve temennisiyle…

Zafer Dergisi

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.