Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU

Bediüzzaman'ın Veziri Zübeyir Gündüzalp Ağabey-10

Şefkat Merhamet ve Nezaketi

Kamil Yürür anlatıyor:

-Birgün hava almak için Süleymaniye Camii avlusuna gitmiştik.

Camiyi gezmek istiyen turist bir kadın örtüsüz diye içeri alınmadı.

Zübeyir Abi hemen; kollu kazağını çıkarıp kadına verdi.

2022080117321863287f5421ddfa04.jpg
Kadın giydi, camiyi gezip çıktı. O kazağı dersanede yıkadık. (NBK s, 351)

Mehmed Fırıncı anlatıyor:

-Şahsı için kimseyi kırmaz incitmez, gönül kırmamaya çok dikkat ederdi.

Mesela; Odada hususi bir şey konuşurken birisi odaya girsei 'hususi konuşuyoruz, çıkar mısın' demezdi.

Konuşmasını da kesmez, konuşmanın yönünü değiştirip devam ederdi.

O kardeş dışarı çıkınca konuştuğumuz meseleye dönerdi. Çok kere böyle olmuştur.

Kendisini birinin gıybet ettiğini söyleyince, 'onun anasına rahmet, babasına rahmet, ceddine ninesine rahmet!' derdi.

Birgün bir kardeş, "Herhangi bir meselede haksız duruma düşmek zillet midir?" diye sorunca;

"Hizmette arkadaşına izzet dava etmek, en aşağı zillettir" demişti.

Zübeyir Abi'nin vefatından sonra Sungur Abi, "Biz Zübeyir'i bizim gibi biri zannediyorduk!" diyerek ülfetini itiraf etmiştir!" (NBK s, 220)

Hamdi Sağlamer anlatıyor:

-Birgün Bekir Abi'nin ofisinde otururken Zübeyir Abi içeri girdi ve "temiz, ütülü ceketi olan var mı?" dedi.

Birinci kardeş "evet var" dedi ve ceketini getirdi.

Zübeyir Abi bize dönüp, "Traş için berbere gidiyorum, pardüsümü çıkarıp asınca ceketimin yaması görünüyor. Berber yamayı görünce beni köylü zanneder. Köylülük iftiharımdır amma traşımı köylü traşı yapar. Üniversiteli kardeşler derste beni görünce traşıma bakıp, 'traş olmayı beceremiyen adam bize ne verecek' der, bu durum hizmetimize zarar verir!" dedi." (ZG s 398)

Halil Uslu anlatıyor:

11 Haziran 1967 Pazar günü Abdulmecid Abi vefat etti.

Kabre Zübeyir Abi, Suad Ünlükul ve ben indik.

2022080117464663287f5421ddfa04.png
Üstadın yeğeni Abdulmecit Ünlükul' un oğlu merhum Suad Ünlükul

Zübeyir Abi kabre inerken ayakkabısını çıkarttı. Bunu sorduğumda, "kardaşım burası ev makamıdır çıkarmamız adaptandır!" dedi.
(ZG s 402)

İsmail Ambarlı anlatıyor:

-Zübeyir Abi daima; "aziz üstadım, şanlı üstadım, mübarek üstadım" der sadece üstad demezdi.

27 numarada birgün "Ambarlı kardeş bana bir yumurta haşla fakat yumurtayı tuzla ovarak iyice yıka!" dedi. Üstadından böyle görmüştü!

Bir zaman tefarik/ toprak kokusu kullandı. Sonra iğde çiçeği ve gül kokusu kullandığını hatırlıyorum. (ZG 406)

Meşveret ve Şuranın Ehemmiyeti

İsmail Ambarlı anlatıyor:

- İstanbul'a gelince; üstadın en yakınındaki talebeleri ve hizmette öne çıkan talebelerden müteşekkil bir şura heyeti teşkil ettirmek istiyordu. Bu maksatla yalnız Tahiri Mutlu Abi, çağrılınca bir nefer gibi İstanbul'a gelirdi. Tahir Abi, "Üstad vefat etti, şimdi üstadımız Zübeyirdir" diyordu. (ZG s 133)

Zübeyir Abi de İstanbul'da hizmette öne çıkan ehil talebelerden bir meşveret heyeti oluşturmak zorunda kaldı. Bekir Berk, Fırıncı, Birinci, Abdulvahid Mutkan ve Kutlular gibi.

M. Emin Birinci anlatıyor:

- Bekir Abi Zübeyir Abiye karşı çok farklı davranırdı.

- Bir mahkemeye gidip geldiğinde önüne diz çöker, danışır ve talimat alır öyle giderdi.

- Tahiri Abi de Zübeyir Abi'ye karşı çok hürmetliydi.

Yaşça ve hizmet kıdeminde önde olmasına rağmen daima "Zübeyir Ağabey" diye hitap ederdi. (ZG s 345)

Hamdi Sağlamer anlatıyor:

- Zübeyir Abi şöyle derdi:

"Kardeşim biz kardeşiz müşavere ediyoruz. Kimin dediği yanlışsa o düzeltir. Mühim olan neticede anlaşmaktır. Hata yaparım diye aklına takılanı söylemezsen, meşveret olmaz! Meşverette imtiyaz delildir!" (NBK s 145)

Ömer Tuncay anlatıyor:

"Meşveretlerde de hiçbir zaman hiçbir mesele için “Ben biliyorum, başkasına sormaya ihtiyaç yok” demezdi. Bilhassa yanındakileri de meşveret ve hizmet hususunda yetiştirmek için onlarla istişare ederdi. Lâkin “her mesele herkes ile istişare edilmez” düsturu ile harekete azamî dikkat ederdi. Zübeyir Ağabey’in görüşüne mukabil, cevap vermek istemeyen bir kardeş olursa, muhakkak fikrini beyan etmesini söylerdi." (Genç Yorum Dergisi, Nisan 2018)

Dersleri Nasıl Yapar ve Nasıl Dinlerdi?

Doktor Mehmed Akay anlatıyor:

- Birgün Zübeyir Abi'ye "ağabey dersleri nasıl yapalım?" dedim. Bunun üzerine odasında Birinci Söz'den başladık. Küçük Sözler'i baştan sona anlatarak okudu. Böylece ilk üniversite dersimiz başladı. Talebe derslerinin şöyle olmasını isterdi. Sırayla: iman hakikatleri, lahikalar (mektuplar) ve mahkeme müdafaaları. Tarihçe-i Hayat'a çok değer verirdi. (ZG s 310)

Ömer Örtlek anlatıyor:

"1966'da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde öğrenciydim. Zübeyir Abi'nin talimatı üzerine Kirazlı Mescit Sokağı 46 numaralı dersaneye gittim. Prof. İzzettin Bey gelmişti. Aslen Iraklı ve Amerika'da yaşıyordu. O gün İstanbul’da bulunan ağabey ve kardeşlerin büyük kısmı da gelmişti. Zübeyir Ağabey konuşmaya ve ben de Arapça tercüme ediyordum. Bazen öyle oluyordu ki benim tam olarak tercüme edemediğim konuşmaları Zübeyir Ağabey, Arapça bilmemesine rağmen “Ömer kardeşim benim şu cümlemi şu şekilde ifade edersen daha iyi olur” diyerek tercümelerimi düzeltiyordu. Hemen hatırıma Mektubât’daki “Risale-i Nur’lar Arapça yazıldı. Türkçe okunuyor” cümlesi geldi. (Y.Asya)

2022080117382863287f5421ddfa04.jpg
Sağ üstte; Ömer Örtlek sol üstte; Ömer Tuncay
Sağ altta; Mehmed Baytekin sol altta; İbrahim Canan rh

Selahaddin Şafak anlatıyor:

İlk görüşmedeki notlarımdan Ekim 1968

- Kardeşim; günde 15 sayfa Risale okursan kendini muhafaza edersin. 20 sayfa okursan hizmet edersin.

- Risale- i Nur'u imani bahis, lahika ve müdafaalar olarak oku! Okuduğunu anlamaya çalış. Üstad burada ne anlatmış diye düşün ve sor!

-Dersanede ders yapmakla, tuvalet temizlemek arasında hizmet noktasında fark yoktur!

- Derslere gelen kişiyi dairede tutmaya çalışın. Hizmet için kemiyet de önemlidir. Fert fert ilgilenmek ve hatırını sormak gerekir.

Risale-i Nur'u okuyarak imanı kazanmak kolay, muhafaza etmek zordur.

- Nur talebesi; ihlas, uhuvvet ,sadakat, tesanüt, metanet, sebat düsturlarını taşımalıdır.

Her Risale Okuyan Nur Talebesi Olmaz

- Bugün itibar kıyafet ve şekle göre oluyor. Davamız büyük; insanların karşısına paspal değil düzgün kıyafetle çıkmalıyız. Cenab-ı Hak bizi mükemmel yaratmış. Biz de kendimizi meşru dairede, israf etmeden güzelleştirmeliyiz! Rabbimizin önünde resmi geçit yapıyoruz. Ona göre hareket edelim. Kıyafetimiz; temiz düzgün ve düzenli olmalı. (ZG s 363 364)

M.Fırıncı anlatıyor:

- Risale-i Nur'dan ders yaparken kelimelerin üzerine basa basa, hakkını vererek okurdu. Çoğu kere bilinmeyen kelimelerin manalarını verirdi. Bazen Risaleyi risaleyle açıklardı. Risale-i Nur'un kişiler üzerindeki etkilerinden yaşanmış örnekler verirdi. Kendisi yaşamışsa bir kardeş, bir arkadaş diye başkası üzerinden anlatırdı.

- Hizmetteki yanlışları o kişi 2 ima 2 sarih ikazdan sonra düzeltmezse sırtını döner ve "hem vallahi hem billahi, bu dersi ben üstadımdan aldım!" derdi. (NBK s 212 213)

İbrahim Canan anlatıyor:

- 1970'te Paris'ten İstanbul'a döndüm. Küçük Sözler'den tercümeler yaptığımı söyleyince "oku dinleyim" dedi ve Fransızca Küçük Sözler'i iki dizi üstünde dinledi." (ZG s 242)

Hürmet Şahsa Mı Davaya Mı?

Mehmed Kutlular anlatıyor:

- Şahsına hürmet, saygı gösterilmesini istemez ve beklemezdi. Kendine hizmet edilmeye, pervane olmaya katiyyen müsade etmez, rahatsız olurdu.

2022080117334463287f5421ddfa04.jpg
Merhum Zübeyir Gündüzalp rh ve merhum Mehmet Kutlular
(Sultanahmed Adliyesi'nde Nur Davası'nı takip ederken 1960'lar)

Ayrıca hizmete fazla para yardımı edenleri, aşırı sahiplenme ve öne çıkarmak onda yoktu. (ZG s 337)

Halil Yürür anlatıyor:

- Zübeyir Abi kimseye tahakküm etmezdi ama bütün abiler ondan çekinirdi. Tahir Abi "bu vasıf ona üstattan geçmiş" derdi. (ZG s 247)

Tutuklanan Nurcu Ne Yapmalı?

Rahmetli Mehmed Akay anlatıyor:

- İstanbul'da ders yapacağımız bir ev bulmak ümidiyle 15 gün ev aradım. Haseki'de 2 odalı bir bulduk. Yurttan eşyalarımı getirdim ve Zübeyir Abi'nin verdiği kilimi serdim ve öğrenci derslerine başladık. Dersler Cumartesi olurdu ve o gün 4-5 ayrı ders yapardık. İki kişinin bizi sürekli takip ettiğini fark ettim, Zübeyir Abi' ye açtım. "Aldırma, korkma devam" dedi.

-Peki bizi tutuklarlarsa?

"Kendini değil, davanı müdafaa edersin" dedi ve boynunu gösterdi. Derse gelenlere baskın anında şöyle dememi istedi.

"Arkadaşlar! Merak etmeyin karakola kadar gidip geleceğiz!"

- Asa-yı Musa'dan ders okuyacaktım. Ders anında pencere vuruldu, kapıyı açar açmaz silahlı 15 polis ''kimse kımıldamasın!'' dediler. "Arkadaşlar karakola kadar gideceğiz" dedim, birinci şubeye gittik. Gazete muhabirleri de ordaydı.

Milliyet muhabiri, "bu eserleri okumaktan korkmuyor musunuz?" dedi. "Korkmuyoruz! Okuduğumuz kitaplar Kur'an tefsiri niye korkalım? Biz bu yola baş koyduk" dedim ve Zübeyir Abi'nin gösterdiği şekilde elimle boynumu gösterdim.

30 Aralık 1962 tarihli Milliyet manşete, "Tıp son sınıf öğrencisi bu yola baş koymuştur!" yazıp kellemi de eklemişler." (Temyiz bize 2 sene ceza verdi ve askerde hapis cezasını yattık) (ZG s 311)

Son Derece Cesur Temkinli ve Tedbirliydi

Kamil Yürür anlatıyor:

- Zübeyir Abi tedbire çok önem verirdi. Derdi ki "Kardeşim depoya dosdoğru gidersen bir daha bulamazsın. Arkanızdan sizi takip eden de sizinle depoya girer." Bu yüzden depoya dolambaçlı yollardan izimizi kaybedecek şekilde girmek zorundaydık.

"Kardaşım kimileri dersanede fakat fikren dışardadır. Kimileri dışardadır fakat niyeti içerdedir" derdi. (ZG s 384 385)

Mustafa Naci Atış anlatıyor:

- Yeni Cami kapısında seyyar satıcı Abdullah adında bir abi vardı. Bir gün ona kitap gönderirken "kardeşim Mustafa çok dikkatli ol takip edilebilirsin. Takip edildiğinden şüphelenirsen geri bakma ayakkabılarının bağı çözülmüş gibi yap, eğildiğinde zaten arka tarafı görürsün. Takip ediyorlarsa arkandakiler gayrı ihtiyari duracaktır takip edilmiyorsan, geçip gidecektir" dedi. (NBK s 359)

Mehmed Birinci anlatıyor:

- 1971, vefatından kısa bir zaman önceydi. Ankara'dan İstanbul'a bir otobüs nur talebesi genç gezmeye gelir. Kendisi gidecek halde olmadığından 46 numaradan Bekir Berk'in yazıhanesinde bulunan 3 Mehmedlere bir mektup yazıp, Ahmed Tanyel ile gönderir. Tedbir için hem telefon etmez, hem de mektupla bu işe verdiği değeri gösterir.

5 maddelik mektupta; çeşit çeşit yemek yerine az nitelikli yemek ikram edilmesini, talebelerin kati surette evlerde değil dersanede yatırılmalarını vurgular. "Özellikle bütün nazarlara Risale-i Nur'un ders ve sohbet tarzlarına verirsiniz. Onlar ister ve icap ederse mübarek mahalleri ziyaret edersiniz" yazıp, imzasını -elbaki hüvelbaki amelmanda (işe yaramaz- yatalak) olarak yazar." (ZG s 270 272 301)

M. Emin Birinci anlatıyor:

-Evden dışarı çıktıklarında üstad, "Zübeyir odanın kapısını kapattın mı?" demiş. O da dış kapı kapalı olduğu halde "hayır üstadım" deyince "Vayy sen tayinat parasını çaldırtacaksın deyince" geri dönüp iç kapıyı da kapattırmış! (NBK s 222)

İsmail Ambarlı anlatıyor:

1968'de Hatice Babacan Ankara İlahiyat'tan atılınca okul boykotları başladı. Zübeyir Abi sivil itaatsizlik manasında boykotları desteklerken şiddet olaylarına karşı itidal, kavlileyyin ve müsbet hareketi savunuyordu. (NBK s 286 287)

Nitekim bu kargaşa ortamında 4 Ocak 1968'de Ankara İlahiyat öğrencisi Ruhi Kılıçkıran vurularak öldürüldü ve Türkiye tarihinde "68 Olaylarına" ilk kez kan karıştı ve kan davası şeklinde 12 Eylül 1980'e kadar sürdürüldü.

Mehmed Baytekin anlatıyor:

- Zübeyir Abi bir gün "Salim kardeş bundan sonra parti rozetli kim gelse içeri almayacaksın. Burası Risale-i Nur dersanesidir, siz Risale-i Nur'u evinizde okuyun de" derdi. (ZG s 370)

Tedbir Gereği Takma İsim Verirdi

- Mehmed Baytekin anlatıyor:

- Kirazlı Mescitte bir müddet kaldıktan sonra bana "kardeşim bundan sonra müstear ismin Salim Uçar olsun" dedi. (ZG s 368)

Ahmed Tanyel anlatıyor:

- 1969'da terhis olup Kirazlı Mescid'e gittim. "Kardeşim senin müstear ismin Abdurrezzak olsun.
Bu üstadımızın da müstear ismidir" dedi. (ZG s 371)

Ahmed Tanyel anlatıyor:

- Zübeyir Abi; 46 numaraya gündüz gider gece çıkmaya özen gösterirdi. Gece vakti takipçi polisler uykuya dalardı Derdi ki "kardeşim burada olmadığımı zannederlerse kuşkulanıp, rahatsız olur rahatsız ederler."

Tevruz Apartmanı'nın takma adı Taşlıtarla idi. Çamlıca'da kaldığı eski evin adı Tuzla.

"Ders yapan insanın çok dikkatli olması gerekir, orası üstadımızın makamıdır" derdi. (ZG s 372 373 374)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum