Bediüzzaman'ın Osmanlı projesi

Bediüzzaman'ın Osmanlı projesi

Dr. Ramazan Balcı, "Bediüzzaman’ın Osmanlı toplumunu ıslah projesi" çalışmasını Risale Haber okuyucuları ile paylaştı

Risale Haber-Haber Merkezi

Dr. Ramazan Balcı'nın yazısı:

Bediüzzaman’ın Osmanlı toplumunu ıslah projesi

İtiraf etmek gerekirse yüzyılın başında İslam toplumu hayatın bütün alanlarında geri kalmıştı. Bu gerilik sadece batı karşısındaki teknik ya da bilimsel gerilik değildi. Bizzat İslam medeniyetinin insanlığa emanet ettiği değerleri temsil etme noktasında geri kalınmıştı. Cehalet diz boyuydu. Kabilecilik ve aşiretçilik koyulaşmış, komşu aşireti yağmalama cihad sayılır olmuştu. Kan davası kabileler arasında bitmek tükenmek bilmeyen düşmanlıkları beslemekte, devlet kendi yaptığı yolları ve köprüleri kendi vatandaşına karşı korumakta zorlanmaktaydı.

Tasvir edilen tablo sadece bir ırkın değil bütün İslam aleminin bir dönüşüme ihtiyacı olduğunu göstermekteydi. Şimdilerde entegrasyon denilen bu dönüşüm ihtiyacı çok güçlü dinamiklerin harekete geçirilmesi ile ancak sağlanabilirdi. Toplumun en canlı tarafı, ya da ortak değerlerin ana kaynakları aktif hale getirilebilirse başarılı olma ihtimali vardı.
Yine itiraf etmek gerekirse bu ihtiyacı hissedenler olsa da galiba ne yapılacağını pek bilen yoktu. III. Selim’den itibaren devam eden öncelikle orduyu modernleştirip sonra ordu eliyle toplumu modernleştirme projelerinin üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen herhangi bir başarı sağlanamamıştı.

Bu bölümde çözüm önerileri ele alınacak olan Bediüzzaman Said Nursi’nin, dönemin Kürt aydınları içerisinde önemli bir yeri vardı. Genelde Osmanlı Devleti’nin özelde Kürt toplumunun ihtiyaçları üzerinde ciddi proje ve teklifler üretti. Bu görüşlerini aktif bir şekilde savunuyor, önemli çevrelerde tartışmaya açıyordu. Aktif, canlı kişiliği ve orijinal fikirleri ile yaşadığı asrı etkilemiş olan Nursi’nin Osmanlı toplumunu yenileme projesi, güncel bir takım sorunlara da işaret etmesi yönüyle önemini korumaktadır:

Nursi’nin görüşlerini ve maksadını özetleyen program:

Birinci madde: İslâm âleminin hayat düğümü olan terakki ve kalkınma meylini harekete geçirmek için benimsenen Meşrutiyet, adalet ve meşveretten ibarettir. Öyleyse İslam hukuku, Meşrutiyetin kaynağı olarak kabul edilmelidir. Meşrutiyete milli bir elbise giydirilirse taassupla reddedilmesinin önüne geçilir.
Meşrutiyetin dine aykırı olduğu iddiasıyla isyanların yaşandığı bölgede bu bakış açısı son derece anlamlıdır. Nursi, bölgenin buna hazır olmadığının da farkındadır. Müthiş bataklığa benzettiği cehalet, fakirlik ve düşmanlığın hakim olduğu bölgeye, bilgi ve fazilet yolu açılmazsa meşrutiyet 100 sene sonra gelebilecektir.

İkinci madde: İslâm eğitim ordusunun üç ana kaynağı olan tekke, medrese ve modern okullar arasında fikir birliği sağlanmalıdır. Bunlardan birinin diğerini cahillikle, ötekinin öbürünü dinsizlikle suçlaması, İslam ahlakını sarstığı gibi kalkınmanın önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Aralarında iş bölümü sağlanmalı modern yüksek okullarda İslam hakikatları okutulmalı, medreselerde eski hikmetin bataklığı yerine yeni modern bilimler ders verilmelidir. Tekkeler her iki dalda yetişmiş alimlere kapılarını açmalıdır.

Üçüncü madde: İlim aleminde bilimsel özgürlük sağlanmalıdır.
İlmî çevrelerde fikir hürriyeti sağlanmalı ve herkes fikrini özgürce savunmalıdır. Aksi bir durumda ilim adamları herkese kendi fikirlerini benimsetme yoluna gidecektir. Bu durumda taklitçilik ortaya çıkacak ve bilimsel gelişmenin önü kesilecektir.

Dördüncü madde: Medreselerin ihtisaslaşması sağlanılmalı, toplumsal bilimlerle, fikir mücadeleleri sonrasında ortaya atılan genel fikirler, manevi Üstad kabul edilmelidir. Böylece talebeliğin hayat düğümü uyanacak, terakki ve yenilik meyilleri harekete geçirilecektir. Modern bilimlerin medrese kanalı ile eğitime dahil edilmesi bu sisteme ve isme alışmış olan insanların bilimsel gelişmelere karşı çıkmalarını önlemiş olacaktır.

Aynı şekilde çalışma hayatında iş bölümünü, gerek ilmî gerekse maddi terakkinin bir esası olarak kabul eden Nursi, insanların yeteneklerine uygun meslek seçmelerine önem verir. Bir insanın kabiliyetine uygun olan işi terk edip, ehil olmadığı bir işe girmesini yaratılış kanununa itaatsizlik olarak tarif eder. İnsandaki yetenek ile yaptığı sanatın uygun olmaması durumunda ortaya ancak kargaşa çıkacaktır. ( )

Beşinci madde: Halkın rehberleri sayılan vâiz ve hatiplerin eğitimine önem verilmelidir.
Vaizler halkın öğretmeni oldukları için araştırıcı bir alim olarak yetiştirilmelidir. Parlak cümlelerle delilsiz sadece iddiaların süslenmesi, hakikatı araştıranlara bir fayda vermez. Aynı zamanda neyi nerede konuşacağını bilen ve dinin dengesini bozmayan hikmet sahibi bir eğitimci olmalıdırlar.

Altıncı madde: Osmanlı toplumunda maddi gelişme düşüncesi harekete geçirilmelidir. Allah’ın adını yüceltme ve İslam medeniyetinin şerefini koruma her insan için en önemli bir görevdir. Bu görev ancak maddi terakki ile sağlanabilir. Nursi’nin düşündüğü idealist insan, milletin menfaatini, şahsi menfaatinin önünde tutan insandır. Onu “kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir” şeklinde yüceltir.
İçerdeki düşman olarak gördüğü, cehalet, fakirlik ve düşmanlık ilim, çalışma ve kardeşlik kılıcı ile öldürülebilir. Medenî milletlerle savaşla değil Kur’an hakikatları mücadele edilecektir. Bu kuralı “Medenilere galebe çalmak ikna iledir” şeklinde vecize yapmıştır.

Yedinci madde: Hilafet makamı ıslâh edilmelidir. Çeşitli İslam unsurlarını bir arada tutan hilafet makamının sahip olduğu manevi güç, halkın eğitimi için kullanılmalıdır. İsrafın önlenmesi ve maddi kalkınmanın teşvik edilmesi yine bu makamdan beklenir. Bir şahsın fikirleri İslam aleminin problemlerini çözmek için yeterli değildir. Halife kararlarını bir şuraya dayandırmalıdır.

Sekizinci madde: Osmanlı unsurlarının beylikler döneminde olduğu gibi parçalanmalarını önlemek için hayata geçirilen İslam birliği fikrinden gayr-i müslim unsurların korkuya kapılması önlenmelidir. Avrupalıların milliyetleri dinlerine galebe çalmışsa da Müslümanlar böyle değildir. En eski dönemlerden beri çok sayıda ırk ve din, İslam medeniyeti içinde varlıklarını koruya bilmiştir.

Dokuzuncu madde: Kürtlerin ayrı bir yol tutması sebebiyle kaybedilen büyük kuvvetten yaralanmak için, eğitim yoluyla İslam kardeşliği içinde millî birlik fikri uyandırılmalı ve terakki meyli harekete geçirilmelidir.
Nursî’ye göre altı yüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten Türkler, istibdada gösterdikleri şiddetli itaat ve milli adetlerini terk ettikleri için ihtiyarlamıştır. Kürtler bu durumda kuvvet ve cesaretlerini şanlı pederleri olan Türklerin hizmetine vermelidir. Buna karşılık olarak Türklerin akıl ve bilgisinden devlet tecrübesinden istifade edeceklerdir.

Nursi, Kürtlerin eğitimi için yararlanılabilecek yöntemleri şöyle sıralar:
Hamidiye alaylarında olduğu gibi askerlik yoluyla eğitmek.
Mektepleri medrese adıyla açıp din ilimleri ile birlikte modern ilimleri okutmak
Bir enstitü açıp medreselerde ders verecek Kürt hocaları yetiştirmek.
Zekatı eğitime yönlendirerek kaynak oluşturmak.

Onuncu Madde: Avrupa medeniyeti ile barışı sağlamak. (2) Nursi, İslam aleminin Avrupa medeniyetinden ayrı yaşayamayacağının farkındadır. O yüzden başından beri Avrupa’yı ikiye ayırmış, fen bilimleri ve insan hakları konusunda katkı sağlayan kesimler ile dost olduğunu vurgulamıştır. Felsefe fenleri ile dini ilimlerin birbiriyle barışması sağlanmalıdır. Böylece Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakikatlarıyla tanışacaktır.
Nursî, "Amma ecnebilere düşman nazarıyla değil, belki saadetimizi ve İslamiyet’in yüceltilmesine bu zamanda vasıta olan terakki ve medeniyete bizi teşvik ve icbar ettiklerinden dost ve hadim nazarıyla bakacağız...” derken dünya barışı sağlanmadan tek yönlü bir kalkınmanın mümkün olmayacağını, çağını aşan bir bilinçle kavramış görünmektedir. ( )

Bediüzzaman on madde olarak esaslarını ortaya koyduğu programı giderek olgunlaştırmış, onu köklü bir ihya hareketine çevirmeyi başarmıştır. Önü kesilmemiş olsaydı muhtemelen bu gün yaşanan problemlerin hiç biri yaşanmayacaktı.
Bediüzzaman’ın modeli, bir yandan sosyal yapıyı modernleştirme, diğer yandan aydınlanma ve maddî kalkınmayı sağlayacak dinamikleri harekete geçirme özelliğine sahipti. Aynı zamanda modern insanın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dinî kavramları anlaşılır bir formatta sunmayı başarmıştı.

Bediüzzaman, bütün hayatı boyunca devletin birliğine önem verdiği gibi, üst kimlik olarak İslam milletinden olma şuuru ve sevgisinin canlı tutulmasına da önem vermiştir. Devletin bütünlüğü ve milli şuura zarar verecek uygulamalardan özellikle kaçınılması için toplumun her kesimini uyarmıştır.
Onun ön gördüğü iki büyük tehlikeden biri devletin uygulamak istediği ırkçı politikalardır. Diğeri İslam akaidini ve uygulamalarını toplum hayatından silmeye yönelik çalışmalardır. Bu iki tehlike şayet önlem alınmazsa büyük tehlikeler doğuracaktır.

Irkçılık tehlikesi

Bediüzzaman ıslah hareketlerinde başarılı olma şansını fıtrata uygun hareket etme şartına bağlar. Ona göre dinin hakim olduğu topraklarda felsefenin sunduğu ırkçılık ve dinsizlik gibi esaslar üzerine kurulan çözüm teklifleri, başarısızlığa mahkumdur. Yaratılış kanunlarına karşı durmak mümkün değildir.
Elbette Türk insanı, Türk kardeşlerini sevecek, onların mutluluğu için çalışacak, diğer unsurları da din kardeşliği, vatan kardeşliği, tarih kardeşliği için, aynı Allah’ın kulları, aynı peygamberin ümmeti olduğu için sevecektir.
Ancak ırkını yüceltmek için İslam milletini parçalayıp İman ve İslam kalelerini yıkmaya çalışmak, bizzat Türklüğe yapılmış bir ihanet olur. Tarihin şahitliğine göre Türklüğü İslamiyet korumuştur. İslamiyet’ten çıkan kavimlerin Türklüğü unutulmuştur.
Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazları bir millet yapan bağ yalnızca İslamiyet’tir. Bu bağı koparıp on dört asır önce ölmüş olan ırkçılık bağını onun yerine koymaya çalışmak devlet ve milleti parçalamaya çalışmak demektir. Bediüzzaman bu tehlikeyi çok ciddi gördüğü için, 1922 Kasımında Ankara’ya gelmiş, meclisin özel oturumunda şu hatırasını anlatmıştır:

“Ben Van'da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet'e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?"
Dedi: "Ben Müslüman bir Türk'ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünki tam imana hizmet ediyorlar."
Bir zaman geçti o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı öğretmenlere tepki olarak, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hatta dinsiz de olsa bir Kürtü, sâlih bir Türke tercih ediyorum."
Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki: Türkler, bu İslâm milletinin kahraman bir ordusudur”. (4) Nursi, ırkçı politikaların bütün Kürtleri aynı noktaya getireceğini, bundan özellikle kaçınılması gerektiğini daha o günlerde anlatmaya çalışmıştır.

Dinî değerlerin Türk Toplumundaki Yeri

İnsanların kalbinden sevgi ve merhamet çıktığı zaman, dünya yaşanmaz bir hale gelir. Millet olmak, milletin fertleri arasında karşılıklı sevgi ve saygı bağlarının yaşanmasına bağlıdır. Sevgi kalbin ameli olduğuna göre, bütün kalplerin sahibi olan Allah (cc) ve O’nun insanlar için sevgi ve merhamet rehberi olarak seçtiği Hz. Muhammed (sa) terbiyesi dışında bu bağların güçlendirilmesi mümkün değildir.
Nursi’ye göre Türk toprakları bin yıldan fazla İslam nuru ile yoğrulmuştur. Allah rızası, fazilet, hakka saygı, insanlara merhamet, yardımlaşma ve nefsini terbiye edip kötülüklerden uzaklaşma insanların esas gayesi olmuştur. Bunların aksine, insanları menfaat üzerinde acımasızca boğuşturmak, kuvvetli olanı haklı gösterip mazlumları ezmek, bir ırkı diğerine kırdırıp kan dökeni alkışlamak ve hayatı şehvetin arzularını karşılamaktan ibaret saymak ve bunları devlet rejimi haline getirmek Türk insanına yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Irkçı politikalarla Türk milletinin sürüklenmek istediği yer tam da buydu. Bir Müslümanın iman duyguları zayıfladı mı, o başka dinden insanlara benzemez, hele dinsiz oldu mu artık hiçbir terbiye sistemi onu ıslah edemez. Kalbinden bütün güzellikler çıkar. Vahşeti alkışlar, elinden gelirse her türlü vahşeti yapar. Bunun sebebi Türk insanının bütün ahlaki güzellikleri İslamiyetten almalarıdır. Onlar Avrupa insanında olduğu gibi farklı kanallardan –felsefe, güzel sanatlar, farklı dinler gibi- edep öğrenmeye müsait değildir. Hz Muhammed’in terbiyesinden çıkan O’ndan daha etkili bir ıslah edici ile karşılaşma imkanı bulamayacağından, insanî değerlerini kaybeder.

Birlikte Yaşamak

“Kürt halkının içtimai saadeti Türklerin siyasi, içtimai saadetine bağlıdır.”
Bediüzzaman, Kürt toplumunun saadetini, Türklerin siyasî ve içtimaî saadetinde gördüğünü ısrarla vurgulamıştır. Altıyüz seneden beri tevhid bayrağını bütün cihana karşı dalgalandıran ve Kürtler gibi küçük kavimlerin babası sayılan Türkler, çeşit çeşit istibdatlar yüzünden milli adetlerini terk ederek ihtiyarlamıştır. Kürtler kuvvet ve cesaretlerini Türklere hediye etmelidir. Buna karşılık onların aklı ve tecrübelerinden yararlanmalılar. Böylece her iki tarafta eksik yönlerini tamamlayacaktır.
“Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvvetiyiz, toplamımız bir iyi insan oluruz” diyen Nursi, her iki toplumu birbirine kaynaştıran milli dokuya zarar verecek uygulamaları şiddetle eleştirir. Bu temel esas unutulmadan Kürt toplumumun kültürel ve sosyal problemleri çözülmeli, bölünüp parçalanmadan Kürtler medeni dünyadaki yerlerini almalıdırlar.

Bu noktada Nursi, eyalet sistemi ve adem-i merkeziyet gibi uygulamaların Osmanlı Devletini parçalayacağını ileri sürer. Çünkü “İslam milletinden olma şuuru” henüz farklı etnik grupları bir arada tutacak kadar geliştirilmemiştir.
Kürtler ve Türkler arasında birlik ve sevgi bağları iman nurları ile hayatlanırsa, bir maddenin zerreleri arasındaki çekim kanunu gibi fertler birbirlerine yaklaşırlar ve aynı ölçüde millî sevgi- İslam milletinden olma şuuru- güçlenir. Medeniyet yarışı, ancak bu güç sayesinde kazanılacaktır.
Özetlemek gerekirse, Nursî üç dört temel esas üzerinde durmaktadır. İslam milletinden olma şuuru ile milli birliği sağlayan İslamî eğitime önem verilmesi, milli birliği esasından bozacak olan ırkçı uygulamalara son verilmesi, milleti teşkil eden unsurlardan her birini sosyal haklar ve maddi imkanlar açısından geliştirecek bir hukuk sisteminin kurulması.

Bunlardan ayrı olarak Nursi, ittihad-ı İslam’ın, asya kıtası, Osmanlı Devleti ve etnik unsurlar için bir kurtuluş reçetesi sunacağını belirtir. İstikbal için de aynı sebeple umutludur. “İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri ittihad-ı İslam fikrine karşıydılar ve engel oluyorlardı. Komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; gibi anarşistliği doğuran problemlerle yüzleştiklerinde batılı güçler, anarşinin ancak Kur’an hakikatları etrafında kurulacak olan ittihad-ı İslâm ile önlenebileceğini anlayacaklar ve bu siyaseti desteklemeğe mecbur olacaklar. Kur’an hakikatları bütün insanlığı sayılan tehlikelerden kurtaracağı gibi, İslam birliği bu vatanı yabancı istilasına düşmekten kurtaracaktır.” (6) Çağının ruhunu bu derece derinden okuyan bir idrake yabancı kalmak ve çözüm önerilerinden yararlanmamak Türk devlet tecrübesi açısından önemli bir kayıptır.

Geleceği Gören Bir İdrakin Feryadı

Nursi, çağının vefasızlığına uğrayan bir düşünür ve muzdarip bir insandır. Yanlış yolda gördüğü insanların geleceği adına, kaygılarını ifade ederken Türkiye’yi bekleyen büyük tehlikeyi çok önceden keşfedip haber vermiştir. Nursi’nin aynı dönemde “resmi ağızlarca bölücülükle suçlanması” ise her halde bir düşünüre yapılabilecek en büyük vefasızlık olmalıdır.

Nursi ırkçı politikaları eleştirirken şu tespitte bulunur:
“Hem Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit milletin kuvveti, bir şık, bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet, o iki kuvvet ile oynayabilir; yukarı kaldırır, aşağı indirir.” (7)

Üzülmek gerekirse bu tehlike bu gün yaşanan bir gerçek olmuştur. Türk milleti içinde kapanmayacak şekilde bir yara açılmıştır. Bir şık diğer şıkkın kuvvetini kırdığı için milletin kuvveti hiçe inmektedir. Bu derdi yaklaşık elli yıl önce gören Nursi, bütün hayatını bu tehlikeyi önlemek için harcamış, ne yazık ki dar görüşlerin ve gizli komitelerin kurbanı olmuştur. Korkulan odur ki milleti birbirine düşman eden politikalar, gizli bir komite tarafından bilinçli bir şekilde uygulanmıştır. Bundan sonra da iyi niyetli girişimleri engelleyecek, İslam’ın son kalesini kendi evlatlarının elleriyle parçalatmaya çalışacaktır.

İki Öneri

Bediüzzaman’ın programını tamamlarken iki önerinin dikkatlere sunulması yerinde olur: Açıktır ki yıllardır uygulanan inkar politikaları ve ayrımcı –ırkçı eğitim sistemi, milletin en çok ihtiyaç duyduğu sevgi bağlarını zayıflatmıştır. Bir çok yörede Türkleri ve Kürdleri birbirine düşman etmiştir. Herhangi bir ıslah programı öncelikle bu nefreti ortadan kaldıracak çalışmalar yapmalıdır. En azından ilk ve orta okullara “Kardeşlik” dersleri konulmalıdır. Çok sayıda tecrübenin işaret ettiği şekilde bu derslerde -iki toplumun birbirini yeniden sevmesini sağlama potansiyeline sahip olduğu görülen- Risale-i Nurlar doğrudan ders kitabı olarak okutulmalıdır. Risale-i Nurların inkarcı felsefî fikirlerin verdiği zararları önlemesi, bölücü ırkçılığa engel olması, gerçek bilime ve maddî kalkınmayı teşvik edici özellikleri bulunması bu ihtiyacı artırmaktadır.

İkinci olarak her türlü baskılara rağmen doğuda yüz yıldır varlıklarını sürdüren medreseler eğitim programına dahil edilmelidir. Medrese adı altında İmam Hatip okulları statüsünde Türkçe-Kürtçe-Arapça eğitim verecek okulların önemli birkaç merkezde faaliyete geçirilmesi, kardeşlik bağlarını güçlendiren en önemli adımı teşkil edecektir. Halkın sevdiği hocaların bu okullarda ders vermesi ayrıca önemlidir.

Dipnotlar:
1 Bediüzzaman, Muhakemat, Envar Neş. İstanbul 2000, s. 55
2 Volkan 23 Mart 1909, nr. 83-84; Asarı-ı Bediiyye, s. 817, İttihad 1999, İstanbul. (Nşr. Abdülkadir Badıllı)
3 İbrahim CANAN, İslâm Âleminin Ana Meselelerine BEDİÜZZAMAN'DAN ÇÖZÜMLER, Yeniasya yay. İstanbul, 1994
4 Emirdağ Lahikası, s. 224-225
5 Bediüzzaman, İçtimai Reçeteler, s. 256
6 Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası, s. 25
7 Mektubat, s.440