Bediüzzaman'dan izler taşıyan şiirler

Bediüzzaman'dan izler taşıyan şiirler

Şiir bir yol, bir yolculuk, bir zamandır. Şairin yaşını belirleyen ise onun yazın serüvenindeki evreler ve evrimlerdir

Mustafa Oral'ın yazısı...

Şiirin Kanatları

Hayriye Ünal 1973 doğumlu bir şair. İlk şiirini 1997 yılında, ilk kitabı “Saçları Vardır Aşkın” 2000 yılında yayımlandı. Ardından   Ademin Kızlarından Biri (2003), Sert Geçecek Bu Kış (2006) kitapları geldi. Son olarak “Gerekli Açıklama” (Hece Yayınları, Eylül, 2010.) adlı kitabı ile tekrar okurunun karşısına çıktı.

Ünal şiirlerini Dergah, Hece, İpek Dili, Kaşgar, Kökler, Atlılar, Edebiyat ve Eleştiri gibi dergilerde yayımladı. Yazı çalışmalarını daha çok modern Türk şiiri üzerine yoğunlaştırdı. Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Ece Ayhan,  Cahit Zarifoğlu, Ülkü Tamer gibi modern Türk şiirinin önemli temsilcileri ile ilgili incelemeler yaptı.

Şüphesiz “şiir bir darlık, bir dargınlıktır / İnsanla insan arasında / Kapıyla menteşe arasında / El ile kalem arasında.”  Şiirin darlığı ve dargınlığı çağa tanıklık etmesindendir. Bunun için Kalem suresinde kalem ve onunla yazılanlar üzerine yemin edilir.     

Şiir bir yol, bir yolculuk, bir zamandır. Şairin yaşını belirleyen ise onun yazın serüvenindeki evreler ve evrimlerdir. Ünal 13 yıldır şiir yayımlıyor. Sürekli bir arayış içinde. Her seferinde bir başka pencereden, bir başka zamandan meydan/şiir okuyor. Her şiiri ile yeni bir yaşa, her kitabı ile yeni bir çağa giriyor. 

Şiir yazıldığı tarih itibariyle o güne kadar ki bütün insanlık birikiminin bir deltası hükmündedir. Tarih, sosyoloji, psikoloji, sanat, siyaset… orada omuz omuzadır. Ne var ki ancak iyi şiir yazıldığı tarihin dil ve dünya özelliklerini gösterir.

Ünal ilk üç kitabında tarihe, mitolojiye ve kutsal kaynaklara yaptığı göndermelerle değişik zamanları, mekanları ve karakterleri günümüze taşıdı. Arkaik dili güncelleyerek, yapıbozumlarına ve yorumsamaya başvurarak yeni biçimler ve söyleyişler ile yeni zamanlar, mekanlar, karakterler kısacası yeni dünyalar oluşturdu. Bu yeni dünya “insan, insaf ve isyan” üzerine bina edildi.

Mallarme şiiri düşüncenin duyguya dönüştürülmüş hali olarak tanımlar. Saçları Var Aşkın’da daha çok bilginin şiire dönüştürüldüğü görülüyor. Kitap geniş bir zaman diliminde yazıldığını imleyen şiirlerden oluşuyor. Kısmen şairane bir dil kullanımından söz edilebilir. “Söyler” gibi yapıyor. Diyaloglara pek rastlanmıyor.

Ademin Kızlarından Biri’nde düşüncenin şiire dönüştürüldüğü kanısı ağır basıyor.  Tema ve ses olarak daha dengeli bir dağılım söz konusu. Konusuna ve sesine hakim bir şiir. Bu durum şiirlerin şiirin ‘dar kapısı’ndan daha kısa bir zaman diliminde geçilerek yazıldığını düşündürüyor. Tahkiye üslubunu benimsiyor. Sık sık diyaloglara başvuruyor. Şair bir şey söyleme endişesi taşıyor ve “söylüyor”. 

Şairin diri, öfkeli ve ağresif sesi gün geçtikçe artıyor. İlkinde daha evcil olan hava yavaş yavaş daha savaşkan bir dile yerini bırakıyor. İkinci ilkine göre daha eril. Şüphesiz şiirin cinsiyeti yoktur. Şiir hem silah, hem sığınak. Saldırırken silah, savunurken sığınak. İnsan insan olabildiği ve kalabildiği müddetçe savunabiliyor da, savaşabiliyor da. İlk kitap sığınak, ikincisi silah...

Sıcak memleketten, Ege’den gelip de Ankara’nın kasavetli ve soğuk havasına alışmak zordur. Şairin üçüncü kitabı “Sert Geçecek Bu Kış” özelde Ankara’nın, genelde dünyanın bu havasına duyulan tepkinin ifadesidir.  Şiirler bir nefeste söylenmiş gibi soluk soluğadır. Öte yandan ancak söyleyecek çok sözü olan şairlerde rastlanacak türden  mısralar ve şiirler uzadıkça uzamıştır. Diyaloglar  ve şiirin özü olan monologlar arttıkça artmıştır. Klişeler şiirin semtine uğramaz; ezberlere rastlanmaz. Çünkü can havli ile konuşmaktadır şair. Çok seslidir; sesi kale duvarlarını aşacak güçtedir.
“Gerekli Açıklama” şairin son kitabı. 144 sayfa. “Yerle Bir”, “Sana İsnad Ettiğim Suçlar”, “Yaz Kızım”, “Kısas” ve “Gerekli Açıklama” şeklinde 5 başlıktan oluşuyor.

Ünal değerlerin  hızla metalaştığı, yozlaşmanın önünün alınamadığı bir çağda şiirin masumiyetini ve varoluşunu sürdürmek için çok fazla simge ve metaforlara, mecaz ve dil oyunlarına başvurmadan, lirik-epik unsurların dengede olduğu direkt, zaman zaman ironik bir söyleyişi tercih ediyor. Kentleşerek kimliğini kaybeden, iyi ve kötü arasında gelgitler yaşayan insanda oluşan kaygı, endişe, korku, tedirginlik, gerginlik, tezcanlılık ve bundan mütevellit patlayan öfke nöbetlerini dile getiriyor.

Kitap ilk üç kitaba göre daha sadece, daha yoğun. Hava boşlukları daha az. Tema çeşitliliği daha fazla. Üslup daha bir oturmuş. Ses yine sert. Onun şiiri için dil işçiliğinden söz etmek ezber bir cümle olmalı. Zira içinden geldiği gibi yazıyor. Tabir yerinde ise sözün gelişine çok sert vuruyor. Ama topu doksana takmasını biliyor.
Ünal bu kitabında her zaman şair durumunda. Hiçbir zaman “şaire” veya “şairane” değil. Hep bir eril dil onda hükmediyor. Hayatın içinde kadın gibi değil; hayatın sert yüzü ile karşılaşan ve buna karşı mücadele eden erkek gibi. Savaşçı, mücadeleci, saldırgan bir hal… Şiddete dönük bir ses, kutsala kısmen uzak bir ritim...

Risale’ye yapılan atıfları saymazsak dilinde din diline işaret eden ifadelere pek fazla rastlanmıyor. Bu da onun cidal yaptığına, cihat yapmadığına kanıt sayılabilir. Onun için “dikine” giden bir ses var. Ama diğer üç kitaba kıyasla bu kitapta kutsalı çağrıştıran imge ve ses itibariyle İsmet Özel’den Sezai Karakoç’a doğru kaydığı söylenebilir.
Bu kitapta diğer kadın ve bir çok erkek şiirinde olan şeyler yok. “Adem’in Kızlarından Biri” kızı Hanna’ya, bu kitap ise Beril’e atfedilmiş. Ama yine de insanda merhamet ve teslimiyet duygusu uyandıran anne ve çocuk yok denecek kadar az.

Şair yeni biçimler, şekiller deniyor. “Kaçtır Saymıyorum Ama Oldukça Fazla”, “Sabuklar” düzyazı formunda yazılmış. “He”nin yarısı düzyazı, yarısı şiir biçiminde. İlhan Berk’in sözü akla geliyor burada: Öyle düzyazılar vardır ki, şiirdir; öyle şiirler vardır ki düzyazıdır.

Şair Hurufi değil. Şiir harflerle değil, sözcüklerle yazılır. Sözün yetmediği yerde harflere değil sayılara başvuruyor. Sayıları soyutlayarak, yüklerinden arındırarak şiire taşıyor. Onlara şiir formu içinde yeni anlamlar yüklüyor. Şairin matematik eğitimi almış olması bunda etkili olmalı. “Daha Önce de Söylemiştim” ve “Kısas”ta 33,9,68… sayıları geçiyor. Bediüzzaman sürelerin başında geçen elif, lam, mim, ra gibi huruf-u muvattaların birer sır olduğunu ve bu sırları ancak Peygamberimizin bildiğini söyler. Bir okuyucu olarak Ünal’ın şiirindeki bu rakamların işaret ettiği adresleri yaklaşık olarak tahmin edebiliyoruz. Ama yine de bunların bizim için bir sır olduğunu ve ancak şairi tarafından bütün boyutları ile bilinebileceğini düşünüyoruz.

Ünal bu kitabında da İngilizce ve Almanca dibi dillerden terkipleri şiirinde işlemeye devam ediyor. Türkçe Arapça ve Farsçanın yoğun etkisinde bir dil. Arapçadaki 62.000 kelimenin Türkçede karşılığı yok. İnsan ne kadar fazla çok dilli, çok kültürlü olursa anlam dünyası o kadar geniş oluyor. Fakat bu durum zaman zaman ifade sorunlarına yol açabiliyor. Ünal Arapça düşünüp, Kürtçe konuşup, Türkçe yazmak zorunda kalan bir insanın yaşadığı açmazı yaşıyor sanki. Şairin kastettiği mananın Türkçenin dil kalıpları içinde karşılığının olmaması şairi İngilizce, Almanca, Arapça terkiplere başvurmaya sevk etmiş olmalı. 

Ünal ilk üç kitabında şiirini “insan, insaf ve isyan” üzerine inşa etmişti. Son kitabı ile bu yapı taşlarına Sezai Karakoç’tan devşirme “sabrı” da ekliyor. Öfke ve isyanın yanına  sabır konulunca insanın sesi ister istemez yumuşuyor. “Bir merhamet sarıyor yavaş yavaş” mısraları.

Zeyl: “Seviyorum  denmez bizde, sevilen kendini bilir” Yine de “insan sevildiğini anlamak ve öpüldüğünü görmek ister aynada”. Yani okunmak ister her şair. Değil mi ki şair bizim dünyamız üzerine inşa eder kalbini. Onun için sevdiğinin aynasında görmek ister kendini. Sevdiğinin aynasında görmek ve görünmek ister.

Zeylin Zeyli: Şiir bir darlık, bir dargınlıktır. Sözün sıratından, bıçağın sırtından geçmeden şiirin dar kapısından geçilmiyor. Ünal bizi sözün sıratından, bıçağın sırtından, şiirin dar kapısından geçmeye davet ediyor. 

Zaman