Bediüzzaman ve sanat

“Ey gözleri sağlam ve kalbleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır: 
Birinci daire: Rububiyet dairesidir. 
İkinci daire: Ubudiyet dairesidir. 
Birinci levha: Hüsn-ü san’attır. 
İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır. 
Bu iki daireyle iki levha arasındaki münasebete bakınız ki, ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü san’at ve nimet levhasına bakıyor. 
Bu hakikati gözünle gördükten sonra, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâniin makasıdına kemâl-i ihlâsla hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisapla her iki daire reisleri arasında bir muârefe ve mükâleme ve alışverişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyleyse, bilbedâhe tahakkuk etti ki, ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbup ve makbulüdür. 

Ey  insan! Bu süslü masnuatı envâ-ı mehasinle tezyin eden ve bütün zîhayat olanların zevklerine, iştahlarına göre bu kadar nimetleri in’âm eden Sâni’in en kâmil, en cemîl ve ibadetine kemal-i iştiyakla teveccüh eden ve Sâni’in mehasin-i san’atına takdir ve istihsanatıyla arş ve ferşi taraba, sevinmeye getiren ve Sâniin ihsanatına yaptığı teşekkürat ve tekbirat ile berr ve bahri cezbeye getiren şu güzel mahlûk ve masnuuna iltifat edip sözünü nazar-ı itibara almaması ve teşekküratına mukabele ve teveccüh etmemesi ve kendisiyle konuşmaması ve iktidarına göre bütün mahlûkata bir imam ve mürşid yapmaması imkânı var mıdır?” 

Sanatta, bütün sanat dallarının ana eylemi sanat eseri karşısında bir öznenin tavrıdır. Özne sinemada, tiyatroda seyircidir. Resim, heykel, mimari gibi alanlarda da seyircidir. Dinde de seyirci insandır, sanat bütün terimlerini dinden almış ancak laikleştirmiş, dinden koparmış, güya sanata bağımsızlık kazandırmış. Aslında onu anlamsızlaştırmıştır. Nihilizm, ateizm çok büyük bir program ile çalışmış bütün sanat dallarını sadece insanın yaptığı sanat eserlerine hasretmiştir.

Sanatın tabiri ile her varlık Bediüzzaman’ın gözünde estetik objedir. Yani Bediüzzaman başta insan, hayvanlar ve bitkiler, yıldızlar, bütün nesnelere estetik obje olarak bakar. Herkesin baktığı gibi bakmaz, kedi herkes için kedidir. Ama o “Hatta bir gün kedilere baktım” der. Yani “hatta seni bile kabul ettik” cümlesinde sen kabul edilmezdin de seni de kabul ettik. Hem hatta hem de da eki yani küçümsenen bir canlı manasında alınmıştır. Yani ben onlara da baktım der. Çok şeye baktığım gibi.

Her insanın nesne ilişkileri vardır. Sanatçılar etraflarındaki canlılara herkesten farklı bakarlar. Ressamlar renklere, mimarlar taşlara bakar. Mimar Sinan Yunanistan’a bir sefer sırasında gider, o zaman askerdir. Ülkede gördüğü bütün taş yapılara ciddi ciddi bakar. Selimiye’de taşı bir plastik madde gibi kullanmış. Deha, taşı deha haline getirmiş.

Taş dehaya ulaştı deha taş kesildi. Selimiye varlığı ile Türk tarihindeki Edirne’ye güç katarak ona simgesel bir nitelik kazandırmıştır. Yalnız zamanın araştırmacıları değil eski yazarlar da Selimiye’nin bir şahaser başyapıt olduğu kanaatinde birleşirler. Ernst Diez, bu cami için “Selimiye mekan, büyüklük, yükseklik, topluluk ve ışık etkisi bakımından yeryüzündeki bütün yapılardan üstündür” der.

Bediüzzaman, hapishanede “sineklerime dokunmayın“ diye yönetimi ikaz eder, bir de Sinek Risalesi yazar. Barla’da çocuklar bir kaplumbağayı rahatsız eder. “Zübeyir onların elinden kurtar onu” der. Arıyı bir tasvir edişi var en ciddi yazar bile o kadar harika tasvir edemez.

Bediüzzaman, “siyasetin tesiri olmasa Risale-i Nur daha çok anlaşılır” diyor. Risale-i Nur talebeleri siyasi ve fikri istikrarın sembolü olduğundan onları yıpratmak aslında PKK’dan daha zararlı bir propagandadır. Çünkü FETÖ, PKK zaten kral çıplak oldular, şimdi Bediüzzaman’ı karalamak melankolik resimler çizmeye çabalıyor bir takım figüranlar, başaramazlar.

Yukarıdaki iki levhada, Bediüzzaman ikincisinde karargah kurmuş. Tefekkür ve istihsan Levhası. Bütün risaleler tefekkür ve istihsan levhalarıdır. İstihsan beğenmek demek, yani ilim ve sanat, felsefe etrafında cereyan eden, olaylar hakkında estetik yargılarda bulunurlar.

Namaz estetik yargılar merkezidir. İnsan orada Allah’ın sanatının büyüklüğü karşısında estetik yargıda bulunur, “Elhamdülillahi rabbil alemin” der. “Bu koca sanat levhası olan alemi benim için Yaratana hamd ediyorum. Benim için terbiye edene hamdediyorum” der. Sübhanallah, Elhümdülallih, Allahuekber üç büyük estetik yargıdır. Hani şaşırdığımızda Sübhanallah deriz ya işte onun gibi. Allahu ekber de bir estetik yargıdır, en büyük sensin senin sanat eserlerin büyük, sen onları yapan olarak en büyüksün demektir. İbadetlere Allah çağırırken insanları kendi sanat eserleri karşısında yargıda bulunmaya çağırır. Bir resim-heykel müzesinde, resim galerisinde, otomobil galerisinde dolaşan insan estetik yargılarda bulunur. İnsan da bu alem sarayında her gördüğü canlının sanat eseri kimliği karşısında hayretini ifade eder Subhanallah der.

İsmail Tunalı, Estetik Beğeni diye bir kitap yazmış, yani istihsan demek. Bediüzzaman’ın iki levha dediğini farklı bir dille anlatır. “Her estetik olay, bir süje obje bağlılığınla dayanır. Bir yanda estetik kaliteleri bir estetik obje, öte yanda bu objeye bütün psişik aktları ile yönelmiş, onu estetik olarak algılayan, ondan zevk alan bir süje bulunur. Estetik olay bunlar arasındaki relation/ilgi den ortaya çıkar ve bilgi olayı ile bu bakımdan büyük bir yakınlık gösterir. Bu yakınlık onların çözümleri bakımından da görünür. Hatta diyebiliriz ki onların ortak problem karakteri vardır.” (Estetik Beğeni s 7)

Ayet’ül Kübra’da bütün tabiat nesneleri ve olayları estetik objedir. Bediüzzaman onlara öyle bakar. Pencereler risalesi hep böyle bakmaklardan oluşturulmuştur. ”Bir bahar mevsiminde, garibane, müfekkirane seyahate gidiyordum. Bir tepeciğin eteğinden geçerken parlak bir sarıçiçek nazarıma ilişti. Eskiden vatanımda ve sair memleketlerde gördüğüm o cins sarıçiçekleri derhatır ettirdi.”

Hatta o estetik objeleri okunması gereken İlahi mektuplar olarak görür. “Şu kainatın yüzüne bak ki, birbiri içinde hadsiz mektubat-ı samedaniye hükmünde olan sahaif-i mevcudat  ve her bir mektup üstünde  hadsiz sikke-i tevhid mühürleriyle temhir edilmiş/mühürlenmiş.” Kur’an bütün bir kainata bakmayı öğreten bir ilahi estetik kitabı. Şu ayete bak “ve min ayatihi halkıssemavati velardı vehtilafi elsinetiküm ve elvaniküm  inne fi zalike laayatün lil alimin” arz ve semavattan, renkler ve dillere gider. Arasını doldur demektir. Yukardan aşağı. Bütün herşey muhakkak bir alimin ayetleri delilleridir.” Bize bakmayı öğretmedi kimse, kainata Allah’ın sanat eserleri olarak bakmayı Bediüzzaman öğretti.

En büyük obje koca kainat bak ne diyor o büyük obje karşısında Bediüzzaman, ”Şu kainata bakıyoruz görüyoruz ki Hüceyrat-ı bedeniyeden ta mecmu-ı aleme şamil bir hikmet ve tanzim var.” Hikmet ve tanzim tamamen estetiğinin geometrisi ile bakmak demek. Herşey bir neticeye göre ise hikmetli tanzimi herşeyinin yerli yerine konması lazım. Ta bedendeki hücreden bütün aleme giden bir hikmet ve tanzimi anlatıyor. Bediüzzaman’ın anlatım lisanı bu asgariden hücreden azamiye aleme gidiyor hep aradakileri hep sen say. Hani eskiler özellikle Kırkıncı Hoca “minel bab ilel mihrab” derdi. Kapıdan mihraba, yani hücreden bütün aleme.

“Hüceyrat bedene bakıyoruz görüyoruz ki mesalih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle kanuniyle o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var.“ Tıp felsefesi mi desen, fizyoloji mi desen ne dersen de kim konuşuyor bak kardeşim. Bu cümleleri hayal bile edemeyen ilahiyat grubu saldırıyor, rencide olur dide-i huffaş ziyadan.

“Mideye nasıl bir kısım rızk içyağı suretinde iddihar olunup vakt-i hacette sarfediliyor. Aynen o küçücük hüceyrelerde de o tasarruf ve iddihar var.”

Hayat da bir estetik obje. Bak nasıl yorumluyor. “Hayat kudret-i Rabbaniye mucizatının en nuranisidir, en güzelidir. Ve vahdaniyet bürhanlarının  en kuvvetlisi en parlağıdır. Hayat dahi pekçok sıfattan yapılmış bir hakikattır. Demek hayat bir nokta-i mihrakiye (odak noktası) hükmünde muhtelif sıfat birbirinin içine girer, belki birbirinin aynı olur.”

Estetik objelerin sadece görüntüsüne, rengine, kokusuna, tasarımına bakan materyalist estetik nerede insana, hücreye, aleme, hayata bu derinlikli bakış nerede. Bu hakikatler bu insanlara lazım çünkü onlara iman lazım, ama ilmin süzgecinden geçmiş iman. Bu hakikatleri birilerine zorunlu olarak anlatan insanlar lazım. Yoksa memleket yangın yerine dönmüş, güneyin bütün ortaokulu, lisesi, üniversitesi aykırılıktan nihayetsiz hainler üretmiş. Bir İstanbul’da ne kadar insan eylem yapıyor, ihanetin babaları, baba cezalar ile karşılaşmış. Bediüzzaman bunları görüyor içi kan ağlıyor, ama elden ne gelir. Bak bir tane işin eğitim yanını gören var mı? Kırk yıldır bağıran bir devlet iradesi insanlar ne diyor, bir röportaj yapalım, zülfü yâre dokunur. İnsanlar evlerine, balkonlarına bayrak asıyor ne yapsın biçare en azından bir ümid o bayrak.

Şimdi şu cümleye bak. ”Hem zeminin yüzündeki acib sanatlara bak. Anasırlar (elementler) ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir kadir-i hakimin emriyle zemin yüzündeki Rahman misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar. Hizmetlerine koşuyorlar.” Kimya diliyle bir hakikat.

Rububiyet dairesi, bunu Ayet’ül Kübra’da anlatır, “Evet bütün kainatta, hususan zihayatlarda ve bilhassa terbiye ve iaşelerinde, her tarafta aynı tarzda ve umulmadık bir surette, beraber ve birbiri içinde hakimane, rahimane, bir dest-i gaybi tarafından olan bir tasarruf-ı amm, elbette bir rububiyet-i mutlakanın teraşşuhudur ve ziyasıdır. Tahakkukuna bir bürhan-ı katidir.”

Bediüzzaman Mesnevi-i Nuriye isimli eserini, Türk edebiyatındaki mesnevi geleneğinin devamı hükmünde bir eser olarak yazmış. Ama mesnevi geleneğinin romansı karakterinin dışında, yine kurmaca özelliği olmakla birlikte muhtelif mesaili anlatmış. Eserde birçok kurmaca bir teori ile başlıyor ve daha sonra bahis bu genel karakterli duruşun devamı olarak açılıyor ve örnekleniyor. Mesela şu ilemde haşrin çok ötesinde insanın ölüp dirilmesinin çok ilerisinde bir hakikatı anlatır. Haşir bahsi burada anlatılanın bir bölümü olabilir. Bak şu cümleye “Eşyada esas bekadır, adem değildir.” Yani insan ve bitkiler ölüp ikinci bir baharda dirilmesi hakikatının çok ötesinde eşyanın dahi süreklilik ve beka ile merbut olduğunu anlatıyor.

“Hatta ademe gittiklerinin zannettiğimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi seriüzzeval olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar. Ancak suretlerini ve vaziyetlerini değiştirerek zevalden masun kalıp bazı yerlerde tahassun ile adem-i mutlaka gitmezler.“

Mesnevi isimli eserinde Bediüzzaman eşyaya, olaylara, insana, canlılara bakmak için nerede duracağını ve nasıl bir bakış tarzı, yani estetik tavır alacağını yukarıdaki metinde ortaya koyar. Rububiyet dairesi, ubudiyet dairesi, bütün anlattıkları bu iki dairenin ilişkileri ve münasebetlerine dair. Kulluktan evrene ve yaratılışa bakış, Rab ismi hakim bir isim günde kırk kere okuduğumuz Fatiha‘nın bel kemiği “Elhamdülillahirabbül alemin.” Yani insanın yaşam merceğini esas alarak koca yaratılışı bize tanzim edene Elhümdülillah  Rab isminin tasarrufunu estetik tavır ile görüp sonra onları bize göre tanzimine hamdetmek.

Daha sonra iki levha var. İnsan bir levha karşısında durur çünkü levha bakmak anlamak içindir. Hüsnü Sanat levhası, tefekkür ve istihsan levhası. Bediüzzaman alemdeki sanat güzellikleri ve olayları karşısında bir estetik bakışla durur ve bütün tavırları sergiler. “Tefekkür, teşekkür, istihsan.” bu estetik tavırlardır. Bütün Risaleler bu üç eylem üzerine kurulmuştur.

“Ey insan! Bu süslü masnuatı envâ-ı mehasinle tezyin eden ve bütün zîhayat olanların zevklerine, iştahlarına göre bu kadar nimetleri in’âm eden Sâni’in en kâmil, en cemîl ve ibadetine kemal-i iştiyakla teveccüh eden ve Sâni’in mehasin-i san’atına takdir ve istihsanatıyla arş ve ferşi taraba, sevinmeye getiren ve Sâniin ihsanatına yaptığı teşekkürat ve tekbirat ile berr ve bahri cezbeye getiren şu güzel mahlûk ve masnuuna iltifat edip sözünü nazar-ı itibara almaması ve teşekküratına mukabele ve teveccüh etmemesi ve kendisiyle konuşmaması ve iktidarına göre bütün mahlûkata bir imam ve mürşid yapmaması imkânı var mıdır?“

Süs güzellikle alakalı. Allah süslemiş ta ki sanatı güzel görünsün, varlıklar da süslü olsun, insan da bu süsü düşünsün. İnsan ne yapacak “saniin mehasin-i sanatına takdir ve istihsaniyle arş ve ferşi taraba  sevinmeye getiren…” Sani sanatlı yaratan, mehasin güzellikler, takdir ve istihsan sanat karşısında duyulan estetik tavır, baştan sona İslam varlık karşısında insanı takdir pozisyonuna getirip beğendiğini istihsanını göstersin diye. Namaz nizami hazırlıklı birşekilde, yaratılış karşısında estetik tutumdur. Sanat nasıl nizami bir müzeye ve galeriye çağırır insanların sanatçıyı beğeni ve istihsanını sağlarsa Allah da hergün insanları yaratılışın tefekkür ve tezekkür ve istihsan yeri olan camiye çağırır herkes gelir büyük sanatçının karşısında tutumunu sergiler ve gider.

Din de derinlik psikolojisi, dalınç, gaşy olmakdır, sanat da öyledir. Ama şablon dinlerden çalınmış varlığın öznesinden soyutlanmış ortaya dinsiz bir sanat çıkmış, etkilen sanatçıyı düşün ama Allah’ı asla! Sadece beğenilmeyen o Ortaçağ estetiği Allah’ı düşünür. Ama daha sonra modern çağın estetiği modern nihilizm onlar düşünmezler ve düşünmeyi banallık addederler. Modern estetik ortaçağın bütün tanrısal değerlerini büyük bir hınçla arar ve kovar. Umberto Eco ve Calvino benzerleri ortaçağa döner ve postmodernizmi anlatırlar. Bizde de Yahya Kemal postmodernizmimizi anlatır. Ama üdeba onu da anlamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.