Bediüzzaman üç şey söyledi: Küfür ejderhası, Risale-i Nur'un hocası ve yol parası

Bediüzzaman üç şey söyledi: Küfür ejderhası, Risale-i Nur'un hocası ve yol parası

Musa Yukarı, 1960 yılının ilk aylarında Emirdağ'da Bediüzzaman'a yaptıkları ziyarette konuşulanları anlatmıştı

RİSALEHABER

1960 senesinde Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini Emirdağ'da ziyaret eden, nurculuk davasında mahkeme olunan ve hapis yatan Son Şahitlerden Musa Yukarı ağabeyi vefat yıldönümünde rahmetle anıyoruz.

Musa ağabey, Bediüzzaman'la nasıl görüştüğünü Ömer Özcan'ın Ağabeyler Anlatıyor kitabında şöyle anlatmıştı:

“Amca bu cemaatte nurcular var mı?”

Üstadı Ankara’da göremeyince yanımdaki Kadir İnci kardeşle istişâre ettik, kararımız: Emirdağ’a Üstadı görmeye gideceğiz. Ben 1930 doğumluyum 30 yaşındayım, Kadir de 17 yaşında. Sene 1960. Emirdağ’a tam câmi cemaati dağılırken öğlen vakti vardık. Ben yaşlı bir amcaya yaklaştım “amca bu cemaatte nurcular var mı?” dedim. “Oğlum hep Nurcuyuz ne istiyorsun?” dedi. “Bediüzzaman Hazretlerini ziyarete geldik, evini bilmiyoruz” dedim. Onbeş yaşlarında bir genç çağırdı yanında, çocuğa, “Bak oğlum bu iki misafir İzmir’den gelmişler, git Bediüzzaman Hocanın evini gösteriver” dedi. Çocuğun arkasına düştük, avlu duvarı ile çevrili bir evi gösterdi “işte burası” dedi ve gitti. 

“Ben polisim buyurun karakola”

Ben hemen “tak! tak!” diye kapıyı çalmaya başladım, birisi omzuma vuruverdi, “ben polisim buyurun karakola.” Karakolda bir tane polis vardı diğerleri yemeğe gitmişler, bizi onun yanına götürdü. Polis “bunlar kim?” dedi, “bunlar Bediüzzaman’a ziyarete gelmişler” diye cevap verdi. Diğer polis bize “nerelisiniz?” dedi, “İzmirliyiz” dedik. “Niye geldiniz?”, “Hocaefendiyi ziyarete geldik”, “Yahu ben de İzmirliyim, İzmir’den avanak adam çıkmaz, siz nasıl çıktınız böyle? İzmir’den Emirdağ’a kadar her taraf hoca dolu, hoca mı yok ki tâ İzmir’den buraya kadar gelinir mi?” dedi.

Ben de “O bir takdir meselesidir, ben mahallemde hoca vardır ona gitmem karşıda bir hoca vardır ona giderim, bu gönül meselesidir” dedim. “Neyse oturun bakalım komiser gelir sizin ifadenizi alır” dedi. Bizi getiren sivil polis ve  resmî polisle dört kişi otururken kapı çalındı, iri yarı bir adam girdi içeriye, günaydın tünaydından sonra bizi getiren sivil polise “sana bir müjdem var ama bilmem artık kaçlık rakı söylersen öyle söylerim” dedi. Polis “ben ne içki içerim, ne de ısmarlarım ama yemek, tatlı söylerim” dedi. “Ben de içki söylemezsen müjdeyi söylemem” dedi. “Söylemezsen söyleme, hem de rakı filan deyip durma bu iki oturan Nurcudur bak” dedi. Adam kibirle kapıya yaslanıp bize “içki içmek haram mıdır?” dedi. Ben “haramdır” dedim. “Oku âyetini” diyerek güyâ bizi köşeye sıkıştırmak istedi. Kadire döndüm “Mâide sûresindeki âyeti okuyuver” dedim. Kadir Tire Kur’an kursunda okuyordu, âyeti okuyuverdi. Adam “içki bana yarıyor, içki içince kilo alıyorum” dedi. Ben de kibirli adama “içki sana yarayabilir, ama Müslümana yaramaz, Müslümana haramdır, sana yarayabilir” dedim. “Ben Müslüman değil miyim” dedi. “Ben sana Müslüman değilsin demedim, içki Müslümana haramdır, sana yarıyormuş, ben sana yaramaz demiyorum müslümana yaramaz” deyince kızmaya başladı.

“Ne kızıyorsun, karakoldayız diye tamam ağabey senin dediğin gibi olsun dememizi mi bekliyorsun bizden, bize inanmıyorsan çık sokağa bir müslümana sor bakalım, içki haramdır diyecektir sana.” Resmî polis araya girdi “onlar nereli sorsana bir, onlar Karabıyığın memleketi İzmirli” dedi. Az evvel İzmir’den avanak çıkmaz” derken şimdi bize sâhip çıkmaya başlamıştı. “Sülâlenize cevap verir İzmirliler” dedi. Biz sonradan öğrendik sonradan gelen o adam Akşam Gazetesi muhâbiri imiş, müjde dediği de o bizi getiren polisin komiserlik terfisi gelmiş... 

O kadar çok mu yâhu Ankara’da Nurcu?

Velhâsıl komiser geldi, bizi odasına çağırdılar, etrafı polis dolu. “Bunların üzerini aradınız mı? Arayın!” dedi. Yolda okumak için Cevşen almıştım, üzerimden o çıktı, içinden de Ankara’dan gelen mektup. “Oğlum bu mektubu Ankara’dan size kim gönderdi?” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “Olur mu canım insana mektup gelir de nereden geldiği bilinmez mi*” dedi. “Efendim, benim adresime bir mektup geldi, Ankara’da bir tane, iki tane, 10 tane, 100 tane Nurcu yok ki, kim bilir hangisinden geldi, ne bileyim ben” dedim. “O kadar çok mu yâhu Ankara’da Nurcu?” dedi. “Çok efendim” dedim. Baktı yumuşaklıkla olmayacak “bak seni şöyle döverim, böyle döverim” diye sertleşti.

Sonra etrafına dönüp, “bakın Nurcular hep böyledir, şimdi ben bunları mahkemeye versem, hâkime diyecek ki, hâkim bey postacı bana mektup getirmiş, almayayım mı? Hâkim diyecek ki alırsın evlâdım diyecek. Ankara’dan bir Nurcu yakalasak; sen bütün Türkiye’ye mektup göndermişsin, kim desek “Ankaralı bir kardeş”, sarı çizmeli Mehmed Ağa. Bunların evinde Risale-i Nur yakalayın, bu kitabı nereden aldın diye sor. Adres verir işte Aydından Hacı Mustafa’dan, gider oraya bir baskın yaparsın adam iki sene evvel ölmüştür, diri adam ismi vermez bunlar, kabre mi gidip soracaksın?”

“Etrafta yeni ölmüş bir Nur Talebesinin ismini verin”

Aslında dediği doğruydu, Ahmed Feyzi ağabey bize “bu kitabı kimden aldın? derlerse “etrafta yeni ölmüş bir Nur Talebesinin ismini verin” derdi. Neyse komiser bize; "sizi serbest bırakıyorum, haydi gidin” dedi. Bizi ilk getiren polislerin odasına geldik bize “ne oldu, biz sizi sevdik, mertçe dobra dobra söylediniz, yalnız usül bilmiyorsunuz, o usûlü öğreteyim” dedi. Biz burada 35 polis görevlendirildik Ankara’dan, buranın polisleri hâriç ha, sâdece Hocanın yanına gelenleri yakalamak için. Karşı kahvelerde oturuyor arkadaşlar, fakat biz sizi sevdik, yardımcı olacağız, gelin peşimden” dedi. Biz bir geceyi karakolda geçirmiş olduk.  

Kadir İncinin fedakarlığı

Bizi karakola getiren aynı polis bizi aldı doğru “Mehmed Çalışkan” ağabeyin dükkanına götürdü. “Mehmed ağabey bunlar sizden” dedi ve çekti gitti. Mehmed Çalışkan ağabey: “Hâ siz miydiniz o gelenler, akşam derste Zübeyr ağabey duymuş, “İzmir’den iki Nurcu gelmiş” diye aramış ama bulamamış sizi. Şimdi sizi ben götürsem, beni herkes tanıdığı için mahzurlu olur” dedi. “Biz Üstadın evini biliyoruz” deyince, “o zaman Üstadın evinin az ilerisinde bakırcı dükkanı olan bir kardeş var, siz ona gidin size yardımcı olsun” dedi. 

Giderken yanımdaki Kadir’e dedim “Kadir komiser bize bir daha gelirseniz diye tehdid etti, bir başka polis bizi tekrar karakola götürmek isterse ne yapalım?” diye sordum. Kadir, “Mûsa ağabey şayet böyle bir şey olursa sen suçu benim üzerime at, “ben dönecektim bu çocuk istemedi, bu çocuğu babası bana emânet etti, ben de bunu bırakıp İzmir’e dönemedim dersin. Bana öyle mi? Diye sorarlarsa ben de öyle derim. Bana bir iki tokat atarlar ben ağlayıveririm, ama seni döverlerse çok döverler” dedi. Böyle anlaştık bakırcı dükkanına gittik.

Kardeş bizi oturttu, hava soğuktu ocak-şubat ayları idi, bize çay bisküvi söyledi. Oradan bir kardeş geçiyordu, ona “Ali Osman” diye seslendi “Üstadımız şu anda ne yapıyor?” dedi. “Şu an kuşluk vakti uyuyor, Zübeyir ağabey de bir yere gitti, ben de yoğurt filan alacağım, kapıyı kapattım çıktım” dedi. Bakırcı kardeş: “Bu kardeşler İzmir’den gelmiş, Üstadı ziyaret etmek istiyorlar ne yapalım?” dedi. “Üstad ziyaretçi kabul etmiyor, ama ben Zübeyir ağabeye söylerim, Üstada söyleyemem, burada beklesinler kabul ederse haber gönderirim” dedi. Artık biz dua ede ede beklemeye başladık, ilk defa görecektik Üstadı. Yarım saat kadar sonra aynı kardeş geldi: “Üstadımız uyandı, ben Zübeyr ağabeye söyledim, O’da Üstada söyledi, Üstad “gelsinler” demiş.” Dünyalar bizim oldu, avlu kapısını geçtik kapı sürgülendi, içeri girdik. 

Üstad üç şey söyledi

Üstadımız yatıyordu, elini uzattı bana, elini öptüm “seni Zübeyr’in yerine kabul ediyorum, nerelisin?” dedi. “Üstadım Denizliliyim fakat şu anda İzmir Torbalı-Ayrancılarda oturuyorum” dedim. Kadir elini öptü “sen nerelisin?” dedi. “Ben de Konya Ermenek’tenim, fakat şu anda ben de Torbalı Ayrancılarda oturuyorum” dedi. Üstad: “Seni de Sungur’un yerine kabul ediyorum” dedi. Biz oturduk şöyle sîmasına bir baktık ondan sonra başka yere bakarak dinledik, Ahmed Feyzi ağabey bize çok tembih ederdi “şayet Üstada ziyarete giderseniz yüzüne fazla bakıp durmayın üstad rahatsız olur.” Biz “neden?” diye sorduğumuzda Ahmed Feyzi ağabey: “Ekseri bizim gözler dışarıda nâmahreme baktığı için, nâmahremlerden gelen günahlar göze sirayet eder, Üstada bakınca o Üstadı rahatsız eder” derdi. Biz de öyle yaptık başka yerlere kenarlara, hatta başının üstünde “Dost istersen Allah yeter” levhasına baktık.

Ejderhanın bel kemiği kırıldığı zaman hemen birden gebermez

Üstadımızın birinci sözü şu oldu, “Küfür ejderhasının bel kemiği kırılmıştır, artık küfür bir daha belini doğrultamaz, hiç müteessir olmayınız.”

Biz buradan gittikten sonra Âtıf Hocaya (Egemen) sormuştum, “Üstadımız böyle dedi, hâlâ kardeşleri hapse atıyorlar?” O da, “Ejderhanın bel kemiği kırıldığı zaman hemen birden gebermez böyle çırpınır, böyle kıvrıldığı zaman nurcuları içeri alır şöyle kıvrıldığı zaman dışarı bırakır, canı kesildiği zaman kalır, nurculuğun hapis işi biter” dedi. 

Üstadımızın ikinci sözü şu oldu: “Risale-i Nurun hocası Risale-i Nurdur, yâni Risale-i Nurlarda her şey vardır, başka kitaplara müracaata lüzum yoktur.”

Yoktur, ama bazı cemaatlerde birisi bir satır okur, yarım saat konuşur buna lüzum yoktur.  Meselâ Sungur ağabey ders yaparken bir mevzûyu bir kaç kitaptan bulup okuyor, biz bulamıyorsak kabahat Risale-i Nurlarda değil bizdedir. 

Üstadımızın üçüncü sözü de, “Zübeyir, bunlar buraya masraf edip gelmişler bunların yol paralarını ver” oldu. “Yok üstadım biz başka yere uğramak için gelmiştik buraya da uğradık” dedik. Yarım saat kadar kaldık yanında. Hatta hiç yapmazmış, konuşup dururken Üstad elini uzatıverdi bana. Zübeyir ağabey, “Üstad müsaade ediyor” dedi. Hemen kalktım tekrar elini öptüm, sonra Kadir öptü. “Zübeyir bunları arabaya bindir öyle gel” dedi.

1960 senelerinde öyle hemen otobüs bulmak mesele, saatlerce hatta günlerce beklemek lâzım. Fakat tam biz avlu kapısından çıktık, otobüs geliverdi, ev anayol üstündeydi zaten. Üstad mânen otobüsü gördü, konuşurken elini uzattı, bir dakika beklemeden otobüse yetiştik. Hemen Zübeyir ağabey el kaldırdı bindik ve yeniden karakola gitmeden İzmir’e döndük. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum