Bediüzzaman İslamcı mıydı siyasal İslamcı mıydı?

Bediüzzaman İslamcı mıydı? Şüphesiz. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. ‘İslamcılık ey iman edenler iman edin’ buyruğunun bir yansıması ve sırrının tezahürlerinden birisidir. Her daim tazelenmektir. Kur’an  müminler için ‘salatı ikame ederler’ diyor.  Biz buna namaz kılmak diyoruz. Kıyamı ikame etmek işte İslamcılıktır. Salih kul aynı zamanda muslih kuldur. Müslüman da zaruri olarak İslamcıdır. Özellikle de ulema ve mücedditler. İslamcılık Müslümanlığa cila ve vurgu yapmaktır. 

Bediüzzaman İslamcıdır ama siyasal İslamcı mıdır? Bunu doğrudan kabul etmek de reddetmek de doğru değildir. Tartışmalı bir alandır ve Bediüzzaman bu hususta dalgalı bir mecra seyretmiştir. Bununla birlikte hayatının bütününden anladığımız paradigmasının yani sisteminin samimiyet ve ihlas üzerine kurulu olduğudur. İhlasın dışına çıkmaz ve Risale-i Nurları İttihad-ı İslam'a bile alet etmez. Manipülatif alanda deveran eden siyasete girmez Allah rızasının dışına taşmaz. Dolayısıyla siyaset bakışı çıkar değil ihlas eksenlidir ve manipülatif değildir ve bundan dolayı aktüel ve mülevves siyasetin kulvarlarına girmez. Menfaat üzerine deveran eden siyaseti canavarlık olarak görür. Aktüel siyasetin üslubu Makyavelli bir üsluptur. 

Nazarında ittihad-ı İslam en büyük farize olmasına rağmen yine de Risale-i Nuru ona alet etmez. Burada daraltıcı ve indirgemeci olduğundan Bediüzzaman’ı siyasal İslam’a mal etmek sakıncalıdır. Zira bütüncüldür ve kuşatıcıdır, indirgemeci değildir. Ama şumulü ve dengesi içinde Bediüzzaman İslam’da siyaset olduğunu reddetmez.  Gazali ve Şah-ı Geylani fiili cihattan bahsetmezler. Bu onların fiili cihadı inkar ettiklerini anlamına gelmez. Onlar manevi cihat yaparak gerçek anlamda fiili cihadın da yolunu döşemişlerdir. Zaten Bediüzzaman aktüel siyasete mesafe koyarak siyasal İslamcı olmadığını ortaya koymuştur. Siyasal İslam’ın kusurlu olduğundan yöntemine mesafeli  dursa da hedeflerine ortaktır.  Siyaseti yerli yerine koymak kaydıyla siyasetle ilgilenmek mümkündür ve belki matluptur. Fena fissiyaset olanlar ise dengelerini yitirirler. Bediüzzaman ticaretin ve siyasetin içine cemaati sokmak istememiştir. Zira cemaat merkezli ticaret ticari İslam olur. Cemaat merkezli siyaset siyasi İslam olur. Bediüzzaman siyasetle ilişkilerinde kuralcı, seçici ve ahlakı esas alır.

Örnekler üzerinden yol alacak olursak… İran İslam cumhuriyeti tamamen siyasal İslam anlayışının ürünüdür.  Sedat ile Humeyni ifrat ve tefriti temsil ederler. Enver Sedat bazı Batılıları takliden belki de Ali Abdurrazık’ın gecikmiş bir yankısı olarak ‘İslam’da siyaset ve siyasette İslam’ olmadığını söylemiştir.  Bu bir tefrit halidir. Humeyni ise devirdiği Şah’ı karşılayan Enver Sedat’a mukabil ‘siyaset İslam’ın kendidir ve her şeyidir’ diyecektir.  Şah’ın istihbarat şefi 1963 yılında Ayetullah Humeyni ile hapiste bulunduğu sırada  görüşür ve onunla siyaset konusunda bir mutabakata varmak ister. Belki ondan Ayetulah Burecerdi’nin yolunu takip etmesini beklemektedir.  Görüşmesi sırasında siyasetin mülevves işler olduğunu ve dolayısıyla bunu kendilerine bırakmasını isteyecektir. Humeyni de ‘bizim zaten o tarz siyasetle işimiz olmaz’ diyecektir. Lakin bu pazarlıktan bir süre sonra hapisten çıkar ve akabinde hapisteki sözlerini reddedecek ve siyasi vurgusunu yapacaktır (El Hukemet el İslamiyye, s: 166,167, 168). Belki de hapisten çıkmak için Şah’a karşı takiyye prensibini kullandı.  Humeyni’yi günümüzde siyasal İslam’ın baş temsilcisi olarak görmek mümkündür. Bu da Sedat’a mukabil bir ifrat halidir ve her şeyi siyasallaştırmaktır. Sözgelimi Humeyni İslami Hükümet (Velayet-f i fakih) kitabında Hazreti Hüseyin’in kıyamını velayet-i fakih kıyamı olarak tanımlamıştır. Cafer-i Sadık hiçbir kıyama kalkışmadığı ve kalkışanları da desteklemediği halde onu da velayet-i fakihin bir rüknü ve destekçisi kabul etmiş veya öyle göstermiş ve etrafa kadılar atadığını söylemiştir.  Cafer-i Sadık’ın etrafa irşat ekipleri göndermesi ve hatta bunların bazı davaları çözmesi mümkündür. Lakin bundan yola çıkarak onun paralel bir devlet kurduğunu söyleyecek elimizde hiçbir veri yoktur.  Hazreti Hüseyin’in Mina’da halka velayet-fi fakihi telkin ettiğini söylemiştir. Bunlar elbette zorlama ifadelerdir. Bazı gulat Şiiler imamları ilahlaştırdıkları gibi Humeyni’nin doktrininde fakihleri siyasi bir üst kasta çıkarma vardır. Siyasi ifrat hali vardır. Zira, alimlerin önderliğini mutlak olarak görmektedir. İslam’da ahkam olduğunu ve dolayısıyla icra-i kurumlar da olacağını ve bunları ulemanın tedvir edeceğini söylemektedir.  Elbette ahkam vardır ve bunu uygulayacak merci ve mekanizma da olacaktır. Lakin bunların bir fakihin altında hiyerarşik bir dizilme halinde olacağını tasavvur yanlıştır. Burada gözetme, nezaret veya bütün sınıflarla birlikte ortak değerlerin ikamesini savunmak yerine ulemanın mutlak otoritesi savunmak hatalıdır.  İdeal ararken adaleti ihlal etmeyelim.  Sonra ulemanın en yetkinini hangi kriter veya hangi kurul tayin edecek?  Sözgelimi Ali Hamaney hangi kritere göre en yetkin olmuştur?

Humeyni aynı kitabında İmamların öğretilerinin veya talimatlarının Kur’an öğretileri gibi olduğunu savunmuştur. Emr-i bil’l marufu İslam’a çağrı olarak değerlendirmiştir. Halbuki, iltizama yani bağlılığa teşvik ve çağrıdır.  Ve bunu denetleme mekanizmasıdır. Bazen tebliğ emri bi’l maruf yerine veya emri bi’l maruf tebliğ yerine de kullanılabilir. Lakin temel olan ilk söylediğimizdir.  Mirza Şirazi’nin tönbeki tekeline karşı çıkmasını da yine velayet-i fakih doktrini ile izah etmiştir. Ulemanın her türlü irşat ve rehberlik yetki ve görevini  icra-i otorite olarak tanımlamıştır. Bu kabulü mümkün olmayan bir husustur. Velayet-i fakih doktrinin resmi olmayan ulemaya böyle bir hak verilmekte midir? 

Siyasi meslekte Humeyni ifratı Bediüzzaman ise itidali temsil etmektedir. Bu arada tefriti de temsil edenler vardır. Bunlar İslam’da siyaseti tümden reddedenlerdir. Ali Abduzzerazık ve günümüzde Muhammed Cabir el Ensari gibiler bunlara misal olarak verilebilir. Humeyni, Hükümet-i İslamiye kitabında İslam’ın tümünün siyaset olduğu görüşündedir. (El Hukumetü’l İslamiyye, s: Müessesetü Tanzim ve Neşr Turasi’l İmam el Humeyni-Eş Şuun ed Devliyye, Tahran, S.168). Bediüzzaman Divan-ı Harbi Örfi’de ise tam aksini söyler: “Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler…”

Ayetullah Humeyni tamamen siyaset canibinden baktığından dolayı İslam dünyasıyla dengeli ilişkiler kuramamış, geliştirememiş ve yaptığı devrim İslam dünyasına yük olmuştur. Durulacağı yerde dalgalanmıştır. Batı ile ilişkilerine de bu keskin anlayış hakim olduğundan dolayı Bediüzzaman gibi ‘bir gün gelir İngiliz ve Amerikalılar da ittihad-ı İslam’a taraftar olur’ diye düşünmez.  Onun öyle bir kaygusu yoktur ve ne doğu ne de Batı demesine rağmen baştan beri Çin ve Rus eksenine daha yakın durmuştur. Şayet Mehdi Bezirgan ve İbrahim Yezdi çizgisini takip edebilseydi ve siyaseti ulemanın tekeline almak yerine meseleye hayatın akışına göre daha dengeli bakabilseydi muhakkak ki Bediüzzaman’ın tarif ettiği çizgiye ulaşmış veya yaklaşmış olurdu.  Ama velayet-f fakih bir zorlama olarak İran halkına dayatılmıştır. El hasıl, Humeyni  çizgisi mahz- siyasi hilafettir. Şiiliği yeniden siyaset sikkesine sokmuştur. Hem de boğazına kadar.

Konumuz elbette bu değil. Üç tarzı medrese olduğu gibi üç tarzı siyaset anlayışı da var.  Her şeyi siyaset gören, her şeyde siyaseti inkar edenler ile siyasete bütün ve bütünlük içinde bakabilen üç yaklaşım tarzı var. Merhum Prof. Ferid Ensari Arap aleminde Bediüzzaman’ın siyasi bakışını izah ve analiz eden alimler arasındaydı.  ‘El Beyan ed Daavi ve Zahiretü’t tadahham es siyasi’ kitabında bu konuyu işlemiştir.  Siyasi alanın diğer alanlara baskın çıktığını ve dengenin tutturulamadığını ifade etmektedir.

Netice itibarıyla, bütün mücedditler İslamcıydı. Bediüzzaman’ın siyaset anlayışı Gazali, Geylani ve İmam Rabbani’nin yaklaşımına benzer.  Doğrudan siyaset yerine siyasi kurumları da irşat etmeyi esas alır. Yine de İslamcılık içtihadi bir şeydir. Hata ve sevap hanesi açıktır. Dokuzuncu yüzyıl müceddidi Suyuti’nin dünyayı düz algılaması veya İmam Rabbani’nin hendeseyi felsefe sınıfına sokması gibi hususlar mücedditlerin genel misyonuna zarar vermez. Nihayetinde onlar da beşerdir. Bu hususta toptancı ve kompleksli olmaya gerek yok.

İslamcılık geçmişten günümüze tecdit çizgisinin öteki adıdır. Tecdidin eş anlamıdır. Salih kul olmak muslih olmayı da gerektirir. Topluma karşı vazifesini yapmayan salih olamaz. Salih ile muslihin farkı şudur:  Salihin ilgisi fert ile sınırlıdır. Muslihin ki ise geçişlidir. Peki! Bediüzzaman herkes kendi şahsi kemalatı için mi uğraşsın diyor yoksa piramit şeklinde fert, aile, cemiyetin dirilişiyle de ilgilenelim mi diyor? Bediüzzaman İslamcı olmasaydı şahsi kemalatıyla ilgilenir ve köşesine çekilirdi.  Köşesine çekilmiş ama halktan kopmamıştır. Aksi olsaydı, toplum ve cemiyet ve ittihad-ı İslam hatta beşere pişdarlıkla asla ilgilenmezdi. Bediüzzaman rüyası olan bir İslamcıydı.  Zaten rüyası olmayan İslamcı olamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
9 Yorum