Bedenin aidiyeti ve emanet bilinci

Kız kardeşinin delaletiyle Müslüman olan ve huzuru risalet-penahiye gelen Adiyy bin Hatem, Mescid-i Nebevi’de duyduğu Tevbe Suresinin 31'nci ayetinde yer alan "Onlar, Allah'tan başka bilginlerini ve rahiplerini de kendilerine Rab edindiler” ifadelerini merak etmiş ve neden Hristiyan ve Yahudilerin Allah'ın dışında din adamlarını rab edindiğini sorunca Hazreti Peygamberin (asm) cevabı şöyle olmuştur: "Allah'ın haram saydığını helal, helal saydığını haram sayarlar. Yasama hakkını uhdelerine alırlar, geçirirler." 

Ömer Süleyman Aşkar'ın ifade ettiği gibi hakiki anlamda yasa vazeden ve kanun koyan tek mercii Cenab-ı Hak’tır. Ötekiler mecazen ya da mukayyet olarak; asaleten değil vekaleten yasa vazedebilirler. Vahiy ve semadan bağımsız asaleten, müstakil olarak yasa koyucular ise Allah’ın işine karışmış ve alanına girmiş oluyorlar. İnsan veya beşere hukuk alanında bırakılan alan akıl ve içtihat yoluyla kanunların açılımını yapmak ve vazedilen hükümlerin keyfiyetini ve künhüne  anlamaya çalışmaktır. Adiyy Bin Hatem meselesinde de anlaşıldığı gibi yasama alanı Allah’a ait bir rububiyet alanıdır.

İnsan, davranışlarıyla geçici olarak başına buyruk veya serkeş hareket edebilir, yaşayabilir. Lakin insanın ömrü ve kapasitesi sınırlıdır. Bu sınır dolduğunda Allah’a döndürülecektir. Yaptıklarından hesaba çekilecektir. Başına buyruk hareket edenler veya bedeni kullanma kılavuzu olan şeriat ve Allah’ın yasalarından uzak, bağımsız yaşayanlar Allah ile buluşmayı istemeyeceklerdir. Halbuki, buluşma ve hesaplaşma kaçınılmazdır. Dolayısıyla hikmet dünyası olan bu dünyada muvakkaten ve sınırlı olarak müstakil olarak yani başına buyruk ve serkeş olarak yaşamak mümkündür. Lakin bu imkan alanı bile bir varsayıma dayalıdır. İstenilen oranda gerçekleşmeyebilir. Bunun da hesabı var. Denildiği gibi helalin hesabı haramın azabı var. Allah ile buluşmayı isteyenler ise onun bedeni kullanma kılavuzu olan gök yasalarına riayet ederler. Bu açıdan insan ve davranışları mukayyettir. İnsan kendisini bağımsız sandığı alanda bile mukayyettir. Ama bu takyit ya da sınırlama zorunluluk (kerhen) tahtındadır, insan istese bile bunun çeperlerini aşamaz. İşinin rast gitmesine ‘tevfik’ rast gitmemesine de ‘hizlan’ diyoruz. Bu açıdan icabet düzeyi de art ve eksi düzeyindedir. Tav’an yani ihtiyari düzeyde Allah’ın buyruklarına ram olan insan ecrini, kerhen düzeydeki ötekisi de ceremesini çekecektir.

Allah’ın arzında beşer onun yerine kanun koyma yetkisine sahip olmasa da iddiasındadır.  Beden de yine Allah’ın arzlarından biridir ve kanun koyma hususunda olduğu gibi bedeni kullanma konusunda da beşer Allah’ın kurallarına riayetle yükümlüdür. Ama o bazen buna karşı çıkıyor. Bazı kadınlar ‘bedenim bana aittir ve istediğim gibi kullanırım’ anlayışındalar.  ‘İstediğimle düşer kalkarım’ mealinde sözler söylüyorlar. Ontolojik düzeyde sünnetullah var bu yasalara tabiat kanunları da diyorlar. Bir de fıtrat yasaları var ki, insan bu yasalarla mukayyet olmalıdır. Fıtrat yasaları da vahiyle belirlenmiş, korunmuştur. Fıtrat kanunları bedeninle ve insanlarla ve ötesinde tabiatla ilişkilerinin keyfiyetini düzenler. Buna göre öldürmeyeceksin,  çalmayacaksın, zina etmeyeceksin. Lakin bugün özellikle bazı kadınlar ‘bedenim bana aittir ve istediğim gibi kullanırım’ diyorlar. Bu da ‘zina veya gayri meşru beraberlik hakkını’ doğurmaktadır. Bedenin kendisine ait olduğu yönündeki bu iddia teorik zeminde sınırlı olarak doğrudur. Allah’ın izin verdiği ölçüde ve doğrultuda bunu kullanabilirsin. Lakin yine de sonuçlarından sorumlusun. Sonuçlarına katlanmak kaydıyla Allah’ın sana tanıdığı, bıraktığı cüz-i irade ve ihtiyar alanında tasarrufta bulunabilirsin.

Bedenim bana ait diyenler erkek egemenliğini (kavvamiyet) reddediyorlar. ‘Ben kimseye emanet değilim, belki varlığım bana emanettir’ diyorlar. Halbuki İslam skala biçiminde herkesin birbirinden sorumlu olduğu, kolektif veya zincirleme emanet düzeyinden bahsediyor. Belki kadına göre erkeğin emaneti yüklenme alanı biraz daha geniş olabilir. Kadının emanet alanı da ötekine göre biraz daraltılmış olabilir. Lakin kadın da hem kendi emanetini hem de kendi sorumluluğuna bırakılanların emanetini yüklenmekte ve taşımaktadır. Hadiste ‘küllukum rain kullukum mes’ulun an raiyyetihi’ denilmektedir. Yani herkes kendi düzeyinde ve sorumluluk alanında emaneti omuzlamaktadır. Kapsama alanındakilerden sorumludur. Kadın bundan muaf değildir belki eşi de olmak üzere çocuklarından ve genel olarak ailesinden sorumludur.

Ontolojik emaneti kadın ve erkek yani insan birlikte omuzlamış, yüklenmiştir. Nitekim ayetlerin anlamlarından çıkardığımız kadarıyla, ‘Biz dağlara taşlara emaneti arz ettik ama bunu taşmaktan kaçındılar, imtina ettiler. İnsanoğlu emaneti yüklendi’ denilmektedir. Bu emaneti erkek tek başına yüklenmemiştir. İnsanoğlu olarak zincirleme yüklenmiştir. Bedenim sadece bana ait diyen bazı aklı evvel kadınlar yine bazı erkeklerin kadına karşı şiddet uygulamasını ‘erkek terörü’ olarak adlandırıyor. Basın da bu erkek terörü deyimini yaygınlaştırmak suretiyle gerçek anlamda bir sözel terör eylemi işliyor. Bir millet fail olamayacağı gibi bir cins de yani kadın veya erkek kümeleri de cani olamaz. Suçun şahsiliği esastır. Suçun cinselliğinin esas olduğunu ilk defa bugün sorumsuz ve pervasız basın sayesinde öğreniyoruz. Kimse de buna dur demiyor. İnsan terörü, İslam terörü olmadığı gibi erkek terörü de yoktur. Aksi takdirde bu genler üzerinden Adem Aleyhisselama kadar uzanır. Dolayısıyla emaneti erkeğe yüklemek kadar suçu veya terörü de erkeğe hasretmek ifadeleri yerli yerinden koparmak ve dolayısıyla terminolojik bir zulümdür.

Dindar göründükleri halde ‘bedenim benimdir’ diyenlerin semanın yasalarından haberi yoktur. Zina fiilini karşılıklı rızaya göre değerlendiren bir yasa bu mantığı yansıtmaktadır. Yani bedenler sahiplerine aittir ve istedikleri gibi kullanırlar. Ötekine berikine peşkeş çekebilirler. İslam ve Musevilik gibi vahye müstenit ve dayanan şeriatlar zinayı topluca cezalandırmayı esas almıştır.  Toplumsal bir cezalandırma yöntemini esas almıştır. Nedeni Ali Şeriati’nin dediği gibi bu cürüm aynı zamanda topluma karşı işlenmiştir ve mücahare (aşikarlık) halinde cezasını da toplum farzı- kifaye kabilinden icra eder. Ömer Süleyman Aşkar da zinanın sadece topluma karşı değil yasamanın sahibi Allah’a karşı da işlenmiş olduğunu ifade etmektedir. Zira şarii hakim bunu yasaklamıştır. Semadan kopuk modern yasama ise insan bedenini sahiplerine tevdi etmekte ve dolayısıyla rızaya dayalı zinayı iradelerine bırakmaktadır. Zinanın ortak evde yapılması ise kısmen ahlaka veya örfe mugayir sayılmaktadır.

Toplumun zina fiilini cezalandırması bu fiilde toplumsal bir suç olduğunu gösterir. Neden? Zira zina fiili toplumu çürüten bir mecra açmaktadır toplum da cezalandırılmasına katılarak buna dur demektedir. Caydırıcı bir müeyyideye katılmaktadır.

Önlemler tahrik olunca

Yanlış tedavi nasıl ki vücutta arızalar meydana getirecekse yanlış hukuk da toplumun huzurunu kaçıracak ve savrulmalara neden olacaktır. Varlığını yaratan insan için hangi davranış kalıbının uygun hangisinin uygun olmadığını daha iyi bilecek ve ona göre yasama vazedecektir. Osmanlı’nın son dönemlerinde veya İngiliz işgaliyle birlikte Mısır gayri İslami ceza yasalarıyla tanışacaktır. İngilizlerden devşirilen bu yasalar reaksiyon, aksü’l amel meydana getirecek ve cürüm ve suçlar daha da kabaracak ve artacaktır. İngiliz yasaların Mısır’daki tatbikatı kargaşa ortamını artıracak, suçların ve cinayetlerin tavan yapmasını beraberinde getirecektir. (1)

Dolayısıyla bu suni önlemler çözümü değil sorunu derinleştirmektedir. Önlemler veya müeyyideler tahrik haline gelmektedir.

Mısır’da yaşananlar birebir ülkemizde de tekrarlanmaktadır. Batı kanunlarından mülhem veya birebir kopyalanmış bu yasalar ve zihniyeti sayesinde toplum hayatı altüst olmuştur. Bir kesim ki -bazı kadınlar- erkekleri terör estirmekle suçluyorlar. Halbuki burada kanun koyucu toplum arasına, aile bireyleri arasına destursuz bir vaziyette girerek yaraları kaşımış ve azdırmıştır. Burada toplum üzerinde önce devletin müdahale sınırlarını belirlemek gerekiyor. Sözgelimi, ABD’de liberalizm akımıyla devletin bu müdahaleci eğilimine ket ve gem vurulmuştur. Bu nedenle de ülkemizdeki bazı yasalar kadını korumak bir yana kadın cinayetlerini daha da azmettirmiş, azdırmıştır. Zira önlemleri erkek açısından tahrik yerine geçmiştir.

Boşanma, nafaka gibi medeni hukukta yanlış vazedilen yasaların, açtığı rahneler ve doğurduğu kötü sonuçlar gözle görülür hale gelmiş ve somutlaşmıştır. Kadın lobilerinin inadı yüzünden bu yanlıştan da dönülememektedir. Bu nedenle mesele akut hale gelmiş ve çözümü zorlaşmıştır,  

Gazetelere aksettiği kadarıyla bu toplumsal kargaşa ortamında Kasım ayında (2019) 39 kadın öldürülmüştür. (2) Kadın bu zihniyetle korunamaz. Emanetleşme bilincini artırdıkça kadın da erkek de hem diğeri ve toplum için rahmet ve şefkat vesilesi, timsali olacak, kendisi için olduğu kadar başkaları için de yaşayacak ve gerektiğinde ideal değerler adına kendini feda edecektir. Toplumlar dayanışma ve fedakarlık kültürü üzerine yükselirler. Enaniyet ve bencillik aileden başlayarak toplumların ve medeniyetlerin kurdu haline gelir.

Bu dünyada emanet olarak yaşıyoruz, bırakın bu emanetin gereğini yapalım. Özümüze ve ruhumuza geri dönerek kendimizi ve çevremizi saadet halkalarıyla donatalım.

1- Eş Şeriatü’l İlahiyye, Prof. Dr. Ömer Süleyman Aşkar, Daru’s Selam, S. 73-80
2-Hürriyet gazetesi,  4 Aralık 2019,  Kasım ayında 39 kadın öldürüldü

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum