Ayasofya açılabilir mi?

Büyük insanların istedikleri sıradan istekler değildir. Sözleri de sıradan sözler değildir. Eğer sıradan öylesine söylenmiş sözler olarak algılarsak hiçbir şey anlayamayız. Dolayısıyla Bediüzzaman hazretlerinin siyasetten istediği üç isteğini de kesinlikle sıradan istekler olarak görmemeliyiz.

Zaten böyle gördüğümüz içindir ki; Ayasofya’yı bir türlü anlayamıyorduk. Neden Ayasofya bu kadar önemlidir?

Aslında Bediüzzaman’ın bu üç isteği çağın şifreleridir. Ezan; şekildir, görüntüdür, semboldür, anatomidir, beldelerin ayrışmasıdır. Risale-i Nur; fizyolojidir, felsefedir, yaşam şeklidir. Kur’an ve hadisin bu çağa göre adaptasyonu ve sosyolojisidir. Ayasofya ise aksiyondur, bağımsızlıktır, küresel güç olmaktır. Dış siyasettir. İslam’ın âli siyasetinin tekrar ihyasıdır. Yeniden bir fetihtir.

Şu görüntüde Türkiye’de istediğin kadar güçlü iktidarlar oluşturun, istediğiniz kadar zengin olun Ayasofya’yı açamazsınız. Zira Ayasofya’nın anahtarı Bediüzzaman’ın diğer iki isteğinde gizlidir.
Önce beldeyi tekrar fethet. Ondan önce halkı fethet. Bununda sırrı taa İstanbul’un fethinden önceki Fatih’in çağında saklıdır. Önce o anı tanımak lazım. O çağın ordusunu, milletini, esnafını, anlayışını tanımak lazım.

Hani sultan Mehmet han, bir gün tebdili kıyafet eder pazara gider ya…
Bir esnaftan ürün alır ikincisini sorar.
Esnaf;
“Beyim Allah’a şükür ben siftahımı yaptım. Sen bu ürününü yandaki komşumdan yap o daha henüz siftahını yapmamıştır.”
Böylece Sultan alacaklarını alana kadar bütün çarşıyı dolaşır bütün esnaflardan alış veriş yapar.
İşte o zaman çarşıdan çıkınca derki; “Ey İstanbul artık seni fethedebilirim. Arkamda bu millet olunca kimse beni durduramaz.” Ne zaman ki o millet sükût etti, Ayasofya karanlığa gümüldü.

İşte Bediüzzaman’ın formülasyonu da böyle bir milleti ihya etmektir.
Bu millet önce Müslüman olduğunu anlayacak (Ezan), sonra imanını pekiştirecek, (Risale-i Nur) sonra ayağa kalkacaktır (Ayasofya).

***

Ayasofya’nın şifreleri karmaşıktır.
Hani masallarımızda çok güçlü bir devden bahsederlerdi.
O devi kimse yenemezdi. Ordular ayaklanır, devletler çullanır ama bir türlü yenemezlerdi.
Ta ki bir kadın ona sokulana kadar... Kadın sevmediği halde seviyormuş gibi yapıp, onun sırlarına vakıf olmaya çalışır.
Kadın, bir fırsatını bulup devin zayıf taraflarını öğrenmeye çalışır.
“Sen nasıl yenilebilirsin” diye sorar.
Dev o kadar inanmış ki hemen sırrını verir.
“Beni tek bir şartla yenebilirler; Atımın kuyruğundan uzun bir kıl koparacaksın, sonra o kılla her iki elimin başparmağını birbirine bağlayacaksın, işte o zaman bütün gücüm eksilir ve beni yakalayabilirsin.”

Eh kadın bu; hemen deneme maksadıyla devin rızası doğrultusunda hareket edip atın kuyruğundaki kılı koparıp parmaklarını bağlar. Bakar ki hakikaten dev hareket edemiyor.
Hemen mağaranın arka bölümünde saklanan adamlarını çağırır ve devi yakalatıp zindana attırır.

Teşbihte hata olmasın; batı için Osmanlı bir devdi. Asla yenilmiyordu. Birinci cihan harbinde yere yıktıkları halde bir türlü esir edemiyorlardı. İstanbul’u işgal ettiler olmadı. Yedi düvel birleşip Anadolu’yu talan ettiler yine olmadı. Aç, susuz, sefil bıraktılar yine olmadı.

Nihayet şu formülü buldular; manevi değerlerini ortadan kaldırmak.
Zira Müslüman yağ gibidir. Bozuldu mu zehir olur. Kendi kendini de zehirler.
Böylece manevi değerler katledilmeye başlanınca toplum da zehirlenmeye başladı.
Her şey batının ve dahi küresel güçlerin istediği gibi cereyan etmektedir.
Lakin bu halinde bir perde geresi vardır.
Kadim Türk devlet karakterinin apayrı bir hesabı olduğu gibi, muradı İlahinin de ayrı bir hesabı vardır.

***

Sakarya meydan muharebesi öncesidir.
Mareşal Fevzi Çakmak komutasında bütün ordunun komutanları toplanmıştır.
Nasıl bir savaş taktiği uygulanacak diye…
Fevzi paşa; sadece saldırıyı, yani hücumu anlatır.
Ya hep ya hiç…
Komutanlar sorar:
“B planımız yok mu? Ya kaybedersek geri çekilmek yok mu?”
“Yok!”
Cevap buz gibidir. Herkes buz kesilmiştir.
“Nasıl olur?”
Fevzi Paşa;
“Geride bir bölük bıraktım. Eğer kaybedersek bütün kadınlarımızı ve çocuklarımızı Zağanos dağına çeksinler diye. Zağanos dağında bu millet gerilla savaşına girecek. Yüz sene bu şekilde devam edilecek. Ta ki yüz sene sonra tekrar çoğalıp vatanımızı ele geçirecekler. Eğer buna plan diyorsanız bu B planımızdır.”

Bütün komutanlar ağlamaya başlar.
“Demek bu kadar kötü ha!”
Ve tabi tek çaresi kazanmak olan bir orduyu kim durdurabilir ki…
Nitekim o savaş kazanılır.
Anadolu baştan aşağıya yedi düvelden temizlenir.
Lakin ne devlette, ne de millete takat kalmamıştır.
Devlet zahiri bir esareti kabul etmemişti ama dolaylı bir esarete razı olmak zorunda kalmıştı.
Zira kadere verdirilen fetva gereği küffar her haliyle hükmetmektedir. Kültürel olarak hükmetmekte, teknolojik olarak hükmetmekte, psikolojik olarak hükmetmektedir.
Dolayısıyla, Küffarı ürkütecek her hareketten kaçınılmaya başlandı.

Lozan imzalandı, kanunlar batıdan getirtildi, kıble Londra’ya çevrildi, ezan değiştirildi, bazı camiler kapatıldı ve Ayasofya’ya zincir vuruldu.
Muradı ilahi de bu yünden cereyan ediyordu: Zira Osmanlı son dönemlerinde batı medeniyetine ahmakane bir hayranlık duymasıyla sahip olduğu Cihanşümul Kur’an değerlerini incitti.
Yani adeta batının hazır medeniyetini Kur’an medeniyetinden üstün gördü.
Bu da Kur’an’ın nurunun gizlenmesine vesile oldu.
Kader hükmünü bu yönde icra edince, yeni ve tehlikeli bir handikap ortaya çıktı;
Eğer Osmanlı o haliyle galip gelse ve eskisi gibi küresel bir güç olarak devam etseydi, batının o kokmuş tefessüh etmiş batıl düsturlarını İslam âlemine kendi eliyle şırınga edecekti.
Bu da insanlığın sonu demekti.

***

Toparlarsak:
Ortada yüzyıldır geri çekilen bir devlet vardır.
Nerdeyse darülharbe benzetilen bir vatan vardır.
Bir de yüzyıldır zehirlenen bir millet vardır.
Bu devlet gelişimini tamamlamaya başlayınca vatana hükmedecektir. Ve küresel güç olmaya başlayacaktır.
Nitekim “Dünya beşten büyüktür” demeye de başladı.
Eğer bu şartlarda hükmetmeye çalışırsa başaramayacaktır.
Öyle ise başarmanın formülü bu üç istekte gizlidir.
Üçünü peş peşe gerçekleştirirseniz küresel güç olmak için her şey hazır olacaktır.
Vesselam.
Not: Mehmet Görmez hocanın gidişi ile Ayasofya’yı yan yana getirin size bir şeyler fısıldayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum