Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Atatürk'ü sevmemek suç mu?

Cemiyet bir cinnet sarâsı içinde... Hergün patlak veren binlerce hâdisenin girdabları içinde sürüklenip duruyoruz. Bizim için hayat memat meselesi olan çırpınışlar, kıyada seyredenler için eğlence vesilesi. Evet, delilerle eğlenmenin iç sızlatan bir tarafı olsa bile, gülümsemekten de kendinizi alamazsınız. Dünyanın herhangi bir yerinde düpedüz cinnet alâmeti olacak meseleler, bizde ölüm kalım savaşlarına sebep oluyor. Son misâl hepsinin üzerine tüy diken cinsinden...

Teke Tek programında Fâtih Altaylı, dehâsının bütün imkânlarını zorlayan bir zekâvetle karşısındaki hanımefendiye soruyor:

“Atatürk’ü seviyor musun?”

Nuray Cânân Bezirgan tedirgin ve mütereddid, bu ahlâksızca suale cevap veriyor:

“Atatürkü sevmeme hakkı var mı? Başıma bir iş gelmeyecekse, ben sevmiyorum.”

Yalnız başına Kemâlist cepheye kıyamet senaryoları yazdırtacak bu sıradan cevab Altaylı’nın usta gazetecilik hırsını tatmin etmediğinden avına öldürücü bir pençe daha atıyor:

“Peki bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen bir adamı niye Humeyni kadar sevmiyorsun. Bunu merak ettim. Eğer Atatürk olmasaydı burada belki de İngilizler vardı, Fransızlar vardı.”

Başörtüsü sebebiyle memleketinde tahsiline devâm imkânı bulamadığından eğitimini Avrupa’da tamamlayıp yedi yıl zarfında büyük çapta medenî dünyânın ölçülerine intibak eden Cânân Hanım, karşısındaki tehlikenin ya farkında değil, ya da ne olacaksa olsun bezginliği içinde karşı koyuyor:

“Yani İngilizler olsaydı benim haklarım daha geniş olacaktı. Zaten mesele bu yani. İnsanlar bana Atatürkçülük adına zulmediyorlarsa benden Atatürk’ü sevmemi bekleyemezsiniz.”

Detayları Türk basınının sayfalarında çarşaf çarşaf yer alan bu mülâkat ve tenkîdâtını buraya taşımak abesle iştigal, nirengi noktaları takdim ettik.

Öncelikle hakkı teslim edelim ki, dünyanın hiç bir ülkesinde, herhangi bir insanı sevmemek suç olamaz, bizde de değildir. İçtimâî hayata düşünce ve icraatlarıyle tesir ve hükmetmiş insanları bekleyen tek mazhariyet alkışlanmak değildir: Kabul ile red, siyam kardeşler gibi, karşısına dikilir. Kabulün tezâhürü sevmek, reddin şe’ni bigânelik veya sevmemektir, daha ileri adımı nefrettir. Bir insanı sevmemek suç olsa, yer yüzünde suçsuz insan kalmaz. Bu abesi tartışma mecburiyetinde kalmaktan duyduğumuz hicaba sebebiyet verenler utansın.

Mustafa Kemâl, târih’in en köklü ve hayatî inkılâblarından birisine imza atmış bir isim. Bin yıllık Türk târihini bütün değerleriyle ademe mahkûm eden bu inkılâbı ister avuçlarınızı patlatırcasına alkışlar, ister haysiyetlice reddedersiniz. Ben reddediyorum... Bu reddi düşünce zemininde yasaklamaya kalkışmak, akla düşmanlıktır. Sadece akla mı? İnsanî olan her şeye düşmanlık: Hayat, akıl, iz‘an, hürriyet ve diğerlerine...

Ellili yıllarda menşei çok şüpheli bâzı tertiplerle Mustafa Kemâle yönelen hakaratleri önlemek kastıyla Demokrat iktidarı bir kanân çıkarır: Atatürk’ü Koruma kanûnu, 5816 nolu kanûn... Mecliste şiddetli tartışmalar yaşanır. Endişelerin merkezî noktasını kanûnun tahkiri değil, tenkid hürriyetini de ortadan kaldıracağı hususu teşkil eder. Endişeleri telâfi için zavallı Menderes çok dil döker, ona göre, kanûnun maksadı sadece tahkiri engellemektir, tenkidi değil. Ne var ki, endişe sahipleri haklı çıkar: 5816 nolu kanun muazzam bir tabuya vücud verir... Devletçi, Kemâlist Türk yargısı bahis mevzuu kanunu gerektiğinde “Mustafa Kemal’in gözlerinin üstünde kaşları vardı” diyenleri bile hesaba çekmekte ve zindanlara atmakta kullandı, kullanmakta berdevam...

Zerre mikdar şuur ve insaf kırıntısı taşıyan herkesin maksadının, tahkiri men olduğundan hemfikir olacağı meşhur kanûn şöyle:

“Yayın : Resmi Gazete

“Yayım Tarihi ve Sayısı : 31/07/1951 - 7872

“Numarası : 5816

“Madde 1- Atatürk'ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

“Atatürk'ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk'ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Yukarıki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.

“Madde 2- Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumî veya umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunulacak ceza yarı nispetinde artırılır.

“Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa verilecek ceza bir misli artırılır.

“Madde 3- Bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re'sen takibat yapılır.

“Madde 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

“Madde 5- Bu Kanunu Adalet Bakanı yürütür.”

Atatürk diye isimlendirilmiş bir ismi, Türk milletinden gelebilecek tahkirlere karşı korumak kastıyla bile olsa, kişiye münhasır bu kanûn, haysiyet kırıcıdır ve kanûnun kendisi Mustafa Kemâl’i, mefhum-u muhalifiyle tahkir etmektedir. Zirâ bu kanûnun sebebiyet verdiği zehâba göre, Mustafa Kemâl’in cezbettiği tahkirâtın def’i ancak kanûn ile kabildir. Mustafa Kemâl’i millet nezdinde hakaret edilecek mevkide gösteren bu kanûnu reddetmek, herkesten çok, ehibbasının işi olmalı değil mi?

Basında yer alan gürültülü haberlere bakılırsa, tahkiri men kastıyla çıkarılmış bu kanâna istinaden, tarafsızlığını en üst merciden başlayarak bütünle kaybetmiş yargı, harekete geçmiş ve Cânân Hanım için inceleme başlatmış. Besbelli sevmemeyi de hakaret olarak değerlendiriyorlar... Öyle ya, mâdem ki kanun var, seveceksiniz!.. Akılama mukayyed ol Rabb’im, uçup gitmek üzere...

Cânân Hanım, Altaylı’ya cevab verirken bir şerh düşüyor, cevabı şarta bağlı:
“Atatürkü sevmeme hakkı var mı? Başıma bir iş gelmeyecekse ben sevmiyorum.” diyor.

Bü ürkek cevaba sebebiyet veren Altaylı’ya düşen, haysiyetli her insan gibi, mağduresinin haklarına sahib çıkıp müdafaa etmek olmalı. Buyur usta gazeteci, mert adam! İşte sana Zola olma fırsatı, işte sana târihe geçme imkânı. Cânân Hanımı hayatın pahasına müdafaaya var mısın?

Bu genç hanımefendinin ikinci cevabını mandacılık diye amme efkârına takdim eden haysiyetsiz bir cenah Türk basını, mağdurenin kastının “İngiliz işgalinin bile insan hak ve hürriyetlerinin yaşanması noktasından bundan daha ağır bir iklimi meydana getirmeyeceğini” ifâde etmek olduğunu anlamazlıktan geliyor... Yüz kızartıcı bu aydın-gazataci korosu hep bir ağızdan bağırıyor: “İngiliz mandacılığı istiyooooor!.”

Bugünün Türkiyesi, inançlarını yaşamak isteyenler için cehennemî bir zemindir. Bu şartları Mustafa Kemâl’i kullanarak tahkim ve idâme etmek isteyenlerin, mazlumlarına Altaylı’nın suali kabilinden sual sormaları, fiili tecavüzlerini aşan bir zulümdür. Hem Kemâlist ideoloji ile inanlara vatanlarını dar edeceksiniz, hem de dönüp “Atatürk’ü seviyor musunuz?” diye soracaksınız... Alçaklık bu... Kuvvete dayanan bir alçaklık... Şimdilerde gözde kuvvet yargı, AYM’nin son kararıyla milletin meşruiyetini reddettiği yargı... Bu yargının müsbet veya menfi hiç bir kararı artık makbul değildir, hukukan yok hükmünde... Kendi hesabıma, yargı tepe noktasından başlayarak yekvücud halde milletten özür dilemeden, meşruiyetini kabul etmeyecek, âdil olduğuna inanmayacağım. İnanmama hürriyetimden vazgeçmemem sebebiyle sehba kuracaklarsa ameleliğini yapmaya hazırım. Devletin kahredici gücüne karşı ferdi korumak mükellefiyetiyle şereflenen yargıyı, doğru yerde durmaya dâvet ediyorum: Yerin devletin safı değil, ferdin yanıdır... Devletin gücü karşısında ferdi korumuyan yargı, yargı değildir.
 
[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.