Anneciğimin buzdolabı

Hiçbir şey bozulmazdı annemin buzdolabında.

Meyve ve sebzeleri eve getirir getirmez (babam dükkanı bırakıp gidemediğinden pazara annem giderdi) itina ile seçer, yumuşakları ön tarafa veya kaba koyacak ise kabın üst tarafına; sertleri ise arkaya veya altlara yerleştirirdi annem.

Ezik olan domatesleri ayrı koyar yemeklere doğrardı.

Hiçbir şey çürüyüp atılmazdı anneciğimin buzdolabında.

Bizim çürük deyip attığımız meyveleri ekseriyetle yerdi annem.

Bir meyvenin yarısından fazla kısmı bile yenemeyecek kadar çürük olsa bıçakla çürük kısımları ayırır azıcık bir sağlam kısmı da olsa onu kurtarırdı.

Aylardır bu konu zihnimde dönüyor, âdeta “beni yaz” diyordu. İlk ve son cümle kendini göstermişti. İlk cümle “anneciğimin buzdolabında hiçbir şey bozulmazdı” cümlesi, son cümle ise aslında kendi özlemimin ifadesi olan “buzdolabın seni çok özledi annem” cümlesi idi.

Şimdi babam mutfaktan salona gelebilir hem yazıya hem ağlamaya ara vermeliyim. Nasibse devam ederiz.

Evet devam edebiliriz. Yazının ilk cümlesi başlık ile daha uyumlu olabilmek için biraz değişti. Son cümleye ise henüz gelmedik.

Karnım aç iken daha şevkle yazıyordum, şimdi yemek yedik ve ağırlık geldi benle beraber parmaklarıma da…

Aklım da Kastamonu Lahika düsturlarından olan “Hakikatbîn olmak” yazısında takılı kaldı. Lâkin bütün külliyatta sadece lafız değil mâna cihetiyle de “hakikatbîn olmak” taraması yaparak yazıyı yazmak gibi yüksek bir hedef koymuş olduğumdan ya bu yazıyı bir ekip planlanan şekilde yazacak, ya ben uzun bir çalışma sonucunda yazabilirim ya da çıtayı biraz düşürüp daha dar kapsamlı bir çalışmanın sonucu yazılacak. Nasib.

Buzdolabından Kastamonu Lahikasına nasıl geldik? Çünkü yazıyı ben yazıyorum ve (“tövbe tövbe ene bahsini okumamış mı bu, durmadan ben ben diyor!” dedi sanki biri) aklım Kastamonu Lahikası’ndan çalıştığım yazıda kaldı. E önce onu yazsaydın derseniz bahsettiğim gibi işçilik istiyor o yazı. Şimdi ise gelişigüzel yazıveriyorum.

Nedense bu gibi yazılar yazarken –aslında nedense denecek bir durum pek yok galiba- kendimden bahsederek az da olsa mahremimi paylaşıyor olmak biraz düşündürüyor beni.

Hele ilk yayımlanan yazımı düşünüyorum ne kadar da utanmıştım… Sanki çok mahrem ve ifşa olmaması gereken sırlar ortaya dökülmüş gibi bir hisse kapılmıştım. Halbuki kendimle ilgili çok bir şey de yoktu yazıda. Yine de kendi duygularım, düşüncelerim ve gözlemlerimi paylaşmak garip gelmişti bana. Bizler biraz “sen sus”, “sen karışma” gibi kendini ve duygularını ifade etmeye ket vuran kalıplarla büyüdüğümüz için bir alanda serbest olmak garipsenen bir hâl bizim için belki de. 

Konumuza dönelim. Bu yazıda esas konumuz “annem” elbette. Titizliği, itinası, canlı-cansız her şeye ihtimam gösterip incitmemesi. Daha evvel bahsetmiştim elektrikli aletleri ara sıra dinlendirerek çalıştırdığından. Eskiyen hiçbir şeye kıyıp atmamasından. Eşya yenilemekten hoşlanmadığından…

Ne kadar da doğru yapmış annem iktisada ve kanaata tam riayet etmekle. Elde olanları çar çur etmemekle, dünya metaına tâlip olmamakla…

Son nefesini rahatlıkla verişinde bunların da önemli rolü olduğunu düşünüyorum. Rabbim bize de iman üzere ölüm nasib eylesin inşallah.

Babam daima “kısa yaz” diye tembih ettiğinden midir yoksa rehavetten mi bilmiyorum bu yazımız da bu kadar olsun… Planladığım son cümle sözün gelişine çok münasib olmadığından kendini göstermedi… Dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum