Anne karnındaki bebekler

Önceki yazımızda, geriye dönmemek üzere ayrılık ve yokluğun hiçbir yönden anlamlı ve işlevsel görünmeyeceği ve kısa zamanda yok olup giden bir şeyin ne doğru bir sebeple varoluş gayesinin olabileceği, ne de anlamlı bir maksadının olabileceği ne de bir faydaya hizmet eden hikmetinin bulunabileceğini ortaya koymuştuk ve bu manayı aklımıza yakınlaştıracak ve çok daha çarpıcı bir şekilde anlamamıza yardımcı olacak meşhur bir misali bir parça geliştirerek, bir sonraki yazımızda sizlerle paylaşacağımızı söylemiştik. Şimdi başlıyoruz. Lütfen bu çarpıcı hayalî tasavvurda bize eşlik edin.

Anne Karnındaki Bebekler

Anne karnında yaşayan ve konuşmalarına şahit olacağımız iki bebek hayal ediyoruz. Bu bebekler dünya hayatını daha önce hiç görmemişler ve bakınız o karanlık ortamda neler konuşuyorlar, birlikte dinleyelim.

İtirazcı ve yüzeysel düşünen kardeşi diyor ki: “Şu eller, ne işimize yarayacak ki burada?! Şu ağzımız... Ne faydası var ki...”

“Biz kordondan besleniyoruz. Şu kulaklarımız... Ne için takılmış ki kafamıza... Suyun içinde yaşayan bizler için ne anlam ifade eder? Peki ya şu ayaklarımız... Tamamen lüzumsuz! Çünkü burada yürünecek bir alan yok! Hele şu gözlerimizin hiçbir manası yok! Çünkü burada görülebilecek bir âlem yok, karanlıkta yaşıyoruz...”

Sonra sahip oldukları farklı duygulara bakıyorlar... Sevmek, nefret etmek, heyecan duymak, üzülmek, serbestçe dolaşmak, etrafı keşfetmek, düşünmek, sinirlenmek, utanmak, alınmak, tatmin olmak, zevk almak, hüzünlenmek, cesaret, korku, kıskançlık, pişmanlık, minnet, ümit, usanma gibi binlerce çeşit duyguyla donatılmış olduklarını görüyorlar...

Akıllı ve derinlemesine düşünen ve gördüklerinden doğru sonuçlar çıkartabilen kardeşi diğerine soruyor:

Sence de bu durumda bir gariplik yok mu? Bu kadar maddî-manevî cihazlar ve duygular, bu anne karnı için olamaz. Çünkü bu âlemde bunları kullanabileceğimiz hiçbir yer yok!”

Biraz düşündükten sonra içinde bulundukları bu acaip vaziyet karşısında o akıllı kardeş şu mantıklı çıkarımı yapıyor:

“Madem durumumuz budur. Bizi buraya kim getirmiş ve bu cihaz ve duyguları bize kim takmışsa, bunları kullanabileceğimiz bir âlemi de bizim için yapmış olmalı. Öyle ise, biz burada geçici bir müddet duracağız ve bütün bu maddî-manevî cihazları ve duyguları kullanabileceğimiz bir yere gideceğiz.”

İşte aynen bu misaldeki gibi, şu geçici ve sınırlı dünya hayatına gelmiş biz insanlar, nasıl ki anne karnındaki yaşayışı anlamlandıramadık ve görmediğimiz bir başka âlemin olabileceğini aklımız almadı ilk etapta ve o cihazların nasıl işe yarayacağını ve dışarısının nasıl görüneceğini hayal bile edemedik; fakat o cihazların varlığı, sanatlı, işlevsel ve intizamlı yapılışları ve o çeşit çeşit duyguların bize hissettirdikleri, bir başka âlemin varlığına kesinlik derecesinde hükmetmemize sebep oldu.

İşte bu dünyada da içimizde bitmek tükenmek bilmeyen bir sonsuz yaşama arzusu var. Sevdiklerimizden ve hayattan hiç ayrılmama duygusunu tutku derecesinde hissediyoruz, hayalimiz ve aklımızın sınırları kâinata sığmıyor, ihtiyaçlarımız ve kalbimizin arzuları ise ebedî bir hayata ancak sığacak bir genişlikte görünüyor. Duygularımızın, isteklerimizin ve ihtiyaçlarımızın belli sınırları yok. Her şeyi alabildiğine istiyor ve ihtiyaç duyuyoruz. Her yere gitmek, her haz veren şeyi yapmak ve her güzel şeyi yaşamak, madde kayıtlarından kurtulup birçok yerde zahmetsizce dolaşmak, yüz binlerce lezzeti aynı anda tatmak arzu ediyoruz ve daha neler neler istiyoruz.

Hâlbuki maddî ve dünyevî yaşayışta akıl ve şuurumuz sebebiyle, hüzünler ve acılar elimizden tutup aşağıya çekiyor bizi.

Akıl, kalp ve ruh gibi yüksek duygularımızla daha anlamlı ve insana yaraşır faaliyetlerin ve ideallerin peşinde gitmeye kalksak, bu sefer de, ayrılıkların ve yok oluşun anlamsızlığı yakamızdan tutup kıskıvrak yakalıyor ansızın ve yaptığımız hiçbir şeyin bir anlamı kalmıyor.

Eğer başka ve daha mükemmel ve ebedî bir yer yoksa ve biz oraya gitmeyeceksek, sonu gelmemiş hiçbir duygumuzun, tatmin edilmemiş hiçbir ihtiyacımızın, gerçekleşme fırsatı bulamamış ve potansiyeline ulaşamamış hiçbir kabiliyet ve donanımımızın bir anlamı kalmayacak ve tüm yüksek özellikleri hiçe inecek demektir.

Öyleyse en derin hissiyatımızla haykırarak ve bütün aklımız ve ruhumuzla hükmederek diyoruz ki:

Bu sınırlı dünya hayatı bizim yaşayacağımız tek mekân asla olamaz ve kesinlikle değildir!

Eser metnindeki şu ifadeyi yüksek sesle hep beraber tekrar edelim: "Hazırlanınız; başka, daimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir.”

Risale-i Nur Eğitim Programı’mızın “Öldükten Sonra Dirilişin ve Ebedî Hayatın Varlığının İspatı” isimli bölümünün bir parçası ve Onuncu Söz-Haşir Risalesi’nin “12.Suret”inin izah metni olan yazımızda sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da aşağıdaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı-58 Ders Videosu: (Anne Karnındaki Bebekler) 

https://youtu.be/JAKTnyryjM

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum