Anahtar mahiyetinde bir kilit: Ayasofya camisi

Anahtar mahiyetinde bir kilit: Ayasofya camisi

Emre Sessiz'in yazısı...

Müslüman âleminde camilerin, mescitlerin yeri Hıristiyan âlemindeki kiliseler, Yahudi âlemindeki havralar gibidir; ama sadece gibidir. Dolayısıyla böyle bir kıyasa girmemek gerekir.
Bizde camiler, kışla; minareler, süngü; kubbeler, miğfer işlevi gördüğündendir ki İslam düşmanları, Müslüman bir beldeyi işgal ettiklerinde ilk yaptıkları şey o kışlaları yıkmak ve işlevsiz bırakmak ya da işlevinin dışında başka gayeler uğrunda kullanmak olmuştur. Bu ise camilerimize yapılacak en büyük hakarettir. Filhakika camilere yapılmış (yapılacak) olan en küçük müspet veya menfi bir hareket camilerin sahiplerine yönelik olacaktır. Zira ehli iman, camiden ayrı bir “cüz” değil onunla tamamlanan ve onu tamamlayan bir “cüzi”dir.  “Caminin sahipleri” kavramından kasıt mazi, müstakbel ve hâlihazırda yaşayan inananlar ve mabetlerle birlikte melaike ve Malik’ül-Mülk olan Mabud’u-bi’l Hak’tır. Şu durumda yukarıda sayılanların tümüne yapılacak en küçük bir hareket, dolaylı yolla hürmet ya da hakaret anlamına gelecektir.
Şöhret için camiyi pisleyen adam, camiden öte camidekilere ve caminin sahiplerine bu terbiyesizliği yapmıştır.

Camiyi yakıp yıkmak, ortadan kaldırmak, harabe bir hale gelmesi için atıl konumda bırakmak hakaret olduğu gibi onu asli işlevinin dışında kullanmak da yine hakaretler içeren menfi bir harekettir.

Bu yazıda genelde bütün camilerden bahsetmekle birlikte özelde Ayasofya camisinin üzerinde duracağım.

Ayasofya… Ebrehe’nin hışmına uğramış gibi garip ve mahzun bakıyor. Bakmaya takati kalmamış, bakıma muhtaç bir ecdat yadigârı Ayasofya. Evet, bir cihette Ayasofya’ya (camiliğine) karşı muhabbet değil adavet, yüz yıldır, galip durumda.

İnşallah ‘vel-akibetü lil-müttekin’ sırrı ile nihayetinde yine hak galip gelecek. “Hak geldi, batıl zail olup gitti.” ayetini şu Asya topraklarında dalgalandıracak olansa Ayasofya camisinin hasımlarının değil hısımlarının hakiki muhabbetidir.

Ayasofya’nın dinmeyen gözyaşını, “müze”likten kurtarıp asli işlevini(camilik) yerine getirmesine izin vermekle dindirebiliriz ve bunu yapmakla da mükellefiz.
 “..bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii'ni…”( Şualar,385 ) diyor Bediüzzaman hazretleri.

Evet, Ayasofya Camisi bizim için bir “şeref vesilesi”, bir “bayrak” gibi dalgalanması gereken “sembol eser”, büyük ve “antika bir yadigâr” iken asırlık antika yadigara sahip çıkamadık, diğer milletlere karşı makamımızı gösteren “nişan”ı paçavra misali bir kenara fırlattık. En azından bu elim durum karşısında pasif kaldık. Hâlbuki istibdat nişanı haline gelmiş bu mahzun eser için gözler ağlamalı, sineler yanmalı, eller yazmalı, diller konuşmalı idi.

“İstanbul'un fethinden hemen sonra, doğrudan Ayasofya'ya giden Fatih Sultan Mehmet, buranın camiye dönüştürülmesini istemişti. Türk-İslam medeniyetinin, fethedilen bir bölgenin vatanlaşabilmesi için ön plana çıkardığı imgelerden biri hiç şüphesiz camilerdir. Fethedilen bir bölgenin en büyük ibadethanesi, camiye dönüştürülür ve bu cami etrafında vakıflar oluşturulurdu. Fakat burada unutulmaması gereken en önemli konulardan biri, camiye dönüştürme eylemi, şüphesiz o bölgede daha önce yaşayan insanların dinlerine müdahale etmek anlamına gelmiyordu. Fetih hakkının dışındaki birçok ibadethane, bizzat sultanın çıkardığı fermanla korunur, bölgede daha önce yaşayan insanların inançları da güvence altına alınırdı. Bugün yaşanan birçok tartışma, bu gerçek görmezden gelinerek yapılmakta. Ve maalesef ilim ve hukuktan yoksun siyasi kararlar, durumu daha da içinden çıkılmaz hale sokuyor. Burada, İstanbul'un Türk vatanı olmasının en büyük simgesi

Ayasofya olduğu unutulmamalı.” (http://www.fatihhaber.com/AYASOFYA-VASIYET.htm)
Aşağıdaki vakfiye metninden de anlaşılacağı üzere Ayasofya artık(1453’ten itibaren) halkın ve Hakk’ın malıdır; diğer kişi ve kişilerin imzasına bağlı olarak mahiyeti asliyesi değiştirilemez, asli vazifesine zıt amaçlar için kullanılamaz.

SULTAN FATİH’İN AYASOFYA VAKFİYESİ

“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.” (Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453)(http://www.ayasofya.org/tarihi-belge-ve-dokumanlar/182-tapu-kadastro-genel-mudurlugunde-bulunan-ayasofya-ile-ilgili-arapca-vakfiyenin-tercumesi.html)

Dinimizde “Vakf”ın Hükmü Nedir?

“Vakfın dini hükmü şudur: “Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır. Vakfedenin istediği şart, Allâh'ın emri gibidir…” Peki bu vebalin altından kim kalkabilir?

Bugün Avrupa’nın değişik ülkelerinde cemaatsiz kalan kiliseler satılmaktadır. Satılan kiliselerin Müslümanlarca alınıp câmiye çevrildiğini hepimiz duyuyoruz. Bunun gibi İstanbul fethedildiğinde de, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri de Ayasofya’yı kendi parasıyla alıp vakfetmiş ve bu vakfiyenin hükümlerini de açıkça belirtmiştir:
“Nefis kilise Ayasofya, kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Bunu, Allâh’a, ahirete, O’nun heybetine inanan hiçbir mahluk, sultan olsun, hakim olsun, bir mütegallibe olsun, değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allâh’ın, meleklerin, bütün insanların lâneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”

(http://www.fatihhaber.com/AYASOFYA-VASIYET.htm)
“Vakıf, bir hukukî müessese olarak şöyle tarif edilmiştir: Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı, devamlı olarak Allah'ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk etmektir. Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah'ın (toplumun) mülkü haline gelir.

Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve genel esaslara göre olur.” (Ibnü'l-Hümâm, a.g.e., V, 40; el-Kubeysî, Ahkâmü'l-Vakf, Bağdat, 1977, I, 75-78)
Ebû Hanife'nin (ö. 150/767) tarifi şöyledir: Vakıf, mülk olan bir ayn'ı, vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten ibarettir.(es-Serahsî, a.g.e., XII, 27; Ibnül Hümâm, a.g.e., 37-40; Kübeysi, a.g.e., I, 69 vd) M. Kemal Paşa’nın Ayasofya’yı müze yapmakla neyi amaçladığı tam aydınlanmış bir konu değildir. Bununla beraber elbette ki o da bilinçli ya da bilinçsiz olarak hata yapmaktan münezzeh olmayacağı muhakkaktır. Ayasofya Camisi’ni kimin müzeye çevirdiği ise meşkuk olsa da bizce ehmmiyeti yoktur. Önemli olan nokta biri veya birileri tarafından müze yapılan Ayasofya’nın “cami”lik vasfının hem resmen hem fiilen iade edilmesidir. Ayasofya’nın “cami”likten çıkarılıp “müze” haline getirilerek asli işlevini (Fatih tarafından vakfediliş maksadı mescit olarak devamı idi.) yitirmesi Ayasofya’nın taşını, harcını mahzun eyler; ayakta duracak takati kalmaz. O şimdi yıkılmadan duruyorsa dualar hürmetine ayaktadır; o da bir vazifeyle hala hayattadır.
Ayasofya’ya yakışan en güzel sıfat “cami”lik idi. Ayasofya “müze” vasfıyla mevsuf olmaktansa harap olmayı tercih edebilirdi. Ayasofya için yıkılıp harap olmak, “müze” olarak yaşamaktan daha iyiydi; yıkılmak ölüm gibi bir kurtuluş vesilesi olabilir idi. Bu noktada kalbe şöyle bir mana geliyor: Acaba Mimar Sinan Hz. yüz yıllar evvelinden hissi kablel vuku ile Ayasofya Camisi’nin hâlihazırdaki bu hazin müzelik “devre”sini görmüştü de ondan mı şu büyük istinat direklerini ve kolonlarını camiye eklemişti. Koca Sinan her zamanki gibi, ferasetiyle olsa gerek, Allah tarafından yönlendirilip istihdam edilerek Ayasofya’nın yığılıp kalmasına razı olamayacaktı. Olamayacaktı ki Ayasofya’yı ayakta tutmaya çalışacaktı o koca Sinan o koca direklerle.

Hey Koca Sinan! Biz gözsüzüz ama kalpsiz de değiliz. Kalp gözüne görünen ise hayal değil hakikattir. Öyle ise hep beraber “Hakkı tutup kaldıralım!”. Kaldıralım ki Ayasofya aleyhimizde değil lehimizde şahitlik etsin. Evet, insanın yaptığı her hareket aleyhinde ve lehinde şahitlik edeceği gibi İslamiyetin ve insaniyetin aleyhindeki durumlara karşı suskun kalmak da insana fayda değil zarar veren “bananecilik, nemelazımcılık…”tır. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” düşüncesi, islamın(müslümanın) kalbine sokulmuş zehirli bir şırıngadır. Ayasofya meselesinde sineler pasif kalmamalı, İslamiyet ve insaniyet için çarpmalı.

Ayasofya’nın müzelikten kurtarılıp camiye çevrilmesi meselesi bir “olay” olmaktan ziyade ülkemizdeki ve uluslararası ilişkilerdeki “olgu”ların değişimine ve mevcut olguların iyi bir şekilde analiz edilip bu meselenin bir “olgu” olarak değerlendirilmesine bağlıdır. Dolayısıyla Ayasofya’nın “cami” olmasında aceleci davranmamalı ve sabırla yapılması gerekenler yapılıp sonuç elde etmek için nedenler oluşturulmalıdır.
Ayasofya asli vazifesini yapma hürriyetini kazandığı vakit İslamın ruhunun serbest olduğu aşikar olacak ve ona bağlı olarak birçok kitli kapı açılacak ve açılan kapılar da kapanmayacak inşallah. Bu açıdan bakıldığında ise Ayasofya, birçok güzel ve hayırlı haberlere gebe kalan bir “neden-sebep” olarak karşımızda durmaktadır. Zira stratejik anlamda Ayasofya, küremizdeki İstanbul gibidir.

Evet, Ayasofya kilidi açıldığında ne kadar mühim bir anahtar olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Aylar yıllar geçti, hala ağlarsın,
Artık yaşlarını sil Ayasofya
O mahzun halinle yürek dağlarsın,
Fetihin sembolüsün bil Ayasofya
***
Biliriz yaranı derindir, derin,
Bakarsın bizlere mahzun ve serin,
Gönüllerde yine aynıdır yerin,
Olmasın yaşların sil, Ayasofya
***
İsteriz müminler sende cem olsun,
Haktan hakikattan her gün dem olsun,
Kuduz köpeklere varsın yem olsun,
Sana uzatılan dil Ayasofya
***
Fatih’in vakfını tutarız müze,
Torunuyuz deyip çıkarız yüze,
Gün gelip bu hesap sorulur bize,
Görecek göz neden mil, Ayasofya
***
Gaflet uykusundan millet uyansın,
Hakkın boyasıyla yine boyansın,
Zalimlere değil hakka dayansın,
O zaman düşmanlar çil Ayasofya
***
Değişmez ölçüyü millet taşırdı,
Temel taşlarını küffara aşırdı,
Bir sam yeli esti yolu şaşırdı,
Karıncayı sandı fil, Ayasofya
Eşref Ziya

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.