Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Aldanan aldatandır

Daha evvelki bir yazımızda da anlatmıştım. Biraz merakımdan biraz da tecessüsümden olacak, mevcut harflerle yayımlanmamış risaleleri hep bulup okumaya çalışmışımdır. Münazarat'ın o kısımlarını bir zamanlar Fırıncı abiden temin etmiştim. İşarat-ûl İ'caz'daki münafıklar bahsini ise, hatırlamadığım bir yerden temin edip arkadaşlarla okumuştuk. Hangileri olduğunu tam hatırlamıyorum ama münafıklık kokan bazı hâllerimizden epeyce korkup daha dikkatli olmamız gerektiğini anlamıştık. Artık mevcut harflerle yayımlandığı için kolayca okuyup istifade edebiliyoruz.

Bu sefer de daha geçenlerde muttali olduğum değerli abimiz ittika, hizmet ve şefkat insanı Sami Cebeci'nin her akşam saat 19'da başlayan ve yarım saat devam eden dersinde, bu sefer İşarat-ûl İ'caz'ın takip edildiğini gördüm. Mümkün oldukça takip ettiğim derste konu münafıklar bahsine geldi. Bu sefer daha dikkatli, altını çizerek okumaya çalıştım. Daha önce de okuduğum yerlerde, daha derin mânâlar keşfetmeye başladığımı gördüm. Daha da önemlisi İşarat-ûl İ'caz'da harflere hatta harekelere kadar inen muazzam tefsir örneğinin münafıklar bahsinde de kendini nasıl gösterdiğini örneklerle anlamış olduk.

Bakara Suresinin kâfirlerden bahsedip onları zemmeden 7. ve 8. Âyetinden sonra, uzunca bir şekilde on iki ayetle de münafıklardan bahsetmesinin nedenleriyle konuya giriyor üstad. Aslında meselenin özeti de o nedenlerin sıralandığı baş tarafında verilmiş oluyor. Bu on iki ayetin tamamını, bir yazıda vermek mümkün değil. Ama baş kısmını, bize göre konunun özeti mahiyetindeki bazı cümleleri bu yazıda anlatmaya çalışacağım.Dikkatli okuduğumuzda, şahsen gafletimizden dolayı içine düştüğümüz az da olsa bazı hâllerimizin tam da burada anlatılanlara denk geldiğini göreceğiz. Onun için kaygan bir zeminde olduğumuz dehşetli bir zaman diliminde, bu yönüyle de söz ve fiillerimize daha da bir sahip çıkarak, onları şuur süzgecinden geçirmemiz lazım geldiğini idrak edeceğiz. Zira iman ile küfür arasındaki mesafe, uzak olduğu kadar da şeffaf yani birbirine yakındır. Bir gafletli hâl ya da sözümüzle kolayca birinden diğerine farkında olmadan geçebilir veya düşebiliriz. 

Üstad, Kur'an'da münafıklardan uzunca bahsedilmesinin birinci sebebini, "düşmanın meçhul ve dahilî olmasının kuvveti dağıtıp cesareti azaltmasına" bağlıyor. Çünkü dahildeki düşman "cesareti kırarken, hariçte bilinen düşman ise, hakka olan bağlılık ve taraftarlığı daha da artırır." tesbitinde bulunuyor. Sami abi de buna, Uhud'a giderken yarı yolda Müslümanlardan ayrılarak büyük bir güç kaybına sebep olan üç yüz kadar münafığın hareketini örnek olarak verdi. İslam tarihinde de bunun örnekleri var. Demek Rabbimiz münafıkları uzun ayıplama ve çirkin tanımlamayla; onların dahilî düşman olmalarıyla, daha da dehşetli hâl alan "Âlem-i İslam'ı zelzeleye maruz bırakan nifaklarına" dikkat çekiyor.

İkinci olarak da çok farklı, biraz da onları tevhide yaklaşmaya teşvik nedenine bağlıyor. Kur'an'ın nifakın kötü ve pis ve insana yakışmayan hallerinden uzunca bahislerini hem Kur'an hem de müminlerden duymaları halinde bu durum, münafıkların tevhide yaklaşmalarına bir zemin olabilir. Yani münafıkların bu kötü hasletlerini,  mü'minlerden ve Kur'an âyetlerinden duyması, onların bu hasletleri bırakmasına bir neden olabilir. Bunun da örnekleri olmuş ve münafıkların birkısmı, bu sayede intibaha gelmiş.

Üçüncü olarak da bütün asırları ve hepimizi alakadar eden, kâfirlerden ziyade münafıklarda bulunan "ikiyüzlülük, riya, alay etmek, hile, yalan" gibi hasletler, bu uzunluğa sebep oluyor. Bir insanda bu özellikler görünür ve o insan bu hasretlerle ne kadar bilinirse, o nispette münafıklığa yaklaşmış ve küfürle arasındaki mesafeyi o kadar inceltmiş ve kısaltmıştır. Her birisini tek tek inceleyip hayatımızı, uygulama ve sözlerimizi iyice gözden geçirmemiz; ayrıca bunların şakasının da tehlikeli olduğunu unutmamamız gerekiyor. Kur'an'ın bu mevzuyu uzun tutmasında, bütün asırlara hususan sıdk ve kizbin yan yana gelebildiği bu asırdaki insanlara önemli dersler olduğunu düşünüyorum. 

Münafıkların Mekke döneminden daha çok Medine döneminde özellikle ehl-i kitap çevrelerinden çıkmaları; şeytanî bir zekaya, hileci ve desisekâr bir yapıya sahip olmaları Kur'an'ın bu mevzuya daha çok yer vermesinin dördüncü sebebi oluyor. 

"Bütün insanların haysiyet ve şerefini ihlal eden bir rezalet" tanımını yapıyor üstad münafıklık için. Daha önemlisi "insanlardan bir kısmı" hitabının izahını "İnsan mukerremdir. Mükerrem olan insan, nifaka tenezzül etmez" notuyla bitiriyor.

Münafıkların eskiden beri "mü'min ve ehl-i kitap ve yalana tenezzül etmeyen muhteşem bir cemaat oldukları"  beyanlarının boş ve anlamsız olduğunu âyetlerden çıkaran üstad, devamında bazı günahlarda pis bir lezzet olsa da büyük bir yalancılık ve Allah'ı kandırmak gibi bir ahmaklığı barındıran münafıklıkta geçici de olsa, dünyaya ait bir lezzetin de olmadığını özellikle ifade ediyor. O halde böyle bir rezalete niçin düşmüşler ve devam ettiriyorlar? Çünkü "fayda ve zararı ayırt edecek bir hisse" sahip değiller. Yani cehaletin en alt tabakasına düşmüşler. Ayrıca ruhlarındaki maraz ve bozulmuş kalpleri, hakkı batıl, hakikati hurafe görmelerine sebep olmuştur da ondan.Yoksa bir insan, Allah ile pençeleşmeye kalkacak kadar, kendini zelil duruma düşürür mü?  Bir insan, Allah'ı kandıralabilir mi? Bu, tam bir ahmaklığın yanında hem bir cehalet hem de onları dünyada ve ahirette rezil ve zelil ederek azaba düşürecek bir sefahat ve hiçbir lezzetli olmayan yalancılık hâlidir.

Aslında münafıklar zararı ve hileyi Müslümanlara değil; bizzat nefislerine vermekte ve kâfirden daha aşağı bir cehennem derekesini hak etmenin yanında, bu halleriyle insan suretinden de  çıkmış olmaktadırlar.

Evet mevzu bitmez demiştik. Ama sona yaklaşırken çok önemli gördüğüm ve başlangıçta konu ettiğim bir sual ve cevabı mealen vererek bu yazıyı şimdilik sonlandırmak istiyorum.

Âyetlerin işaretlerinden yukarıda belirttiğim gibi, münafıkların en büyük zararı kendilerine verdiklerini anladık. Fakat İslâm âleminde öldürücü zehir gibi intişar eden zararlarına ne diyeceğiz? Çünkü İslam âlemi en büyük darbeyi bunlardan görmüştür. Bu çok mühim ve can alıcı suale üstad, çok değişik ve orijinal bir cevap veriyor. Açık olan cevabı aynen alıyorum.

"Âlem-i İslam'da görünen zararlar, ancak onların bozulmuş tabiatlarından, tefessüh etmiş fıtratlarından, taaffün etmiş vicdanlarından neş'et ve intişar etmiştir. Yoksa onların arzu ve ihtiyârlarıyla yaptıkları hıd'a ve hilelerin neticesi değildir. Çünkü onların hileleri Cenab-ı Hakk'a, Peygamber-i  Zişana(Aleyhisselam) cemaat-i Müslimîne yapılan bir muâmeledir. Allah o muâmeleye âlimdir, Peygamberiz(asm) vahiy ile vakıftır, cemaat-i Müslimînce de îmânî bir şiddet-i zekâ sayesinde o gibi hileler tesettür edip gizli kalamaz. Demek onların âlem-i İslâm'a vurdukları balta, dönüp kendi başlarını parçalamıştır. Çünkü aldanan, cemaat-i Müslimîn değildir; ancak ALDANAN ALDATANDIR." 

Aldanan, aldatandır. Ne veciz bir ifade. Kendileri bir hile ve tuzak içerisindeler ama verdikleri zarar, onların düşünerek yaptıkları işleminin sonucu değil. Ya neyin sonucu bu zarar? Bozulmuş tabiat, çürümüş fıtrat, kokuşmuş vicdanların bir neticesi. Allah'ın bildiği, Peygamberimizin vahiy ile haberdar olduğu, Müslümanların da ferasetle gizlediklerini açığa çıkardığı bu munafıkane haller, neticede onların hem dünyalarının hem de ahiretlerinin bozulmasına sebep olmuş, aldatmak yolunda aldanmışlardır. Hani 3. Rica'da deniliyor ya "Aldanmakta fayda yok." neticede münafık, aldatarak aldanmış oluyor fakat bunun farkında değil. Bu da faydasız. Zarar büyük, telafisi yok. Hiçbir dünyevî lezzeti de olmayan nifakı seçerek, ebedî hayatı berbat etmenin "bozulmuş fıtrat ve kokuşmuş vicdana sahip olmaktan" başka izahı yok maalesef. Zararlı olan şeyleri hissettiklerinde o zararlı şeyden çekilen hiss-i hayvanîden" dahi mahrum oldukları anlaşılıyor. Üstad, "Öyleyse bunlar, ihtiyarları ve şuurları olmayan cemâdât nev'ine dahildirler." cümlesi ile özetliyor bunların bu hallerini. Rabbim muhafaza eylesin.

Evet dostlar, bahis uzun. Biz bu yazıda kısa bir yerinden aldık ve özetledik. Bahsin daha  bir dikkatle  ve nefsimizi muhatap alarak okunmasında sayısız menfaatler var, diye salık veriyorum.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum