Akif, Çanakkale ve İstiklal Marşı 

Böyle başlatalım şiiri icabı tahrir böyle gerektirdi.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer;

Mehmet Akif Ersoy

***

Mehmet Akif iki büyük savaş sırasında abide, muhteşem iki şiir yazmış. Osmanlı ordusu bütün ümmet-i Muhammedi çağırmış Çanakkale’ye. Haçlı seferlerinde bizi güya kendi vatanlarından kovmak için defalarca seferler düzenlemişler ama hepsinde avuçlarını yalamışlar. Hala bu ümmeti Muhammede ve onun kudsi kumandanı Türklere inanmayan gafiller. Bir millet koca bir coğrafyayı nasıl canla başla korumuş, kimse bizim kadar bu ümmeti Muhammed ve onların kutsal değerleri uğruna ölmemiştir. Her yerde bizim atalarımızın kanı ve kemikleri var. Bunu Akif iyi nazmetmiş.

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı
Sen şehid oğlusun incitme yazıktır atanı 
Verme dünyaları alsanda bu Cennet vatanı.

Çanakkale şehitlerinde bütün estetik değer hükümlerine göre şiir inşa edilmiş. En önemli yönü tasarım. Tasarım sanatın, dinin, estetiğin en efsunlu büyük kelimesi. Kainat yaratılmadan önce bir büyük külli zihinde tasarlanmış. Önce meşum işgalcileri anlatır:

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Aşağıdaki mısralar da ironi:

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı!"
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. 
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, 
Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ!

***

Bu mısralar ironi, bir kısmı net bir kısmı alay:

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

***

Çanakkale savaşı, Birinci Dünya Savaşı içindeki, tarihin en kanlı bölümü olarak bilinir. Türkün sayısız zafer, şan ve şerefle dolu tarihinin en parlak sayfasıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre önce, 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika topraklarını İtalya’ya kaptırmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, Rumeli’deki son Türk hakimiyetini silip süpürmüştür. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, 500 yıldır Türk olan Rumeli’nin kaybı, İstanbul ve Boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi, o zamanın devlet adamlarında siyasi yalnızlığımızın doğal bir sonucu olarak değerlendirilmiştir.

Balkan Savaşında Yer Alan Başıbozuklar

Balkan Savaşı Başıbozukların son savaşı olmuştur. Dolayısıyla 1. Dünya Savaşı’na rastlayan günlerde Osmanlı Devleti yalnızlıktan ve emniyetsizlikten kurtulmak istemiş; fakat Balkan savaşının kötü hatıralarının tesiri altında kalan iki blokta Türk ittifakını küçümsemişler ve bu ittifakın kendileri için bir yük olmasından endişe etmişlerdi. Ancak, Alman İmparatoru, her iki blok arasındaki savaşta, Osmanlı devletinin hiç değilse bir kısım düşman kuvvetini meşgul edebileceği gerekçesiyle duruma müdahale etmiştir. Bu surette Osmanlı devleti, kaderine alelacele, 2 Ağustos 1914’te “üçlü ittifak’la bağlanmıştır. İşte Çanakkale Zaferini yaratan kuvvet, 1914 yazında küçümsenen değeri hakkında yanlış teşhis konan bu Türk Ordusu’dur. Avrupa’da savaş bütün şiddetiyle sürerken, hareket harbinin yerini siper harbi almıştır. Bu cephede yarma yapmak ve kesin sonuç almakta son derece zorlanmıştır. Halbuki “üçlü itilaf”ın askeri gücü günden güne artmaktadır. Bu güç, hareket savaşına müsait başka savaş alanlarında kullanılmalıdır. İngiltere başkanı Lloyd George ve Bahriye Nazırı Churchıll bu görüşü benimsemişlerdir. Çanakkale Savaşları, işte bu görüşü benimseyenlerin eseridir.

Hareket sahası olarak Gelibolu Yarımadasının seçilmesi, bu bölgenin jeopolitik bakımdan çok büyük öneme sahip olmasındandır. Boğazlar, özellikle güney Rusya ve bütün Karadeniz kıyılarının açık denizlere olan tek çıkış noktasıdır. Harp halinde bu geçidin kapanması, Rusya için hayati önem taşımaktadır. Zira, Rusya’nın insan ve hammadde kaynakları zengin, fakat sanayi ve mali imkanları sınırlıdır. Bunun için uzun ve sürekli bir savaşın gerektirdiği silah, cephane ve malzeme ikmalini temin edemeyecek durumdadır. Bu durumda Boğazlar Doğu cephesinin en müsait ve hayati menzil hattını teşkil etmektedir. Bu geçidin açılmasıyla Rusya’yı takviye edecek, Batı cephesinin yükünü hafifletecek dolayısıyla savaşı kısaltacaktır. Osmanlı devletinin savaş dışı edilmesiyle, muhtemelen Balkan devletleri ve İtalya “itilaf” devletleri yanında savaşa katılacaklardı. O zaman İngiliz Bahriye Nazırı olan Churchill’in ısrarla üzerinde durduğu bu fikirlere önceleri pek itibar edilmemiştir. Ancak 1914 Aralık ayında başlayan Türk-Sarıkamış Harekatı üzerine telaşlanan ve çok zor durumda kalan en azından hiç değilse bir kısım Türk kuvvetlerinin başka cephelere çekilmesini isteyen Rusya’nın yükünü azaltmak için, Çanakkale Seferi’ne karar verilmiş; fakat kesin neticeyi Batı cephesinde arayanları darıltmamak için öncelikle donanmayla ve zorla Çanakkale Boğazı geçilmeye çalışılmıştır. Çanakkale Savaşı genel hatları itibariyle: İtilaf Devletleri’nce; Osmanlı Devleti’nin başkenti konumundaki İstanbul’u alarak boğazların kontrolüne ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden bini savaş dışı bırakarak ittifak devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephedir.

***

Görüldüğü gibi Çanakkale savaşları uzun süreli bir yıkım hareketinin, planlamanın neticesidir. Ama Allah yar ve yardımcısı olan ve tarih boyunca her zaman mazlumun yanında olmuş olan bir milleti Anadolu’dan kovamayacaklardır. Değişen bir şey yok. Bugün de aynı plan daha sinsi olarak müsbet gibi görünen insanlar tarafındandan da makul görülmektedir. Hamiyet-i diniyesini kaybetmiş insanlar "boşver sana mı kaldı, bırak ne olursa olsun" teraneleriyle bir işgal ordusundan daha kirli emeller ile konuşmakta ve şer gücünün zaferini yavaş yavaş hazırlamaktadırlar. Benim elli yılım bu bölgelerde geçti, hakkı savunmakta yürekli insan görmedim, para gelsin sen kalk ayakta selamla, en büyük mabud odur.

İstiklal Marşı yazılırken de yine savaşmaktaydı bu millet. Hiçbir zaman savunmaktan vazgeçmedi, bu yüzden devam eden savaş sırasında yazılan şiirde korkma diye başlanır. Habibullah mağarada yarı garına "la tehaf Ya Ebabekir, Allah bizimle beraber" dedi. Akif de korkma ey millet Allah bizimle beraberdir diyordu. Bir büyük adama dünyanın büyük şerlerinin üzerine abandığı bir büyük adama adeta Çanakkale'nin devamı olan bir yıkım ve süpürme hareketi dini mübinin en harika yorumunu yapan adama yapılan Çanakkale'den daha büyük bir yıkımdı. Allah yine ona da Habibinin yaranı ile la tahaf demiş o da hiç korkmamış en şerirlerin üstüne üstüne gitmiş. Kibrit kutularına yazılan eserler Mehmetcik gibi ses getirmiş ve ülkede büyük bir ubudiyet hareketi geliştirmiştir. “Hak bildiğim yolda korku elimi tutup durdumadı” diyor. "İşte bele kardaş." Hocam öyle derdi. Bitiş cümlesi buydu. "İşte bele Himmet efendi" derdi.

***

Sonra şer kuvvetleri ve yaptıklarını anlatır Akif-i Muhterem:

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...

***

Savaş anlatmak zordur, çok savaşmışız ama savaşlarımızı, Çanakkale'yi Akif gibi bir kahraman anlatmamıştır. Kosova, Niğbolu, daha neler. Tolstoy savaşı anlatmak için savaşın cereyan ettiği alanda günlerce atı ile dolaşır, yeğeni "savaşçıların nal seslerini duyar gibi yazıyordu" der. Savaş ve Barış dünyanın en büyük romanı desem yeridir. Edebiyatı olmayan bir millet Yunan, İtalyan, İspanyol, Rus, Alman, hele Fransız romanının hayranı olur. Devletin sayısız edebiyat fakültesi var öğrencinin kafasında edebiyat yok. Yirmi yıl geçti bir kültür adamından bakan olmadı al onu ver bunu, işte budur sonu, paralar aksın kafalar boş. Din ondan farklı mı. Din ve edebiyat yerlerde sürünürse kimliksiz gençler de ortada sürünse ondan farklı mı, al götür dağa, dadansın bağa. 

Akif, "Ey millet uyan cehline kurban gidiyorsun" diyor. 
 
Sıra geldi kahraman Mehmetcike, onu anlatır Akif. Yok böyle bir anlatım şiirimizde, onu ancak Akif ‘in muhayyilesi meydana getirebilir:

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi;
O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!  
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.

"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

***

Apokaliptik imajlarla kurulmuş mısralar, içinde beşeri imaj yok. Yani demonik. Akif demonik imaj kullanır: 
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz/iki mısra tamamen ironik:

Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Şiirde Avrupayı zemmeden büyük ironik mısralar vardır, över gibi görünüp yeren mısralar.

İroni (ince alay, istihza) yaşamın en temel ve esaslı problemleri hakkında söyleyecek sözü olan ve her zaman konuşan eleştirmende bulunur, fakat gerçek yaşamın sadece resimler ve kitaplardaki yalnız  gereksiz, asıl olmayan hoş süslemelerini bunu da onların en derindeki özlerini değil, sadece onların güzel ve yararsız yüzeylerini tartıştığı bir ton içinde yaptığında. 

Akif Arnavutluk’un Suşişa kasabasından Anadoluya gelmiş. Fatih -ki bizim Sarbunumuzdur- oraya dersiam olmuş Temiz Tahir Efendi’nin oğlu. Yokluk, yoksullukla yaşamış yüzünün suyunu akıtmamıştır Akif. Parası yok, okula kilometrelerce yürüyerek gider. İstiklal Marşı okunurken Meclisten çıkar, utanır. Yavuz gibi İstanbul'a gelir gizlice saraya girer. O da “Ya bana da bir gurur gelirse“ der. Ankara da paltosu yok üşür dolaşır. Ama ruhunu tekellüfte bırakan şeyler yapmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.