Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

Kimlere Hitaben Yazıyorum?

Enaniyet/benlik ve kendine güvenmek, riyâkârlık/gösterişçilik, hodfuruşluk/kendini beğendirmeye çalışmak ile bed/kötü, fena ve çirkin tüm hasletlerden Rabbimize sığınarak bu yazıya başlıyorum.

Ömrünün büyük kısmını münzevî bir hayat içinde, bir bölümünü ise baskı ve zulüm altında; hapishanelerde, karakollarda gözaltılarla ve evinde denetimlerle geçiren Mehmed Feyzi Efendi şöyle demiştir: "Bunları size şikayet olsun diye değil, hikâye olsun diye; hakkımda mâlumatınız olsun, mahiyetimi bilesiniz diye anlatıyorum. Başka bir maksadım yoktur!" (Mehmet Feyzi Efendi’den Feyizler II, s. 316)

Aynen öyle de, bu yazıyı da şikayet için değil bir meseleyi hikâye etmek için kaleme alıyorum.

Nitekim bizler Hizbü'l-Hakâik'te "Tazarru Ve Niyaz - 1" bölümündeki "Allah'ım! tasamı, üzüntümü ve şikayetimi sadece Sana arz ediyorum!" [Büyük Cevşen ve Türkçe Açıklaması (Celcelûtiye İlaveli), s. 469] duasına cân û gönülden bağlanan, iman eden kimseleriz.

Ya'kub Aleyhisselâm da gam ve kederini yalnızca Allah’a arz ettiğini şöyle ifade eder: "(Ben) gam ve kederimi ancak Allah'a şikâyet ediyorum." (Yûsuf, 12/86)

Üstâd Bediüzzaman'ın "...bundan sonraki hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikata vakfetmeliyiz. Şekva değil, şükrettirecek rahmetin izini, yüzünü, özünü görmeye çalışmalıyız." (Tarihçe-i Hayat, s. 240) dediği gibi tam bu mânâya mutabakat sağlamaya gayret etmeliyiz.

Rabbimiz de Âl-i İmrân Sûresi'nde buyuruyor: "O hâlde içinizden, hayra davet eden ve iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun! İşte kurtuluşa erenler, yalnız onlar olacaktır." (Âl-i İmrân, 3/104) Biz de bu şümûle mazhar olmayı ve felâha/kurtuluşa ulaşmayı niyaz ediyoruz.

Yazılar yayınlayıp muhtelif mevzûları ele aldığımız zaman, fazla okunmayacağı vb ifadeler ile şevk kıranlar elbette oluyordu. Lâkin ayette geçtiği üzere "hayra da'vet eden ve iyiliği emredip kötülükten men' eden bir topluluk" bulunmalıdır ve mühim olan bizim o topluluğa dahil olabilmemizdir.

Yazdığımız yazıların kâhir ekseriyeti, görülecek ki emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesiyle mütealliktir/alâkalıdır.

Bir hadîs-i şerîfte de geçtiği üzere: "Ma'rufu (iyiliği) ve ehlini sevin. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bereket ve afiyet onlarla beraberdir." (Râvi: Hz. Ebû Said ra) (Râmûz El-Ehâdîs, c. 1, s. 17, no: 16)

Rabbim bizi ma'rufu ve ehlini sevenlerden eylesin.

Bir başka âyet meâlinde "...eğer yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak apaçık bir tebliğdir." (Nahl, 16/82) buyurularak başta Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz olmak üzere bütün ümmete mikyas/ölçü gösterilmektedir.

Yirminci Lem'a'daki şu ifadeler cây-ı dikkattir/dikkat çekicidir: "Ey sevaba hırslı ve a'mal-i uhreviyeye kanaatsız insan! Bazı Peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba' ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhiyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırs ile 'Herkes beni dinlesin' diye vazifeni unutup, vazife-i İlahiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk'ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah'ın vazifesine karışma." (Lem'alar, s. 152)

Nurlar'da geçen ifadeleri okuduktan hayli zaman sonra Râmûz El-Ehâdîs kitabının ilk cildini okurken şu hadîse denk geldim: "Gizli şehvetten sakının. Bu, âlimin, insanların kendi etrafında toplanmalarından hoşlandığı için, ilim tahsil etmesidir." (Râvi: Hz. Ebû Hureyre ra) (Râmûz El-Ehâdîs, c. 1, s. 18, no: 8)

Tam olarak aynı mânâyı ifade ettiğini, Nurlar'daki bu bölümün aynı zamanda mezkûr hadîsin de şerhi olduğunu anladım. Rabbim bizi bu gizli şehvetten de hıfz û emîn eylesin.

Lem'alar'daki ifadenin devamında da şöyle denilmektedir: "Hem hak ve hakikatı dinleyen ve söyleyene sevab kazandıranlar, yalnız insanlar değildir. Cenab-ı Hakk'ın zîşuur mahlukları ve ruhanîleri ve melaikeleri kâinatı doldurmuş, her tarafı şenlendirmişler. Madem çok sevab istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhiyi düşün. Tâ ki senin ağzından çıkan mübarek kelimelerin havadaki efradları; ihlas ile ve niyet-i sadıka ile hayatlansın, canlansın, hadsiz zîşuurun kulaklarına gidip onları nurlandırsın, sana da sevap kazandırsın." (Lem'alar, s. 152)

Buradaki şu "Madem çok sevab istersin, ihlâsı esas tut ve yalnız rıza-yı İlâhiyi düşün." ifadesi çok zaman beni düşündürmüştü. Şu iki hadîsi okuyunca lisân-ı Nebevî'de de bu hâlin ele alındığını anlamış oldum:

"Dininde hâlis ol. Az amel sana kâfi gelir." (Râvi: Hz. Muaz ibni Cebel ra) (Râmûz El-Ehâdîs, c. 1, s. 20, no: 12)

"Amellerinizi Allah için hâlis kılınız. Zira Allah Teâlâ ancak kendisi için ihlâsla yapılan ameli kabul eder." (Râvi: Hz. Dahhak ibni Kays ra) (Râmûz El-Ehâdîs, c. 1, s. 20, no: 13)

Yazılar yazan kimselerin zihinlerinin arka planında olan hadîslerden biri de "Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir." (Tirmizî, İlm, 14) hadîsidir. Hayırlı amellerden biri de sadaka-i câriyenin bir nevi olan hayırlı ilim bırakmaktır ki; yazı, makale, kitap vb her şey bunun şümûlüne dâhildir.

Şu hadîs-i şerîf ki, hem beşîr/müjdeleyici hem de nezîr/korkutucu vechesi vardır: “İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslîm, Zekât, 69) Rabbim bizleri hayırlı ve iyi çığır açanlardan eylesin, ayaklarımızı dini üzere sabit kılsın.

Zamanın sesine değil, zaman ötesinin hitap edebilmek, anlık ve kısa süre sonra unutulacak değil sonraki zamanları da muhatap alabilmek gerekir. Bir hakikatin hakikat olduğunu zaman gösterecekse, biz de kalemimizi zamana değil, zaman ötesine mektup yazan bir niyetle tutmalıyız. Yazdığımız her satır, belki kırk - elli sene sonra bir gönülde akis bulacak; belki bir asır sonra o yazıyı okuyacak bir insana tesir edecektir. Bu kuru bir iddia değil, bir mesuliyet şuurudur.

Üstâd Bediüzzaman "Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî'deki kardeşler ve kırk - elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn!" (Hutbe-i Şamiye, s. 55) veya "Ey bu câmi'deki kardeşlerim ve kırk-elli sene sonraki Âlem-i İslâm mescid-i kebirindeki ihvanlarım!" (Hutbe-i Şamiye, s. 56) ifadeleri ile sadece bulunduğu zamandaki insanlara değil "kırk-elli sene sonra" gelecek olanlara da hitap ediyor.

Bu yaklaşım, sadece kelimeyle değil, niyetle yazmanın da talimâtıdır. Üstâd Bediüzzaman'ın bakışı, çağlar üstü bir idrâkin en güzel misallerinden biridir. Çünkü mesele bir “çağ”da kalmak değil, çağları aşacak bir sadâya dönüşebilmektir. Kur'ân ve iman hakikatleri olan Nurlar bu sırra mazhar olmuştur. Mehmed Kayalar Ağabey'in müdafaasında Nurlar için dediği gibi; "Kur'ân okundukça, o da okunacaktır." (İşârâtü'l-İ'câz, s. 228) Elhamdülillah ki gün geçtikçe okuyanları, anlayanları, hakkında tez ve makale yazanları artan; aynı zamanda milyonların yüreğine temas eden bir eser külliyatı olma hüviyetine mazhar olmuştur, Risale-i Nurlar.

Üstâd Bediüzzaman, Şark'ta/Doğu'da aşiretleri gezerken tam muhatabiyeti görmediği zaman şu mânidar ifadelerde bulunmuştur; "Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?... Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:

Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitane Nur'un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temaşa eden Said'ler, Hamza'lar, Ömer'ler, Osman'lar, Tahir'ler, Yusuf'lar, Ahmed'ler vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, 'Sadakte' deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbâlinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum." (Münâzarât, s. 47 - 48)

Bu ifadeler, bir medeniyet tasavvurunu ve bizlerin bakış açısının nasıl olması gerektiğini de gösterir. Zira aynı asrında olanların anlamaması Üstâd Bediüzzaman'ı ye'se/ümitsizliğe düşürmemiştir, aksine "üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında"kilere yani hicrî 1300'den sonrakilere hitap ederek müstakbele bakmıştır. Hitap edilenlerden birileri de biziz. O hitaba karşı üzerimize borç olan başlarımızı kaldırıyoruz ve 'Sadakte ya Üstâd' diyoruz.

Üstâd Bediüzzaman gibi "ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım" denilesi bir zamandayız. Nasıl ki Üstâd Bediüzzaman bir asır evvel demişti: "Şu muasırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum." Günümüzde "telsiz telgraf" mânâsı genişlemiștir. İnternet ve sosyal medya ile sonraki nesillere hitap edebilmekte, onlarla konuşma imkânı bulabilmekteyiz. Artık yazdığımız yazıları internet sitelerinde ve sosyal medyada neşredebilmekte, istikbâldekileri muhatap alabilmekteyiz. Şu anda bizi anlamayanlar için mahzun olmamak gerekir.

Üzeyir Şenler Ağabey'in naklettiği şu hatıra nakli de mühimdir; «[Üstâd Bediüzzaman] Dedi: "Sana bir şey söyleyeceğim, bu çok mühim. İleride kıymetini çok iyi anlayacaksın. Bu Risale-i Nur eserleri var ya, zannetme ki bu zaman için. Risale-i Nur’un esas sahipleri, çok ileride gelecek, çok ileride gelecek. Onun için çok dikkatli, ihlâslı çalışmamız gerek."» (https://youtu.be/IxWTj4Phy4U?si=eRqPquNKHlnjXQ8I)

Bu sözler, sadece bir hatıra değil; aynı zamanda bir ihtar, bir ikazdır. Nurlar'ın esas sahiplerine bir beşârettir/müjdedir.

Üstâd Bediüzzaman'ın burada geçen ifadelerine Nurlar'da da teyid bulmak mümkündür. Mesela "Bu Risale-i Nur eserleri var ya, zannetme ki bu zaman için." ifadesi ile "Risale-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir." (Tarihçe-i Hayat, s. 463) cümlesi aynı minvaldedir.

"Risale-i Nur’un esas sahipleri" ifadesi de "Tâ âhir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahipleri" (Kastamonu Lâhikası, s. 108) ifadesi ile mutabıktır.

"Risale-i Nur’un esas sahipleri, çok ileride gelecek, çok ileride gelecek." cümlesini nakleden Üzeyir Şenler Ağabey, burayı şu şekilde izah etmiştir; "Șu anki nesil değil, daha ileridekileri kastediyor." (https://youtu.be/IxWTj4Phy4U?si=eRqPquNKHlnjXQ8I)

Evet, bu Kur'ân ve İman yolun yolcusu olarak, bizlere düşen sadece köprü olarak bu vazifeyi îfâ etmektir. "Şimdi bize düşen görev ve sorumluluk, toparlanmak, mazinin şehametinden ders almak, aldığımız dersi fiilen hazmetmek, mazi sahifesindeki güzellikleri gelecek kuşaklara aktarmak... Tek kelime ile, 'Hâl' ile 'İstikbâl' arasında köprü olmak..." (Şener Dilek, İttihâd-ı İslâm, s. 9) "Evet, yükü köprüler kaldırır. Ağırlık köprülerin üzerindedir. Bu görev haml edilirse, istikbâl aydınlık ve nurlu olacaktır. İnşâallah.." (Şener Dilek, İttihâd-ı İslâm, s. 10) Biz de yaptığımız tüm çalışmalar ile köprü olma vazifesinde bir nebze de olsa istihdam olmayı, büyük bir bahtiyarlık addederiz.

Nurlar'da da istikbâldekiler için çalışma hususu yer yer vurgu yapılmıştır; "Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar." (Emirdağ Lâhikası 1, s. 21)

Bu hususta sadece Üstâd Bediüzzaman değil, başkaları da bu hissiyata iştirak etmiştir. Mesela Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca şunu demiştir; "50 yıl evvel, bugünün Müslümanları ile bir yere varılamayacağını görüp bir karar verdim. İleride para, makam düşkünü olmayan, Batı ile hesaplaşma derdi olan, çalışma sorunu olmayan muhayyel bir Müslüman nesil için malzeme hazırlamak üzere yola çıktım."

Maksat sadece bir şeyleri nakletmek değildir, istikbâldeki nesillere işaret taşları olabilecek fikirler koyabilmektir. Kalıcı olan da budur.

غَرْضْ نَقْشِيتْ كِه اَزْ مَا باَزْمَانَدْ ۞ كِه هَسْت۪يرَا نَم۪ي يَابَمْ بَقَاي۪ي

"Yazmaktan maksadımız, yazılan sözlerimizin uzun bir müddet devâm etmesidir.

Çünkü (şu fâni dünyâdaki) varlığımız fazla devâm etmeyecektir." (Sa‘dî-i Şîrâzî, Sudî’nin Gülistan Şerhi, s. 68)

Üstâd Bediüzzaman'ın ifadesiyle; "Evet kısa bir ömürde, hadsiz günahlarıma keffaret olacak, muvakkat lisanımın tövbe ve nedâmetleri kâfi gelmiyor. Sabit ve bir derece dâim olan kitabın lisânı daha ziyâde o işe yarar." (Lem'alar, s. 129)

Bu yüzden yazdığım her yazı için, hemen muhataplarını bulacak hâlete bürünmüyorum ki inkısar-ı hayâle/hayal kırıklığına uğramayayım. Yazdığımız yazılara muhatap olacaklar belki 40 - 50 sene sonra gelecekler. Okuyanı bugün değil, yarın gelecek. Belki anlayanı bu zamanda değil, sonradan dünyada olacak. Ama mühim olan o güne bugünden sâdık bir şahitlik bırakabilmektir. Biz bu yüzden şu anda yazdığımız yazı ne kadar okunuyordan ziyâde meseleleri ne kadar derinlikli ele alabildik, ona bakmalıyız.

Yazdığımız her yazı, belli hâdiseler üzerine kaleme alındı. Belli amaca hizmet gayesi güdüldü ve rıza-yı İlâhî maksat edinildi. Bazı misâller ile yazıları, yazı serilerini nazarlarınıza sunmak isterim. (Not: Yazılan yazıları okuduktan sonra menfî/olumsuz yahut müsbet/olumlu yorumlar ile yazıya destek vermek, yardımcı olmak okuyucuların yapması gerekendir. Yazar kendini okuyucu yorumları ile terakkî ettirir. Bu hususta okuduğunuz yazılara yorum yapmanız ehemmiyetlidir.)

Zübeyir Gündüzalp Ağabey'in şu şekilde bir sözünü kayda almıştık: "Üstâd'ımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, ders arasında gerektiği zaman o dersin kıymet ve ehemmiyetini ifade ederdi." ( https://www.risalehaber.com/zubeyir-agabeyin-risale-i-nurun-izahi-hakkinda-verdigi-olcu-400823h.htm )

Bu sözden hareketle bir nümûne teşkil etmesi için "Haşir Risalesi'nin Kıymet ve Ehemmiyeti"

(https://www.risalehaber.com/hasir-risalesinin-kiymet-ve-ehemmiyeti-22949yy.htm) isimli yazıyı kaleme almıştık.

Üstâd Bediüzzaman'ın tekfire bakışı hususunda (https://www.risalehaber.com/ustad-bediuzzamanin-tekfire-bakisi-22312yy.htm) bir yazıyı da delilleri ile kaleme almaya çalışmıştık.

Alanında hemen hemen en kapsamlı ve bazısı da da ilk olma özelliği taşıyan yazı serilerinin de muhataplarını bulduğunu söyleyemiyoruz. Meselâ;

-Alanında en geniş kapsamlı, derli toplu çalışma olan "Risale-i Nur Tarihinde Sarıklı Gençler" yazı serisi.

-Nurlar'ın me'hazleri hususunda daha da geliştirilmeyi bekleyen, insanlara Nurlar'ın Kur'ân ve Sünnet me'hazli olduğunu numûneler sunan "Risale-i Nur, Kur'ânî ve Hikemîdir" isimli yazı serisi.

-Şu ana kadar bu isimle ele alınmamış, mevzû olarak pek işlenmemiş ve nazarlara da verilmemiş olan "Bediüzzaman'ın Kaybolan ve Günümüze Ulaşmayan Eserleri Var Mıdır?" yazı serisi.

-Nurlar'ın kendini nasıl izah ettiği hususunu başlıklar hâlinde ve usûlleri gösteren "Risale-i Nur Kendini Nasıl İzah Ediyor?" yazı serisi.

-Risale-i Nur'da Bediüzzaman'ın âyet ve hadîslere verdiği meâlleri ele alan "Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da Geçen Âyet Ve Hadîslere Verdiği Şerhli/Tefsîrli Meâller" yazı serisi.

-Risale-i Nur eserlerinin çoğu zaman nazara alınmayan, çok mühim bir hususuna temas eden "Tasdik Ve Tashih Makamında Bir Eser Külliyatı: Risale-i Nur" yazı serisi ve nicesi...

"Nehcü'l-Enâm Eseri Üzerine Türkçe Notlar" yazı serisinde de Mele Xelile Seerdî'nin (Molla Halil Siirdî'nin) Kürtçe'nin Kurmanci Lehçesiyle yazılmış manzum bir eserini, ders alırken sayfa kenarına aldığım Türkçe notlardan derleyerek neşretmişik.

Uzun soluklu bir yazı serisi olan "Fikrî Mülahazalar"da ise birçok mesele ve mevzû ele alınmıştı.

Risale-i Nur eserlerinde geçen milliyetçilik meselelerini şerh ve izah maksadıyla kaleme aldığımız dört yazı ise şunlardı:

-"Dünyanın Her Tarafında Olan Türkler İse Müslümandır!"

-"Ey Türk Kardeş Bilhassa Sen Dikkat Et!"

-"Hem Türk Unsurunda Ebedî Kabil-i İltiyam Olmamak Sûretinde Bir İnşikak Çıkacak!"

-"Fikr-i Milliyet Şu Asırda Çok İleri Gitmiş!"

Mezkûr son yazıda (http://www.nurnet.org/fikr-i-milliyet-su-asirda-cok-ileri-gitmis/?amp) 92 tane dipnot ve 4 yazarın eserleri üzerinden misaller ile mevzûyu ele almaya çalışmıştık. (Şu ana kadar bu kadar detaylı ve müşahhas misaller ile ele alan yazılara pek rastlamadık.)

"Çağımızda Bir Hastalık: Modalaştırılan Tesettür" yazısı, internet ortamında ilk yayınlanan ve ilk defa ulusal bir dergide neşredilen yazımız olmuştu. Emr-i bi'l-ma'ruf vazifesine matuf, Elhamdülillah çok bereketli ve müsbet dönüşler aldığımız bir yazı olmuştu.

"Ümmetin Kanayan Yarası: Doğu Türkistan" yazısı ise ümmetin yetimleri olan, hâlâ kanamaya devam eden bir yarayı ele almak için niyet ettiğimiz bir yazıydı. Rabbim Doğu Türkistan'ın azâd olmasını nasip etsin.

"İçtimâî Bir Fecaat: Romantik İslâmcılık" yazı serisi ise nehy-i ani'l-münker vazifesine bakan, Romantik İslâmcılığın tehlikelerine ve zararlarına temas eden bir yazı serisidir.

Elhâsıl: Araştırma yapıp yazı yazarken insanların lâkaytlığını görünce aklıma hep Üstâd Bediüzzaman'ın şu vecîz ifadesi geliyor; "Size beğendirmek için değil, belki hakka hizmet için yazdım. Vesselâm." (Âsâr-ı Bedîiyye, s. 303) Biz de ne yazarsak hakka ve hakikate hizmet için yazmalıyız. Gayemiz; insanların beğenmesi değil Allah'ın rızasıdır. Unutmamak gerekir ki; Allah razı olursa halklara da kabul ettirip onları da razı eder. (Bkz. İhlâs Risalesi, Birinci Düstûrunuz)

"Selâm ve selâmet Hüda'ya tâbi olanların üstüne olsun. Âmîn..." (Tarihçe-i Hayat, s. 101)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
19 Yorum