Zübeyir Gündüzalpten çok özel notlar-ÖZEL

Zübeyir Gündüzalpten çok özel notlar-ÖZEL

Zübeyir Gündüzalp'in sözlerini kayıt altına alan ve kitaplaştıran Ömer Çiçek (Ömer 27) ile yaptığımız röportajın ikinci bölümü

Röportaj: Abdurrahman Iraz- Nurettin Huyut/Risale Haber


(Dünden devam) 




ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İN YANINDA KALANLAR


Yazmış olduğunuz kitaplara bir isim koydunuz mu?
 
Hayır, henüz koymadık, meşveret edeceğiz uygun olan bir isim koyup öyle yayınlayacağız. Sağlığım müsaade ederse kalan kısmı da altı ay içerisinde tamamlamayı düşünüyorum. Aslında ben bu kitabı Zübeyir abi daha hayatta iken yazmış bitirmiştim. Ancak, konjönktürel olarak yayınlamak doğru bulunmadığı için bugüne kaldı. Yeniden ele almak durumunda kaldım. İnşallah kısa zamanda tamamlayıp meraklılarına sunmamız mümkün olacak.
 
(Zübeyir Gündüzalp ile ilgili bir fotoğrafı göstererek) İşte, bakın şu Ahmet Emin Dernekli, şu fakir, şu Rüştü abi, Eyüp abi, Ahmet Tanyel, şu kardeş gelir giderdi, zaman zaman kalırdı tashihe yardım ederdi. .. Ceylan, Bu da İlhami kardeş, bunlar çocuktu o zaman, bu da kudret o evin sahibi. Babası Halk Partinin Çemberlitaş ilçe başkanı idi. Bu Kudret kardeş ile Zübeyir abi özel ilgilenirdi.
 
Bunların dışında kimse Zübeyir abinin yanında kalmamıştır. Sadece Halil Yürür var o da Çamlıca’da beraber kalmış. Demek ki, o zaman öyle bir yer varmış orayı da biz bilmezdik. “Tuzla” derdi oraya, onun dışında iddia ediyorum. Gerçek anlamda kimse Zübeyir abi ile kalmamıştır.
 
Bu resmin bir kopyasını alabilir miyiz?
 
Şimdilik vermeyeyim bilahare veririm. Hem bizleri nazara vermenizin bir anlamı yok zaten önemli olan Zübeyir abiden kalan fikirlerin yayılmasıdır. Üstad bile kendisini öne çıkarmamış fikirlerin öne çıkması daha doğru olur.
 
ZÜBEYİR AĞABEYİN ANLATTIĞI HİKAYE
 
Ama okuyucularımız bu isimlerini saydığınız insanların resimlerini de görmek ister.
 
Tamam, anlıyorum ama yine de ben bizlerin nazara verilmesi olarak algıladığım için resimlerimizin çıkmasını istemiyorum.
 
Bakın size Zübeyir abinin meslek ve meşrebi ile siyasi uyarıları ve uygulamalarını içeren bir yer okuyacağım. Bu okuyacağım dersi Zübeyir abi çok anlatırdı.
 
Bir gün bir şeyhin müridi, gelip şeyhinden himmet ister. Tarikatte şeyhe baba diye hitap edilir. Yani, Şeyh müritlerine “oğlum” diye hitap eder. Malum bizim nur dairesinde kardeş diye hitap edilir. Üstadımız oğlum diye hitap etmezdi hep “kardeş” derdi.
 
Mürit şeyhine şöyle der:”Bubaa!..Himmet!..
Şeyh ise Müridine: oğulll!.. Hizmet!..
 
 “Yani hizmet et ki, himmet edeyim, hizmet etmeden himmet olmaz” derdi. Bunu anlattıktan sonra da sözü Üstada getirir ve Üstadımızdan himmet isteyenlere Üstad: “Cehd ve gayretle çalışınız” derdi.
 
Zübeyir abi “Hem ilim dünyasında Üstadından, hem tarikat dünyasında Şeyhinden himmet istemek adet ve geleneği vardır. Üstadımız da himmet isteyenlere “cehd etmelerini çalışmalarını” isterdi. Çalışmadan himmet beklemek himmete liyakatsizliktir.” derdi.
 
SİYASETLE İLGİLİ ANEKDOTLAR
 
Zübeyir abiden siyasetle ilgili anekdotlar;
“Üstad: Siyasette ya muvafık veya muhalif vardır” derdi. Bunun Zübeyir abiye göre açıklaması:
 
“Halk Parti düşüncesindeki bir adam milletvekili seçilmek için Demokrat Partiden aday oluyor, aday olduğu bölgedeki nur talebeleri de o adamın fikir ve düşünce anlayışını bildikleri için o adamdan dolayı desteklemek istemiyorlar. Üstada gelip sordular, Üstadımız onlara şu cevabı verdi. “O milletvekilinin şahsi görüşünün o parti içinde önemi yoktur. Siyasette ya muvafık veya muhalif olmak vardır. Bitaraflık yoktur. Siz o şahsa değil partiye destek veriyorsunuz” derdi.
 
“Demokrat Partinin adayı olan o menfi şahıs yüzünden partiden desteklerini çekmemelerini destek vermelerini ve oradaki Nur Talebelerinin de desteklemesini söylerdi.”
 
“Tek parti devri idi, CHP’nin iktidarı zamanında Üstad siyasetten şiddetle men ediyordu. Destekleyeceği başka bir parti yoktu. Fakat daha sonraları eski döneme benzemediğinden ve çok partili döneme geçildiğinden dolayı ilgilenmeye başladı ve Demokrat Parti kurulduktan sonra ona destek verdi.”
 
SİYASET ŞAHSA HAS, MEVZİİ VE İSTİSNA-İ BİR DURUMDUR
 
“Bir gün Üstad Hamza Emek ve Mehmet Çalışkanı çağırdı, “kardeşlerim sizler benim ve Risale-i Nurun bedeline Demokrat Partiye kaydolun” dedi. Bunun üzerine gidip kaydoldular. Emirdağ Demokrat Parti Teşkilatı sevilen ve takdir edilen kişiler tarafından idare edilmiyordu.”
 
“Merkezden teşkilata dindar ve sevilen kimseleri idareye getirin” diye emir vermişlerdi. Hamza Emek ve Mehmet Çalışkan’ı tavsiye etmişlerdi. Sonra Hamza Emek’e teşkilat başkanlığı teklifi geldi. “Biraz düşüneyim” diyor. Maksadı Üstada danışmaktı. Üstad bu teklifi kabul etti ve telgraf çektirdi. Üstad o dönemde Emirdağ’da değildi. “Kardeşim sana verilen bu vazifeyi kabul et.” Üstaddan gelen bu emir üzerine o vazifeyi kabul ettiler.”
 
Zübeyir abinin bu olayı yorumu:
“Böylece Emirdağ Teşkilatını onlar kurdular. Üstadın “Sizler benim ve Risale-i Nurun bedeline kaydolun” isteği ve müsaadesi bu kardeşlere hususidir. O güne ve o günkü şartlara hastır. Bu nevi hizmet şık ve şekilleri Nur Talebelerine şamil umumi müsaade anlamına gelmez. Öyle olsaydı Üstad bu emri bütün Nur Talebelerine iletirdi. Şahsa has mevzii ve istisna-i bir durumdur. Üstadın istisna-i iznidir. Yoksa hizmet tarzı meslek ve meşrebi değildir. Üstad adına, dava adına cadde-i Kübra değildir. Reylerimizi vererek destek ise umumidir. Siyasetle iştigal etmek isteyen şahıs, kendi şahsı adına yapabilir. Dava adına bunu mehaz gösterip yapamaz.”
 
FIRINCI İLE BİRİNCİ, ÜSTADIN EMRİ İLE NEŞRİYAT HİZMETLERİNDE BULUNMUŞLARDI
 
Zübeyir abi başkalarına pek fazla danışmadığı halde, Mehmed Fırıncı abiyi rükün gibi görürdü ve ona danışmadan iş yapmazdı. Üstad zamanından beri Üstadın emri ile o iki zat (Mehmet Fırıncı ile Mehmet Birinci abiler) neşriyat hizmetlerinde bulunmuşlar. O nedenledir ki, bu gün Risale-i Nur’un neşir hizmetlerinde bu iki ağabey hayli başarılı olmuştur. Ve neşriyatın bu seviyeye gelmesine neden olmuşlardır. Mehmet Kutlular da onlara çok büyük destek olmuştur. Daha çok dershanede desteği olmuştur. Çok güzel bulaşık yıkar ve çok iyi temizlik yapardı. Hiç bıkmazdı, zevkle yapardı. Süleymaniye’de iyi yemek yapardı.
 
HİZMETTE BAŞIMIZA NE GELSE İŞGÜZARLIKTAN, MÜNFERİT HAREKET ETMEKTEN VE SAFTİRİKLİKTEN GELİYOR
 
Yine Zübeyir abiden nakledeyim:
 
“Bir gün Hamza Emek Başvekilin (Başbakanın) selamını Üstada bildirdi. Üstad “tamam tamam kardeşim daha başka şey söylemene gerek yoktur bu kadar kafidir” dedi.”
 
“Üstad Menderes için “İslam kahramanı” dedi. Bir başka zamanda “Kardeşim Hamza, Adnan Menderes bu memlekete Yavuz Sultan Selim kadar hizmet etti” diyerek İslamiyet’e ve Risale-i Nura yaptığı hizmetlerden takdirle bahsetti. Menderes Risale-i Nurların basılması için Fabrikaya talimat vererek kâğıt tahsis ettirmişti.”
Eski baskılar içinde ipek gibi görünen Mektubat ve Lemalar o kağıtlarla basılmıştır.
 
“Tahsin Tola Milletvekili iken Menderes ile münasebeti o kurmuştu. Bir gün Adnan Menderes’e verilmek üzere bir mektup hazırlanmıştı. O mektubu ben (Zübeyir) kaleme almıştım “Orada bulunan halklardan, şahsi mesken hakkından mahrum, yaşlı bir İslam alimi olan Bediüzzaman’ın hayatının eserlerinin ve faaliyetlerinin serbest bırakılması… diye başlayan ve devam eden uzun bir mektuptu.”
 
“Demokrat Parti Emirdağ Teşkilatı olarak Başbakanı bilgilendirmek ve Teşkilata bildirilmek üzere planlamıştık. Parti Teşkilatının ismi altına yazılmıştı ve mührü de basılarak o şekilde gönderilecekti, benim yazdığım mahrem tutuluyordu. Sanki Teşkilat kendi inisiyatifi ile yazmış gibi. Sadece Başbakana ve diğer dindar milletvekillerine verilecekti. Üstad Sungur abi ile Hamza abiyi vazifelendirmişti. Ankara’ya gidişlerinde nasıl olmuşsa Sungur abi Hamza abiden evvel gitmişti. Ve bu mektubu bir şekilde bir abiye vermişti. Veya o abi onun saflığından yararlanarak bir şekilde bir suretini almış, meşveret etmeden, kimseye danışmadan, sormadan tek başına hareket edip, sadece Başvekile (Başbakana) ve bazı dindar milletvekillerine verilmek üzere hazırlamış olduğumuz bu mektubu bizim planımıza ve düşüncemize aykırı bir şekilde, hilafı memul bir tedbirsizlik ederek, teksir edip Parti Teşkilatının tümüne tamim etmiş.”
 
“Bu mektup Halk Partililerin eline geçmişti. Hükümetin aleyhinde olan Metin Toker bu mektubu istismar ederek. Başbakan ile ilişkilendirip, Nurcuların aleyhinde ilaveler yapıp, çarpıtarak köşesinde neşretti. Başbakanı ve partiyi ve Emirdağ Teşkilatını zor durumda bıraktı. İnönü Menderes’in Üstadla alakasını söylüyor. Emirdağ Teşkilatının yazdığı yazıyı delil olarak gösterip Menderes’e hücum ediyordu. Bu duruma sinirlenen Menderes, bir ajansa verdiği beyanatla Emirdağ Teşkilatını feshettiğini açıkladı.”diyen Zübeyir abi bu meseleyi anlattıktan sonra şunu ilave etmeden geçemezdi. “Hizmette başımıza ne gelse işgüzarlıktan ve münferit hareket etmekten ve saftiriklikten geliyor.”
 
“Bu yeni durumu Üstada söyledik, Üstad, “ben de O’nu azlediyorum bu adam kuvveti nerden aldığını bilmiyor. Ancak, biraz daha kalması lazımdır. Ortalık çok karışacak altüst olacak (elini ters düz ederek gösteriyordu), ben istesem onu şimdi aşağıya indiririm. Ben onun imanla, İslamla yola gelmesini bekliyorum. O ise masonların çemberine düşmüş, etrafını masonlar sarmış, o masonlar onun başını yiyecek” demişti. Zaman gösterdi ki, öyle de oldu.”
 
AYASOFYA’NIN AÇILDIĞI BİR DÖNEMDE ON MEBUSUN NEZARETİNDE GAZETE ÇIKARABİLİRSİNİZ
 
Zübeyir abiden nakletmeye devam edelim:
 
“Demokratlara karşı muhalefet “güç birliği” kurmuşlardı. Menderes de bunlara karşı “vatan cephesini” kurdu. Üstad bunları öğrendiğinde dedi “Menderes dindarlarla beraber olursa karşısında elli parti de olsa bir şey yapamazlar. Yoksa tepetaklak gider.”
 
“Bir de İttihad-ı Muhammedi Fırkası var ki, onun da iktidara gelebilmesi için halkın en az yüzde altmış yetmişinin hakiki dindar olması lazımdır. İşte böyle olduğu bir zamanda ve Ayasofya’nın açıldığı bir dönemde on mebusun nezaretinde gazete çıkarabilirsiniz” demiş Üstad.”
 
Burada dikkat ederseniz Nur Talebelerinin gazete çıkarmasını Ayasofya’nın açılması şartını bağlamış Üstad, ama yine de dava adına değil. İçtimai dairede hizmet yapmak için böyle bir şart koymuş. Yani, “halkın yüzde altmış yetmişinin dindar olduğu zaman parti kurabilirsin, İttihad-ı İslam Partisini kurabilirsin, Ayasofya açıldığı zaman da gazete çıkarabilirsiniz” diyor Üstad. On Nurcu Milletvekili nezaretinde ama dava adına değil kendi adına çıkarabilirsin.
 
Burada bir de istikbale ait bir müjde var o da Ayasofya’nın bir gün açılacağı hakikatidir. Zübeyir abi bu cümleleri böyle yorumluyordu. Benim kendi düşüncelerim değil bunlar.
 
Üstadın derslerini makamında tatbik etmek, hangi makamda ders vermişse o makamda anlamak ve o makamda uygulamak gerekir. Makamı değişince mahiyeti de değişiyor.
 
“İstikbale ait bir beşaret bir işarettir ki, mutlaka er geç olacaktır. Ayasofya’ya vurulan kilitler kırılıp cami olarak açılacaktır.” diyor Zübeyir abi. Ama dikkat ederseniz Üstad burada tarih ve zaman vermiyor. Çalışmaya bağlı, şartlara bağlı, yani “beşer bütün bütün aklını kaybetmezse veya yakında bir kıyamet kopmazsa güzel bir gün görecek” diyen üstadın bu sözüne Zübeyir abi şöyle bir yorum getiriyordu: “Beşer aklını kaybetmezse veya kıyamet kopmazsa şartıyla bu müjdelerin gerçekleşeceğini” söylüyordu.
 
DÜNYADA KOMÜNİZM HER YERE FAKİRLER ARACILIĞI İLE GİRDİĞİ HALDE TÜRKİYE’DE ZENGİNLER ARACILIĞI İLE GİRMİŞ
 
Zübeyir abi “ben bu dersi anlamak için bir gün çıktım İstanbul’un bütün semtlerini gezdim. Her semtin otobüsüne bindim birinci duraktan son durağa kadar gittim. Baktım fakir muhitlerde, gecekondu muhitlerinde mantar biter gibi her tarafta cami, kuran kursu inşaatları fışkırıyor. Bir kısmı da Kuran kursları yetmemiş, cami yeterli olmamış ek inşaatlara başlamışlar. Fakir millet olmasına rağmen demek ki, dinini ve aklını kaybetmemiş aklı başında elhamdülillah.”
 
Üstadın o dersini böyle bir tatbikatla anlıyor. “Fakat” diyor “zengin muhitlerde aynı şeyi göremedim dünyada komünizm her yere fakirler aracılığı ile girdiği halde Türkiye’de zenginler aracılığı ile girmiş olduğunu gördüm.”
 
(Devamı yarın)