Zübeyir Ağabey Bediüzzaman’ın aynasıydı

Zübeyir Ağabey Bediüzzaman’ın aynasıydı

Araştırmacı-Yazar Necmettin Şahiner, vefat yıldönümü münasebetiyle Zübeyir Gündüzalp Ağabeyle ilgili sorularımızı cevaladı…

Röportaj: Nurettin Huyut-RisaleHaber

 

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in 40. vefat yıldönümü. Gündüzalp hakkında kitap yazanlara Zübeyir Ağabeyi sorduk. Dördüncü konuğumuz Necmettin Şahiner…

 

Zübeyir abi siyasilerle nasıl bir diyalog kurardı, nasıl bir mesafe içerisindeydi?

 

Şimdi Siyasiler olsun yurt dışından gelen yabancılar olsun veya Risale-i Nur’u yeni tanıyanlarla olsun, bir araya geldiğinde onlara Risale-i Nur’u, Üstad Bediüzzaman’ı hakkalyakin yaşatırdı.

 

Hani Hz. Mevlana’nın bir sözü var, “yanmayan yakamaz” diye, Zübeyir abi alev alev yanan bir kimseydi. Namazdaki ettehiyyatta gibi öyle bir oturuşu vardı ki zannederdin ayakları çiviyle yere çakılmış, on beş dakika yarım saat değil, saatlerce kıpırdamadan oturur, anlatır da anlatırdı.

 

Yani bir ayna gibi Üstad Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nur’u karşı tarafa açıklardı. O yandığını alev alev gösterirdi.

 

Hani Risale-i Nurlar’da iman mertebeleri var, ilmel yakin, aynel yakin, hakkal yakin diye… İlimle bilmek, yani karşıdan, dağdan çıkan dumanı biliriz ki bu duman ateşten çıkar, bu ilimle bilmektir. Bir de aynel yakin var, gözle görmek. Ayn demek göz demek. Bir de hakkal yakin yaşamak var. Gidipte ateşe elini sokupta elinin yanması var. İşte buna hakkal yakin denir. Zübeyir abi üstad Bediüzaman’ı bütün varlığıyla, bütün zerratı vücuduyla hakkal yakin derecesinde anlatan bir kimseydi.

 

Benim Zübeyir abi ile çalışmam, bir emeğimiz oldu. O emekte Süleyman Demirel’e hitaben kendi el yazısıyla bir mektubu var. Kendi kitabıma da koydum. O tür mektuplar yazardı. Siyasilere yön vermeye çalışırdı. Onların düzgün kanunlar çıkarmaları için çaba gösterirdi. Kendisi bizzat gitmezdi ama bir şekilde vasıtalarla siyasilere ulaşır ve fikirlerini düşüncelerini onlara iletirdi.

 

Peki, neşriyatla ilgili düşünceleri neydi? Nasıl bir neşriyat arzulardı? Yayıncılığın nasıl olmasını isterdi?

 

İlk defa rahmetli Mustafa Polat Erzurum Hür Söz Gazetesi’nden çağırdılar geldi İstanbul’a 1967 senelerinde. Haftalık İttihad Gazetesini kurdurdu Zübeyir Ağabey. Polat Ağabeyi de onun başına koydu.

 

Şahsen bendenizin yazı yazmasını çok arzulardı, Nurlarla, Üstadla, Nur çocuklarla alakalı yazmamı şiddetle ister, tavsiye eder ve tasvip ederdi. Hatta yazı yazarken, dosya kağıdını nasıl kullanmak lazım geldiğini onu bile anlatırdı bana. O dosya kağıdının üzerinde çizgiler çizerekten sayfanın başını sayfanın sol tarafını sağ tarafını, kaç santim boş bırakmak lazım gelir, o kadar teferruatına kadar anlatarak bana yol gösterirdi. Ama şahsen gazeteye gitmemi istemezdi. Bir arkadaşla veya postayla yazılarımı göndermemi isterdi. Oradaki iklimlere, Risale-i Nur haricindeki, iklimlere havalara bulaşmamak için Risale-i Nur’dan uzaklaşmamak için… Ama yazmamı şiddetle tavsiye ederdi. Ya bir arkadaşla yahut postayla Mustafa Polat abiye göndermemi isterdi.

necmettin_sahiner_haberici1.jpg

 

Çok terbiyeli, nezaketli bir kimse idi. Mesela Mustafa Polat kendisinden küçük olduğu halde Mustafa Polat Ağabey derdi. Süleymaniye 46 numarada 6 yaşında Eyüp vardı. Dershanede, Rahmetli Abdurrahman abinin oğlu Eyüp. Eyyüp’e Eyüp kardeş derdi. Ben Zübeyir abinin bir kimseye ismiyle Ahmet, Mehmet diye hitap ettiğini görmemişim. 6 yaşındaki çocuğa Eyüp kardeş, Eyüp kardeş diye hitap ederdi. Ona Risale-i Nur kelimeleri, Kur’an-ı Kerim alfabesi, Risale-i Nur vecizeleri öğretmemi bana söylerdi. Ve onun karşısında diz üstü oturmamızı söylerdi. 6 yaşındaki çocuğun karşısına gidip ne gibi otursun ayaklarını uzatsın, yan gelip yatsın, sormayacaksın ama sen katiyen oturuş vaziyetini bozmayacaksın derdi. O kadarda böyle nezaket ve terbiye ile yani müstesna bir insandı Zübeyir Ağabey. Yani Nur dünyasında rehberdi.

 

Üstad talebelerine diyormuş, “Birisi gelse Üstat hastadır, ama Üstadımızın çok hizmet etmesi lazım, şu hapı üstadın yemeğine koyun da Üstad iyileşsin diye gizliden ilaç yerine zehir koysa size yutturur. Siz fark etmez, o düşmanın zehirini bana yutturursunuz” diyor. “Ama artık Zübeyir var ben artık kimseden korkmuyorum” diyor. “Zübeyir çok dikkatli ve çok tedbirlidir diyor.”

 

Zübeyir Ağabey, 1971’in 2 Nisanında vefat ettikten sonra, bizim Nur cemaatindeki parçalanmalar, benlik davaları çıkmaya başladı. Zübeyir abi zamanında kimsenin gıkı çıkmazdı. Herkes korkardı Zübeyir abiden. Zübeyir abi geldiği zaman herkes ona hürmet ederdi, saygı gösterirdi.

 

Zübeyir ağabeyin ağabeylere, Üstad’a hizmet etmiş ağabeylere karşı tavrı nasıldı, onlarla nasıl meşveret ederdi?

 

Mesela bir gün Kirazlı Mescitte namaz kılındı. Bir ağabeyimiz İmam-ı Azam Hz.lerinin tesbihatını okumaya başladı, bir şey demedi tesbihat bitti. Zübeyir abi “tesbihat var mı?” dedi. Kütüphaneden alıp getirdiler. Tesbihatı açtı, o beş dakika önce İmam-ı Azam Hz.lerinin tesbihatını yapan ağabeyin eline verdi, “kardeşim o okuduğun tesbihatın, Hz. Üstadın tesbihatında yerini bana gösterirmisin” dedi. Tabi o abi çok mahcup oldu. Onun üzerine Zübeyir abi dedi ki, “kardeşim biz ayniyatçıyız. Hz. Üstad ne yapmışsa biz onu yaparız. Yani herkes bir şey eklerse bu dava, bu hizmet, bu Nur mektebi ne hale gelir” dedi. “Üstad ne yapmış onu yapacağız.” Yani ağabeylerden de bu tür bir hareket gelse sadece onu düzeltmeye çalışırdı.

 

Hatta Risale-i Nur’u okurken, mesela bir kelime geçti, diyelim adavet geçti, adavet düşmanlık der geçerdi. Öyle uzun uzun izahlara girişmezdi, hocalar gibi detaya inmezdi. Sanki adavetin Türkçesi de orada yazıyor gibi, adavet arkasından düşmanlık derdi. Veyahut mesela “suhulet” geçse kendisi “kolaylık” diye okur geçerdi. Sen zannederdin ki, bilmeyenler zannederdi ki, o kelimenin Türkçesi de orada yazıyor. Halbuki onu kendisi söylüyor.

 

Hz. Üstadı açıkça pürüzsüz gösteren bir rehberdi. Her şeyle alakadar olurdu. Maddi durumunla ilgilenirdi “senin cebinde harçlığın var mı?” veya “mektepte açık saçık kızlara karşı nasıl kendini koruyacaksın?” diye sorardı. Veyahut nasıl ders çalışıyorsun?” gibi her şeyimizle ilgilenirdi.

 

Hülasa Zübeyir abi deyince şu anda beş saat konuşabilirim Allah’ın izniyle. Bana bir gün dedi ki, “kardeşim sen camilerde ders çalış” dedi. “Bak senin fakültenin yanında sağ tarafında Laleli Camisi, sol tarafta Bayezid Camisi var. Git orada çalış” dedi. Mesela edebiyat fakültesine çok yakın Laleli Camisi var. Laleli camisine gittim sabah 9’da… 12’ye kadar camide üç saat çalıştım. Sabah bir melekler var bir de bendeniz varım. Laleli Camii’nde, Bayezid Camii’nde çalıştığım saatler şu anda gözlerimin önünde. Arz ettiğim gibi çok müstesna bir rehberdi. Her cihetle A’dan Z’ye kadar... Bizim harama girmemizi önlemek için böyle bir tedbir düşünmüştü.

 

İstişare mekanizmasını nasıl işletirdi?

 

Bir bahis olunca ısrarla Sungur ağabeyi çağırırdı. Tahiri Mutlu ağabey de mümtaz biriydi mesela onun namaz kılışı “Ya Siiiin” diye başladığı zaman her yer titrerdi. Sabah veya yatsı namazında Yasin okurdu. O da aynen namazlarda Hz. Üstad’ı gösteren bir kimseydi.

 

Bir gün Kirazlı mescit sokağındaki Bekir Ağabeyin yazıhanesine geldim. Nur merkeziydi çünkü orası. Baktım kapalı. Bekir abinin mahkemelerde olduğunu biliyorum. O gün İstanbul adliyesinde bir ölüm hadisesinden dolayı bir milliyetçinin mahkemesi olduğunu biliyorum. “Allah Allah daha Mahkeme bitmemiş mi?” diye şaşırdım elimde fotoğraf makinesı vardı, zaten çocukluktan beri, elimde fotoğraf makinesiyle resim çekerim.

 

O makineyi cömertler cömerti, kahramanlar kahramanı Selahattin Akyıl, şu anda İzmir’de, bana beş yüz lira vererekten satın almama vesile olmuştu. O fotoğrafla teyp daima yanımdadır. Yavaş yavaş Sultanahmet Meydanındaki Adliyeye doğru gittim. Baktım ki Adliyenin önü mahşer gibi kalabalık. Milliyetçisi, Ükücüsü, Nur talebeleri, sağcısı, tıklım tıklım dolu. Binlerce insan var. Ben de yürüye yürüye ta yukarıya Bekir ağabeyin yanına kadar çıktım.

necmettin_sahiner_haberici2.jpg

 

O esnada Hamdi Yüce bana Zübeyir abiyi gösterdi. Zübeyir abide oradaydı. Allah Allah bir anda ben şok oldum, şaşırdım. Hasta halinde ayakta duramaz halde, Zübeyir abi buralarda ne geziyor. Hakikaten baktım Zübeyir abi. Tabi benim de tek meselem ağabeylerin resmini çekmek, hatıralarını almak. Ben süratle elimde de fotoğraf makinesi yakaladığım bir manzara. Süratle indim aşağıya bu ara Mahkeme bitti. Baktım Zübeyir abi başta Bekir ağabey olmak üzere çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde konuşuyor. Ama tabi ne konuşuyor ne anlatıyor hiç onları duymuyorum, dinlemiyorum, bilmiyorum. Benim tek maksadım var Zübeyir abinin resmini çekmek.

 

Yanaştım, yanaştım, tatmin de olmuyorum. Aramızdaki mesafe elli altmış santim oluncaya kadar yaklaştım. O gibi durumlarda bir tane resim çekmekte olmaz. Basarım da basarım, basarım da basarım deklanşöre. Bir tanesi çıksa benim için kardır derim. Ve ben başladım Zübeyir ağabeyin resmini çekmeye. Üç dört tane bastım fotoğraf makinesinin deklanşörüne. Heyyt diye Zübeyir abi bir üzerime atıldı, Ben döndüm arkamı, ensemde tokat patladı. Bir anda güneşim söndü, ufkum karardı. Elimde fotoğraf makinesiyle kala kaldım. Ondan sonra ben yavaş yavaş, yürüye yürüye ta Ayasofya Camisinin altında o bahçelerde küçük bir mescit buldum. Orada oturdum. Ne oldu ne bitti onu düşünüyorum. Taze bir abdest aldım. “Allah’ım Ya Rabbim ben ne yaptım? Zübeyir abiden tokadı neden yedim?” Ama hiçbir anlam veremiyorum. Abdestimi aldım abdestimi aldığım halde, önceki ateşim azaldı ama yine kendimi bulamadım. Otobüse atladım Konyalı Prof Dr. Zekeriya Kitapçı ağabey var, çok eserleri var, Zekeriya abinin evinin yanındaki dershaneye gittim. Gittim ama bir hafta hasta yattım. Kardeşler ağabeyler geliyorlar “kalk artık yeter” ben yediğim tokadın sersemliğiyle, bir hafta hasta yattım.

 

Çok mu üzüldünüz?

 

Tabi anlayamıyorum ne oldu ne bitti. Hem tokat hem manevi üzüntü, ne olduğunu anlayamıyorum da. Bir hafta sonra artık kalktım. Fatihteki Kıztaşı semtinde bir dershanemiz var, biz oraya Nurtaşı deriz.

 

Zübeyir abi her zaman Süleymaniye’de Kirazlı Mescit Sokağı numara 46’da olur. Hemen hemen hiç Nurtaşı’nda olmazdı. Ama geldim kapıda zile bastım, baktım kapıyı Zübeyir abi açtı. Yine hayretler içerisinde kaldım. Zübeyir abi ile karşılaşınca orada. Zübeyir abi tabi gülerekten, “gel kardeşim gel” dedi bana, Tahiri abi de oradaymış. “Tahiri abi, Tahiri abi gel bak sana ne göstereceğim” diye bağırıyor Zübeyir abi. Biraz sonra Tahiri abi de çıktı geldi. Zübeyir abi yine gülüyor, şu ifadeyi çok kullanırdı Zübeyir ağabey “sen mekteplisin, sen üniversitelisin, bilirsin, mektepte okumuşsun” bu tabiri çok kullanırdı. Orada bana “sen mekteplisin” diye başladı Zübeyir abi, yani kısası, ödeşmeyi anlatıyor. Ben “kısas mı yapacağız?” diye soruyorum. O manaya geliyor Zübeyir abinin konuşması… Kafasını eğiyor öne doğru arkasını dönmüş bir vaziyette “ille bana vuracaksın” diyor. “Ben kısas mı yapacağız” diyorum. “Yok sen mekteplisin bilirsin” “Ödeşecek miyiz” diyorum. “sen mekteplisin bilirsin” o kelimeyi diyor bana Zübeyir ağabey, ben gene ne desem kısas, ödeşme, karşılaştırma diyorum. Hayır diyor. En son meğer diyetmiş diyet, bu kelime çok harika, bilenlere bilmeyenlere söylerim. Yani o şartlarda bile bana yeni bir kelimeyi kullanmayı öğretiyordu. O nedenle hep Ömer Seyfettin’in diyet hikayelerini okumalarını tavsiye ederim veyahut da büyük lügatlere bakıp diyet kelimesini öğrenmelerini tavsiye ederim. Zübeyir abi en nihayet diyet yapacağız dedi. Biz tabi aramızda hallettik ve Zübeyir abi ile çıktık Nurtaşından, aslen Siirtli Şoför Hamdi abi vardı, Nur içinde yatsın, herhalde vefat etti. Şoför Hamdi abi derdik. Hamdi Yeşildağ yanılabilirim soy isminde. Onun arabasına bindik. Zübeyir abi ile konuşa konuşa kirazlı Mescide kadar gittik. Gönlümü aldı…

 

Zübeyir abi bize sürekli harçlık verirdi, on seneye yakın bendenize harçlık verdi. İlk 25 liradan başlamıştı, en son 250 liraya çıkmıştı. O gün de yine arabada harçlığımı verdi. Şu anda 7.baskısı çıktı Zübeyir abi için çalışmamızın, o kitaba da bakılmasını tavsiye ederim.

 

www.RisaleHaber.com