Muhakemat’tan Bir Soruya Cevap

Muhakemat’ta Bediüzzaman, “Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur. Hakikati tanımayan, hayalâta sapar. Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır” der. (1) Bu ne demektir?

Bu, öz ama hakikat ve hikmet yüklü beyanı bir nebze olsun açmaya çalışacağız.

“Lübbü bulmayan, kışır ile meşgul olur.”

Dinin esası, özü imandır. İman ise imanın şartları olarak bilinen altı esasın insanın akıl, kalp, ruh dünyasında kök salması ve bunun neticesi olan amelin hayattaki tezahürüdür. İmanın pratik hayata dökülmüş hali olan amelin kuvveti iman ilmine ve hakikate erişme seviyesine bağlıdır. Çünkü “bütün ilimlerin ve marifetlerin ve kemâlât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilî ve bürhanlı marifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler. (2)

Öyleyse, asıl olan, hakikate erişmek için “iman ilmini” tahsile odaklanmaktır. Bu konunun izahını Bediüzzaman Hazretleri şöyle yapmıştır: “Bilirsin ki, ömür kısadır, lüzumlu işler pek çoktur. Acaba benim gibi sen dahi kafanı teftiş etsen, malûmatın içinde ne kadar lüzumsuz, faydasız, ehemmiyetsiz, odun yığınları gibi câmid şeyleri bulursun. Çünkü ben teftiş ettim, çok lüzumsuz şeyleri buldum. İşte o fennî malûmatı, o felsefî maarifi faydalı, nurlu, ruhlu yapmak çaresini aramak lâzımdır. Sen dahi Cenab-ı Haktan bir intibah iste ki, senin fikrini Hakîm-i Zülcelâlin hesabına çevirsin, tâ o odunlara bir ateş verip nurlandırsın. Lüzumsuz maarif-i fenniyen, kıymettar maarif-i İlâhiye hükmüne geçsin.” (3) Velhasıl, imanı kuvvetlendirmekle meşgul olmak, marifetullah yolunda çaba sarf etmek bu zamanda en elzem vazifedir. Hakikate eriştiren en kısa yol ise Risale-i Nur’dur.

“Hakikati tanımayan, hayalâta sapar.”

Allah, her bir hakikatin özünü ve esasını temsil edecek bir sureti ve sembolü, o hakikate alamet ve işaret olarak yaratmıştır. Bu yüzden bütün öz ve esasları hem muhafaza hem de temsil için simgeler belirlemiştir. Bunu idrak edemeyenler -haşa- "namazdaki hareket ve ritüeller tamamen gereksizdir. İnsan, kulluğunu şekilsiz de yapabilir" gibi safsatalara düşüp şeytana maskara olmuşlardır.

Evet, kişi hak ve hakikati bilmez-tanımaz ise kendi dünyasında canlandırdığı hayallerin peşinden gider. Mesela; kendini dindar olarak tanımlar ama takva, amel-i salih, ihlâs ve sünnet-i seniyyeye ittiba ile alakası yoktur. Nur talebesiyim der ama tesbihat yapmaz, tadil-i erkâna riayet ederek namaz kılmaz, düzenli olarak risale-i nur okuma gayreti göstermez kısacası risalelerde geçen nur talebesi modeli ile hiç alakası yoktur. Kısacası kendi çalar kendi oynar! Bu duruma düşmemek için ise hak ve hakikat aynasına bakıp kendimize çeki düzen vermemiz esastır.

“Sırat-ı müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer.”

Sırat-ı müstakîm“Kur’an ve Sünnet” ile sabittir. İstikamet belli iken kendine ayrı bir yol çizmeye çalışmanın bir anlamı yoktur. “Şu kısa tarîkın evrâdı, ittibâ-ı sünnettir; ferâizi işlemek, kebâiri terk etmektir. Ve bilhassa, namazı tâdil-i erkân ile kılmak, namazın arkasındaki tesbihâtı yapmaktır.” (4) Formül bu kadar kısa ve özdür. Bu cümleyi tüm nur talebeleri bilir ama acaba kaç nur talebesi her namazdan sonra tesbihatını yapıyor ve namazı tadil-i erkâna göre kılmayı esas edinmiştir. Bildiklerimizin 1/5’ini hayata ihlas dairesinde tatbik etsek maneviyatta ciddi mertebeler kat ederiz.

“Muvazenesiz ve mizansız olan çok aldanır, aldatır.”

Resulullah (asm), aldanmak ve aldatmaktan uzak durmanın formülünü şu hadis-i şerifleri ile ders vermiştir: “Size iki şey bıraktım. Siz, bu iki şeye sarılarak onlara uygun hareket ederseniz, hiçbir zaman sapıtmayacaksınız. Bu iki şey, Allah’ın kitabı olan Kur’an ve benim sünnetimdir.” (5) Bu zamanda imana dair meseleleri anlamak için “Kur’an ve Sünnet Işığında” telif edilmiş Risale-i Nur Külliyatı gibi bir ölçü, mizan varken kendi hayalimizi esas alır; okunanı anlamaz veya anlamak istediğimiz gibi anlayınca çok aldanır ve farkına varmadan aldatan durumuna düşeriz.

Kaynaklar:
1- Muhakemat, s.43
2-Emirdağ Lâhikası-I, s. 134
3- Barla Lâhikası, Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Zeyli s: 57
4-Sözler; 26. Sözün Hatimesini Zeyli
5- Ebû Dâvûd, Mnâsik, 56; İbn Mâce, Menâsik, 84; Muvatta, Kader, 3; İbn Hanbel, III, 26; Abdurrauf el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Camii’s-Sağîr, Mısır 1938, III, 240, hadis no: 3282.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum