Yunus Emre’den Bediüzzaman’a…

Hepimizin bildiği gibi Bediüzzaman için, genelde “Çağın Mevlana’sı” tabiri kullanılmaktadır. Bu tâbire ben de katılmakla birlikte, içten içe “Çağın Yunus Emre’si” tabirini de bu tabirin yanına ekleme isteğinde oldum. Dolayısıyla da; eğer benzetilecekse, Bediüzzaman’ın daha çok Yunus Emre’ye benzetilmesi gerektiğini düşünüyorum.  Aslında bu, iki taraftan birini tutmak değil; sahip olunan özelliklerden dolayı daha çok kime benzeme durumuyla ilgilidir. Dahası, inanç ve düşünce tarihimizde büyük önemi olan Mevlana ile benzerlik hep öne çıkartılırken, Mevlânâ’nın çağdaşı Yunus Emre’nin gözden kaçırılmasının beni rahatsız etme durumudur. 

Şöyle genel olarak baktığımızda, Mevlâna mesnevisini Farsça; Yunus Emre ve Bediüzzaman ise, eserlerini Türkçe yazmışlardır. Durun bakalım, ben meseleyi hemen dil seviyesine indirgeyerek dil bağnazcılığıyla itham edilmek niyetinde değilim. Kaldı ki bu temel dil farklılığından öte, Bediüzzaman ve Yunus Emre arasında çok sayıda benzerlikler var. Sahi, ikisi arasında ilginç benzerlikler olduğunu biliyor muydunuz? Özellikle de üslup açısından, bu benzerliğin hemen hemen had safhada olduğunu söylemek, yerinde olur.

Şöyle bir geçmişe uzanıp 13. yüzyılda yaşamış Yunus Emre’nin Divanına baktığımızda, henüz İslam medeniyetine geçiş sürecinde olan bir millete hitap eden bir eserle karşılaşıyoruz. Mesela Yunus Emre, “Allah, Tanrı, Çalap (Allah) ve Hak” kelimelerinin hepsini de yaratıcıyı anlatmak için kullanmıştır. Öyle ki, bazı beyitlerinde “Allah, benim dediğine vermiştir aşk varlığını/Kime bir zerre aşk vere, Çalap varlığı ondadır” gibi ifadelerde olduğu gibi, aynı anlama gelen “Çalap ve Allah” kelimelerini bir arada kullanmıştır.

Peki Yunus Emre neden bunu yapmış? Bunu anlamak için, evvela 13. yüzyılın genel durumunu bilmek lazım. Henüz İslam medeniyetine tam adapte olamamış bir millet, Moğollar tarafından işgâle uğramış bir vatan… Sükunet, huzur gibi manevî iklimi arayan insanlar… Bütün bunlar alt alta getirildiğinde, Yunus Emre’nin hem İslamiyet’i anlatacak bir Türkçe arayışında olduğu hem de büyük kitleleri irşad için bunu yaptığı anlaşılacaktır.

Bediüzzaman’a baktığımızdaysa, medeniyet değiştirme arefesinde olan bir millet için aynı metodu bu sefer farklı bir şekilde kullandığını görmekteyiz. Yunus Emre gibi, İslam dünyasının buhranlı yıllarında yaşayan Bediüzzaman da Risale-i Nur’u sadece Türkçe’ye has bir üslupla değil,  20. Asır ve sonrasına İslam medeniyetinin sunumunu yapma misyonuyla Arapça, Farsça ve Türkçe’yi birbiri içinde kaynaştırarak, “… zahiren mevt inhilaldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir” gibi cümleler ve “Ey insan! Fenâya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya, ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz” şeklinde aynı anlama gelen kelimelerle kurulan ifadeler eşliğinde, üç dile mensup insanların ortak medeniyeti olan İslam medeniyetini nazara verir. Yunus Emre’de olduğu gibi, benzeri cümlelerle kurulan ifadeleri okuyan herhangi biri, mutlaka hissesini alır; anlatılanın ne olduğunu kavrar.

Bediüzzaman ile Yunus Emre’nin üslubu arasındaki morfolojik, yani yapısal benzerlik bir yana; bir de hitap etme biçimi açısından da benzer durumlar vardır. Nitekim, Bediüzzaman çoğu risaleye nefsine hitap ederek başlarken, Yunus Emre de şiirlerinin hemen tümünde kendisine seslenir. Tüm kavgası kendisiyle olur.  Oysa Mevlâna daima karşısındakine nasihat verme durumunda olmuştur. Ünlü “Dinle neyden…” diye başlayan beyitleri de bunun delili.
Rivayet olunur ki, Mevlana yeni bitirdiği mesnevisini Yunus Emre’nin beğenisine sunar. Yunus Emre baştan sona inceledikten sonra, “Üstadım, iyi yazmışsın, hoş yazmışsın; ama biraz uzun olmuş. Ben olsam, ‘Ete kemiğe büründüm/Yunus diye göründüm’ derdim” demiş.
Bu ifadeler, bizi Bediüzaman’ın Muhakemat’ta, “Herbir zamanın bir hükmü var. Biz delil isteriz; tasvir-i müddeâ ile aldanmayız.  (…) Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ' etmiyor (doyurmuyor). Burhan isteriz”  şeklinde ifade ettiği düşüncelerinin yansıması olan Risale-i Nur Külliyatı gibi en kısa, veciz  ve dolambaçsız bir şekilde delile götüren bir numuneye götürür.

Belki de Bediüzzaman ile Yunus Emre arasındaki sıkı benzerlik üzerine çok ciddi bir makale, yahut geniş kapsamlı bir araştırmanın ortaya konulacak zamanı geldi. Ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum