Üç büyük mu’cize

Allah, Müslüman'ların Rabbi ve Yaratıcısı olduğu gibi, aynı zamanda Hıristiyanların, Yahudilerin hatta inansın inanmasın herkesin ve her şeyin de Rabbi ve Yaratıcısıdır. Allah’ın dileği, bütün insanlığın Müslüman olması ve İslam esaslarına göre yaşamasıdır. Çünkü tarih boyu insanlığa dinleri ve peygamberleri gönderen Allah, son çağların peygamberi olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’i, son kitap olarak Kur’ân-ı Kerim’i ve son din olarak da İslamiyet’i gönderdi. Son indirdiği âyetiyle de bütün insanlığa şöyle seslendi: “İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslâm’ı seçtim...” (1)

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa kesinlikle Allah onu kabul etmeyecektir. Ve o ahirette hüsrana uğramış kimselerden olacaktır.” (2)

Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuşlardır: “Kim, dinimizde olmayan bir şey ihdas ederse, o reddolunmuştur.” (3) “Kim bir iş yapar da, o iş bizim dinimize uymazsa o da reddolunmuştur.” (4)

Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber’in devrinde inanmayanları veya inanmakta zorluk çekenleri zikredilen hakikatlere inandırmak için nasıl Peygamberi’nin (s.a.v.) eline mucizeler vermişse Peygamber’den sonraki çağların inanmayanlarını veya inanmakta zorlananlarını da yine aynı gerçeklere inandırmak için onların önlerine üç büyük mucize koymuştur:

1- Mu’cize bir âlem: (Kâinat ve içindekiler)

2- Mu’cize bir kitap: (Kur’ân-ı Kerim)

3- Mu’cize bir insan: (Hz. Muhammed s.a.v.)

Mu’cize: Acze düşüren, çaresiz bırakan demektir. Diğer bir ifade ile, insanların aynını veya benzerini yapmaktan aciz kaldıkları olağanüstü şey ve olaylarla Allah Teala’nın peygamberlerini tasdik etmesi ve onaylamasıdır.

Bu tarifler çerçevesinden bakınca kâinat ve içindeki her şeyin, Kur’ân-ı Kerim ve içindeki her bir âyetin, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ahlâkının gerçekten mu’cize olduğunu anlamak zor olmamaktadır. Çünkü bu üç mu’cizenin aynını veya benzerini tarih henüz kaydetmiş değildir, edemez de. Şimdi bunları sırası ile inceleyelim:

BİRİNCİ MU'CİZE: KÂİNAT VE İÇİNDEKİLER

Yüce Allah, yaratmış olduğu kâinata öyle bir mükemmellik kazandırmış ve öyle bir güzellik vermiş ki, İmam Gazali gibi büyük mütefekkirler kâinattaki mükemmellik karşısında hayretini ve hayranlığını saklayamamış da: “İmkân dairesinde, bugünkü mevcut kâinattan daha güzeli olamaz.” demiştir.

İnsanlığın imkân dairesinde böyle bir âlem yapması mümkün değildir. Bırakın bu âlem gibi bir âlem yapmayı, bu âlemin içindeki varlıklardan bir sineği bile yapma imkân ve kudretinden mahrumdur. Onun için Allah: “O Allah’tan başka yalvardıklarınız (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar bir sinek dahi yaratamazlar.” buyurmuş. “(Bu) her şeyi gayet sağlam yapan Allah’ın yapısıdır.” (6) “O’dur ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı.” (7) âyetleriyle kâinattaki icraatının mükemmelliğine dikkat çeken Yüce Allah: “Rahman’ın yaratmasında hiçbir düzensizlik göremezsin. Gözünü çevir bir bak! Bak bakalım ki bir kusur, bir ayıp görebilecek misin? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak! O göz hiçbir kusur bulamayarak eli boş ve bitkin sana geri döner.”(8) âyetiyle de inanan-inanmayan herkesi kâinattaki kusursuzluğu ve harika sanatı görmeye davet ediyor. “Hadi bakalım getirin, yapın bu kâinatın ve içindeki bir varlığın aynını veya benzerini!” diyor.

İKİNCİ MUCİZE: KUR’ÂN-İ KERÎM.

Yüce Allah, öyle bir kitap göndermiş ki o da eşsiz, o da mükemmel. Asırlar O’nu eskitemedi, değiştiremedi; aklı başında olan, onda kusur bulamadı. Onun içindir ki Yüce Allah Kitab-ı Kerimi’yle dün meydan okuduğu gibi bugün de meydan okumaya devam ediyor ve şöyle buyuruyor:

Kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz bu kitap hakkında bir şüpheniz varsa haydi sizi göreyim, O’nun benzeri bir sûre getirin. İddianızda sadıklar iseniz, Allah’tan başka yardımcılarınızı da bu iş için çağırın, yapabilirseniz hadi yapın. Şayet yapamazsanız -zaten hiçbir zaman yapamayacaksınız ya- öyleyse kafirler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taşlar olan o ateşten sakının(da Kur’ân’a teslim olun!)” (9) “De ki: insanlar ve cinler, şu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya gelseler onun benzerini getiremezler. Bir kısmı bir kısmına yardımcı da olsa (yine buna muvaffak olamazlar.)” (10)

Demek Kur’ân ve içindeki her bir âyet bir mucizedir, hepsi de insanlığı Allah’a ve Allah’ın mesajını kabule davet etmektedir. Eğer bunu yapmaya güç yetirebilselerdi, yaparlardı. Yapamadılar. Yapamadıkları içindir ki kaba kuvvete baş vurdular. Mukabele-i bilhurufla karşı koyamadıkları için, makabele-i bissüyûfu tercih ettiler. Yanı harflerle savaşta yenildikleri için, kılıçlarla savaşı seçtiler. Ne gariptir ki ordada galip gelemediler. Yenilgi üstüne yenilgi aldılar.

ÜÇÜNCÜ MUCİZE: HZ. MUHAMMED (S.A.V.)

Yüce Allah peygamberlerin sonuncusu olarak öyle bir peygamber göndermiş ve O’nu öylesine mükemmel terbiye etmiş ve öylesine güzel bir ahlâkla donatmış ki, O’nun da bir benzerini asırlar yetiştiremedi. Yetiştiremez ve yetiştiremeyecek de. Çünkü onu Allah eğitmişti. O, Allah’ın terbiyesinin ürünüydü. O, Kur’ân ahlâklıydı. O, “Beni Rabbim terbiye etti, ne de güzel terbiye etti.” (11) diyordu.

Bir insanı Allah eğitir ve büyütürse, o insanın eşi ve emsali bulunur mu? Yüce Allah, peygamberinin ahlâkını çok beğeniyor ve beğendiğini de: “Habibim sen, saygıdeğer bir ahlâk üzere yaratıldın.” (12) diyerek belirtiyordu.

Yine Yüce Rabbimiz, Rasul-i Kibriya Efendimizde insanlığın alabileceği güzel bir örnek bulunduğunu: “Muhakkak Allah’ın Resulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (13) âyetiyle, O’nu sevmenin Allah’ı sevmek, O’na itaatin Allah’a itaat olduğunu da: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (14) “Resul’e itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur” (15) âyetleriyle açıklıyordu.

Demek Allah’ın Resulü, Allah’ın ahlâkıyla ne kadar özdeşleşmiş ve ahlâklanmıştı ki; Allah O’nu sevmeyi kendisini sevme ve O’na itaatı kendisine itaat saymış ve bu hakikati insanlığa ilan etmiştir. Şu halde Hz. Muhammed’den (s.a.v.) başka mucize istemeye gerek yok. O’nun ilahî ahlâkla bütünleşmesi ve donanmış olması mu’cizelerin en büyüklerindendir.

Bu üç mucize ile Cenab-ı Hakk sanki şöyle buyuruyordu: Bakın bakayım benim yarattığım kâinatta, benim gönderdiğim kitapta ve benim görevlendirdiğim son peygamberim Muhammed Mustafa’da (s.a.v.) bir kusur bulabilecek misiniz? Madem insanlık, bu üç mucizenin benzerini getirememekte ve bunlarda bir kusur bulamamaktadır. Öyleyse insanlığa yakışan bu mucizeleri yapan, yaratan, gösteren ve gönderen Allah’ın nizamına teslim olmak, arzusunu sormak, neden hoşlanıp neden hoşlanmadığını öğrenmek, hoşlandıklarını yapmak ve hoşlanmadıklarından da uzak durmaktır. Ve yine Cenab-ı Hakk, inanan-inanmayan herkese şöyle seslenmektedir: Madem kâinat gibi mucize bir saray yapamadınız, madem Kur’ân gibi Mucize bir kitap ortaya koyamadınız, madem 14 asırdır Hz. Muhammed gibi (s.a.v.):

En güzel ve en mükemmel bir insan,

En şefkatli bir baba ve aile reisi, en mübarek bir dede,

En fedakâr ve vefakâr bir eş,

En sadık bir arkadaş ve yoldaş,

En başarılı bir ekonomist,

En başarılı bir eğitimci,

En başarılı bir devlet başkanı ve diplomat,

En başarılı bir sosyolog ve psikolog,

En erişilmez bir astronot,

En âlim ve en muttaki bir imam,

En güzel, en veciz, en mu’ciz, en tatlı, en mukni konuşan bir hatip,

En sabırlı, en affedici, en çok şükürlü, en çok zikirli,

En çok tefekkürlü, en cömert, en adil, en zahid,

En güzel yollu, en güzel halli, en güzel dilli, en güzel elli, en güzel biçimli, en güzel ahlâklı birini yetiştiremediniz, öyleyse gelin, böyle birisini yetiştirip size gönderen Allah’a, Allah’ın mesajı olan Kur’ân’a teslim olun. Allah’ın görevlendirdiği bu son peygambere uyun.

Ne güzel söylemiş Yunus:

Âşık Yunus neder dünyayı sensiz / Sen hak peygambersin şeksiz, gümansız,

Sana uymayanlar gider imansız / Adı güzel kendi güzel Muhammed!

Üstad-ı Muhterem de Peygamberimizin bizzat kendisinin mucize olduğunu bir başka yönden ele almış ve şöyle demiştir:

"Mucize-i Muhammedî, ayn-ı Muhammed`dir (a.s.m.)."

Bana göre bu tesbit de mucize bir tesbittir. Üstad-ı Muhterem bu cümlesiyle demek istemiştir ki: Müşrikler, Peygamber'den mucize istememeliydiler. Çünkü en büyük mucize karşılarında duruyordu. Onun adı, Hz. Muahammed'di (s.a.v).

-Neden acaba Hz. Muhammed (s.a.v) mucizenin tâ kendisi idi? Onu mucize yapan ne idi?

-Gelin isterseniz bu sorunun cevabını Hz. Üstad'ın o muciz tesbitinden alalım:

"Zât-ı Zülcelal Onun hakkında: "Hiç şüphesiz ki sen, pek büyük bir ahlak üzere bulunmaktasın." (16) buyurmuş, bütün ümmet, hatta düşmanları da Onun, ahlak-ı hasenenin (güzel ahlakın) hepsini kendisinde topladığı hususunda icma etmiş, söz birliğine varmışlardır. Hz. Peygamber, Peygamberlik gelmeden önce, "Muhammedü'l-Emîn" unvanıyla şöhret bulmuştu. Bu unvan, kemaliyle Hz. Peygamberdeki "ahlak-ı hamidenin" tercümanıydı. Hazret-i Aişe(r.a.) her vakit derdi: "Hulukuhü`l-Kur`an= Onun ahlakı Kur`andı". Demek Kur`an`ın tazammun ettiği, (içerdiği) bütün ahlak-ı haseneyi şahsında toplamıştı.

İşte o Zat-ı Kerim'de toplandığı icma-i ümmet ve kesin manevî tevatürle sabit olan ahlak-ı hasene (güzel ahlak) şu idi:

Hz. Peygamber (s.a.v) insanların siret ve suret (iç ve dış) itibariyle):

En cemili (en güzeli)

En halimi (en yumuşak huylusu)

En sabırlısı

En şükürlüsü

En zahidi (dünyaya en ilgisizi)

En mütevazıı

En iffetlisi

En cevadı ve en kerimi, (en cömerdi)

En rahimi (ve en merhametlisi)

En adaletlisi idi.

Herkesten ziyade mürüvvet, vakar, affedicilik, sıhhat-i fehm, şefkat gibi ne kadar secayay-ı aliye varsa hepsi Hz. Peygamber'de bulunuyordu. O bu güzelliklerin en mükemmel nurlu bir fihristesidir.

Bunların içinde icaz olan nokta şudur:

Ahlak-ı hasene gerçi birbirine zıt değil; fakat kemal derecesinde birbirinin önüne geçebilir. Biri artsa, öbürü azalır. Mesela: Bir insanın hilmi yani yumuşak huyluluğu fazla olsa şecaati yani kahramanlığı azalır. Peygamberimizde bu ikisinin birden bulunması ve ikisininde zirvede olması mucizedir. Keza Peygamberimizde hem tevazuun zirvesi, hem de izzetin zirvesi, hem adaletin zirvesi, hem de merhamet ve mürüvvetin zirvesi, hem tutumluluğun zirvesi, hem de cömertliğin zirvesi; hem vakarın zirvesi, hem de hayalı oluşun zirvesi; hem son derece şefkatlı olmasının yanında hem de son derece Allah için kızma vasfına sahip olması, son derece affediciliği ile beraber son derece izzeti nefis sahibi olması, son derece Allah'a güvenmesiyle beraber, son derece çalışkan olması mucizedir. Birbirini azaltan ve çoğaltan güzel ahlakın birden en yüksek derecede bir zatta bulunması, birbirlerinin derecelerini düşürmeden zirvede bulunmaları mucizelerin mucizesidir. (17)

 

DİPNOTLAR:

1-Mâide, 5/3

2-Âl-i İmran, 3/85

3-Buhari, Sulh,3; Müslim, Akdiye,17

4-Müslim, Akdiye, 17

5-Hacc, 22/73

6-Neml, 27/88

7-Secde, 32/7

8-Mülk, 67/3-4

9-Bakara, 2/24

10-İsra, 17/88

11-Münavî, Feyzü’l-Kadîr, I,224

12-Kalem, 68/4

13-Ahzab, 33/21

14-Al-I İmran, 3/31

15-Nisa, 4/80

16-Kalem, 68/4

17-Orijinali için bkz. Nursî, Said, Eski Said Dönemi Eserleri, Şuaatu marifeti’n-Nebi, 556 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.